Sual: Emr-i maruf ve nehy-i münkeri kimler, nasıl yapabilirler? Kimlere yapabilir? Ne zaman farz olur, ne zaman caiz olmaz?
CEVAP
Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker, farz-ı kifayedir. Maruf, dinimizin emrettiği hususlardır. Münker ise, dinimizin yasakladığı, yani Allahü teâlânın razı olmadığı işlerdir.
Emr-i maruf çok mühimdir. Emr-i maruf yapılmazsa, ilim yok olur. Cehalet ve sapıklık yayılır. Fitne her tarafı kaplar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın yeryüzünde şehitlerden üstün mücahidleri vardır. Bunlar, emr-i maruf ve nehy-i münker yapanlardır.) [İ. Gazali]
Böyle mühim olan emr-i marufun bazı şartları vardır. Mesela emr-i maruf yapan, aynı kötülükleri kendisi işlememelidir. İşlerse sözü tesirli olmaz. Kur'an-ı kerimde mealen, (İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?) buyuruluyor. [Bekara 44]
O halde emr-i maruf yapan, ilmi ile amil olmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İsra gecesinde, ateşten makaslarla dudakları kesilen insanlar gördüm. Kim olduklarını sordum. Onlar da "İyilikle emreder kendimiz yapmazdık. Kötülükten nehyeder; fakat kendimiz sakınmazdık" diye cevap verdiler.) [İbni Hibban]
(Emr-i maruf ve nehy-i münkeri, rıfk ve hilm sahibi fakihler yapar.) [İ.Gazali]
Emr-i maruf çok mühim olduğu için, insan, kendisi her iyiliği yapamazsa ve her kötülükten kaçamazsa da, gücü yetiyorsa, emr-i marufta bulunması gerekir. Hazret-i Enes, (Ya Resulallah, tamamen yapamadığımız bir şeyi emretmeyelim mi? Kendimiz tamamen sakınamadığımız bir şeyi nehy etmeyelim mi?) diye sual edince, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Her ne kadar iyiliğin hepsini yapamasanız ve her ne kadar kötülükten sakınamasanız da, emr-i maruf ve nehy-i münker yapınız!) [İ. Gazali]
Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
(Söz ve yazı ile emr-i maruf âlimlerin vazifesidir. Kalb ile, dua ederek günah işleyene mani olmaya çalışmak da her müminin vazifesidir. El ile müdahale ise devletin vazifesidir.) [Hadika]
Faydası olmayacağı ve zarar geleceği bilindiği halde, her günah işleyene emr-i maruf yapmaya kalkmak doğru değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, kıyamet günü, bir kuluna, günah işleyeni gördüğü zaman niçin engel olmadığını soracak, o kimse de, "Onun zararından, düşmanlığından korktum, senin af ve mağfiretine güvendim" diyecek [ve mazur görülecek]tir.) [İbni Mace]
Emr-i maruf farzdır
Sual: İmam-ı Rabbani, (Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker Peygamber efendimizin sünnetinden, belki İslamiyet'in vaciblerinden ve farzlarındandır) diyor. Emr-i maruf sünnet mi, vacib mi, farz mı?
CEVAP
Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker farzdır. Farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Yani, herkese farz değil, gücü yetene farzdır. Her gücü yetene de farz değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.) [Âl-i İmran 104]
Maruf, dinimizin emrettiği hususlardır. Münker ise, dinimizin yasakladığı, yani Allahü teâlânın razı olmadığı işlerdir.
Belki kelimesi her zaman ihtimal manasında değildir. Bazen elbette öyle demektir, kesinlik ifade eder.
Vacib de, yalnız kullanıldığı zaman genelde farzdır, şarttır anlamındadır. Mesela bu işi yapmak vacibdir demek şarttır, farzdır demektir. Farz ve vacib denilince, o zaman farz ile sünnet arasındaki hüküm anlaşılır. Mesela namazın farzları ve vacibleri var denince burada vacib, herkesin bildiği vacibdir.
Yukarıda vaciblerinden ve farzlarından deniyor. Bu, şartlarından ve farzlarından demek oluyor. Birbirini kuvvetlendirmek için söylenmiştir.
Sünnet de, tek başına kullanılınca İslamiyet anlamına gelir. Mesela (Sünnetimi terk edene şefaat etmem) demek, Müslüman olmayana şefaat etmem demektir. Yoksa büyük günah işleyenlere de şefaat vardır. Yukarıda emr-i maruf farzı için, Peygamber efendimizin sünnetinden demek, Peygamber efendimizin yaptığı farzlardan biridir demektir.
Kelimenin tek manası ile hareket edilirse yanlış neticeye varılır.
Emr-i maruf nedir?
Sual: (Emr-i maruf farzı kifâyedir, ama farz-ı ayn olduğu durumlar da vardır) deniyor. Emr-i maruf hangi durumlarda yapılır? Emr-i maruf tam olarak nedir?
CEVAP
Kur'an-ı kerime, hadis-i şeriflere ve akla uygun gelen, yani iyi şeylere Maruf, bunlara uymayan kötü şeylere de Münker denir. Müctehidlerin sözbirliğiyle yasak edilen şeylere de Münker denir. Emr-i maruf; iyiliği emretmek, nehy-i münker de kötülükten sakındırmak demektir.
İslamiyet’in temeli; imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Bütün peygamberler bunun için gönderilmiştir. Gençlere bunlar öğretilmezse, İslamiyet yıkılır, yok olur. (Seadet-i Ebediyye)
Birkaç hadis-i şerif:
(Birbirinize Müslümanlığı öğretin! Emr-i marufu bırakırsanız, Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.) [Bezzar]
(Bütün ibadetlere verilen sevab, Allah yolunda gazaya verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazanın sevabı da, Emr-i maruf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında, denize göre bir damla su gibidir.) [Deylemî]
(Günahkâr bir toplumdaki iyi kimseler, kötülükleri düzeltmeye güçleri yettiği hâlde, düzeltmezlerse, Allahü teâlâ, ölümlerinden önce onların hepsine şiddetli azap eder.) [Ebu Davud]
(Allahü teâlâ, bir meleğe, bir beldeyi yıkmasını emreder. O melek, bu beldede hiç günah işlemeyen bir zatın da olduğunu bildirince, Cenab-ı Hak, "Belde halkıyla onu da alt üst et! Çünkü o zat, günah işleyenlere yüzünü ekşitmedi" buyurdu.) [Beyhekî]
(Eski milletlerden bir kısmına depremle azap yapıldı. İyiler de helak oldu. Çünkü işlenen günahlar karşısında susup, imkânları varken önlememişlerdi.) [Taberanî]
(Yâ Resulallah, içinde iyilerin de bulunduğu bir ülke helak olur mu?) diye soranlara, (Evet günah işlenirken, iyiler sükût ederse, hepsi helak olur) buyurdu. (Bezzar)
Emr-i maruf farzdır. Ancak, münkere, fitneye yol açan emr-i marufu yapmamak lazım olur (Hadika)
Seyyid Abdülkadir-i Geylanî hazretleri buyuruyor ki: Bir kimse, bir günah işleyeni görüp de men edince, kendine zarar gelme ihtimali olsa da, [Fitneye sebep olmayacaksa yani İslamiyet’e ve Müslümanlara zarar gelmeyecekse] men etmesi bize göre çok kıymetli olur. Allahü teâlâ için kâfirlerle cihad etmek gibi sevab verilir. (Gunyet-üt-talibin)
Peygambere tâbi olan, emr-i maruf, nehy-i münker etmekte de tâbi olur. Bunları yapmayan, Ona tâbi olmuş olmaz. (Seadet-i Ebediyye)
Emr-i maruf iki suretle yapılır:
1- Söz, yazı ve medya ile: Bunu yaparken, bilgi azsa ve şahsa, âdetlere, kanunlara dikkat ve riayet edilmezse, fitneye sebep olabilir.
2- Hâl ile: İslam’ın güzel ahlakına uyarak, örnek olmaktır. Herkese tatlı dil, güler yüz göstermek, kimseyi incitmemek, kimsenin malına, ırzına göz dikmemek, kanunlara uymak, vergilerini, borçlarını ödemek, en tesirli, en faydalı nasihat olur. Bunun içindir ki, (Lisan-ı hâl, lisan-ı kalden entaktır) demişlerdir. Yani, insanın hâl ve hareketi, sözünden daha tesirli olur. Görülüyor ki, İslam'ın güzel ahlakına uygun yaşamak, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmanın en güzel yoludur. Mühim bir farzı yapmak, ibadet etmektir. (Seadet-i Ebediyye)
(Günah işleyeni, elinizle men edin, buna kuvvetiniz yetmezse, sözle mâni olun! Bunu da yapamazsanız, kalbinizle beğenmeyin! Bu ise, imanın en aşağısıdır) hadis-i şerifinin açıklaması şöyledir: Kadı zade Ahmed efendi buyuruyor ki:
El ile, güç kullanarak nehy-i münker yapmak, yani günah işleyene mâni olmak hükümetin vazifesidir. Sözle, yazıyla cihad etmek, âlimlerin vazifesidir. Kalble dua etmek ise, her müminin vazifesidir. Etkili olacaksa, bu vazifeleri yapmak vacib olur. Fitneye sebep olacağı umulursa, terk etmek vacib olur. Fitne bulunan yere zaruretsiz gitmek caiz değildir. Eğer dinini korumak için hicret ederse, güzel olur, Cennete girmeye lâyık olur.
Abdülgani Nablusî hazretleri de buyuruyor ki:
Emr-i maruf ve nehy-i münkeri el ile yapmak, hükümete, dille yapmak, din adamlarına, kalble yapmak da her Müslümana farzdır. Kendinin ve Müslümanların dinine veya dünyasına zarar gelecek işleri bırakmak vacib olur. Öldürüleceğini bilenin cihad yapması caiz olmaz. Sultanın, kendi aklıyla, arzusuyla verdiği emirlerine itaat etmek gerekmez. Fakat sultan zalimse, eziyet ve işkence ediyorsa, onun emirlerine uymak gerekir. Hele, itaat etmeyenleri öldürüyorsa, kendini tehlikeye atmak, kimseye caiz olmaz. Emr-i maruf, fitneye yol açarsa yapılmaz. (Hadika)
Emr-i marufu ve Nehy-i münkeri elle yapmak [güç kullanarak polisle, askerle mâni olmak] devlet adamlarına, dille yapmak [vaaz etmek ve kitap yazmak] din adamlarına, kalble yapmak [beğenmemek ve dua ederek mâni olmak] da her Müslümana farzdır. El ile müdahale etmek, din adamlarına farz değilse de, günah işlenirken mâni olmaları caizdir, fakat fitneye sebep olmamalı. Yani, kendinin ve Müslümanların dinine veya dünyasına zarar gelecek olursa, terk etmesi vacib olur. Kendinde kibir, riya, suizan, meşhur olmak düşüncelerinin hâsıl olması ve Müslümana hakaret etmesi fitne olur. Caiz olan bir şeyi yapmak haram işlemeye sebep olursa, bunu yapmak da haram olur. (Seadet-i Ebediyye)
İslamiyet’in başlangıcında, insanların çoğu, Müslümanlığı yadırgadıkları gibi, âhir zamanda da, dini bilmeyenler, dinin emirlerini yadırgar. Dini bilenler bozulmuş olan dinin hükümlerini düzeltmeye çalışırlar, emr-i maruf yaparlar. Dinin emrine uymakta başkalarına örnek olurlar. İslam bilgilerini doğru olarak yazıp, kitaplarını yaymaya çalışırlar. Bunları dinleyenler az, karşı gelenler çok olur. Her Müslümanın birbirine, mümkün olduğu kadar, emr-i maruf yapması yani nasihat etmesi farzdır. (Faideli Bilgiler)
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan din bilgilerini öğretmeye ve fıkıh ahkâmını yaymaya elden geldiği kadar çalışmalı. Bu ikisi bütün saadetlerin başı, yükselmenin vasıtası ve kurtuluşun sebebidir. Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmalıdır.
Kul haklarından en önemlisi ve azabı en çok olanı, akrabasına ve emri altındakilere emr-i maruf yapmamak, İslam bilgilerini öğretmemektir. (H. L. Olan İman)
Emr-i maruf yapmanın üç şartı vardır:
1- Allahü teâlânın emrini ve yasağını bildirmeye niyet etmek.
2- Söylediğinin vesikasını, kaynağını bilmek.
3- Hâsıl olacak sıkıntılara sabretmek. Yumuşak söylemek, sertlik yapmamak lazımdır. Sert söyleyen ve münakaşa eden fitne çıkmasına sebep olur.
Allahü teâlâ, Yuşa aleyhisselama, (Kavminden kırk bin salih kimseye ve altmış bin fâsık kimseye azap yapacağım!) diye vahyetti. (Ya Rabbi! Salihlere azap yapmanın sebebi nedir?) diye sual ettiğinde, (Benim gazap ettiklerime, onlar gazap etmedi. Birlikte yiyip içtiler) buyurdu. Malına, canına, evladına ve Müslümanlara zarar geleceği, yani fitneye sebep olacağı zaman, bid’at sahiplerine ve zalimlere emr-i maruf yapmak gerekmez. Açıkça günah işleyen fâsıkları, yalnız kalble sevmemek kâfidir. Tatlı ve yumuşak sözlerle nasihat vermek lazım olur. (İslam Ahlakı)
Emr-i maruf yaparken kendini tehlikeye sokmak emrolunmadı. Dine ve başkalarına zarar vererek dünya fitnesine de sebep olmamalı. Kendine dünyevî zararı olsa da emr-i marufu yapmak caiz olur, cihad olur. Sabredemeyecekse, bunu da yapmamalı. (Allahü teâlâ Kıyamette bir kuluna, “Günah işleyeni gördüğün zaman, niçin mâni olmadın?” diyecek. O kul, “O kimsenin zararından, düşmanlığından korktum ve senin affına, mağfiretine güvendim” diyecek) hadis-i şerifi, düşmanın kuvvetli olduğu zamanlarda, emr-i marufu ve nehy-i münkeri terk etmenin caiz olacağını göstermektedir. (İslam Ahlakı)
Bu zamanda en büyük hizmet, fitneye sebep olmadan yapılandır. Yani, mümkün olduğu kadar, tepki vereceklere karışmamalı, onlarla tartışmamalı. Zamanın ve ülkenin şartlarına, kanunlara uygun hareket etmeli. Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, fitneye sebep olmanın kötülüğü açıkça bildirilmiş ve fitneden uzak durmak emredilmiştir. Bunun için en iyi emr-i maruf, uygun bir din kitabını bir din kardeşine vermektir.
Emr-i maruf özürsüz terk edilirse, dualar kabul olmaz. Hayr ve bereket kalmaz. Günah işleyeni görüp de, gücü, kudreti olduğu hâlde nehyetmemek, (Müdahene) olur. Müdahene edenlerin, kabirden maymun ve hınzır şeklinde kalkacakları, hadis-i şerifte bildirilmiştir. Emr-i maruf yapanı, arkadaşları sevmez, müdahene yapanı severler. Emr-i marufu Allah rızası için yapmak ve söylediğinin kitaptan vesikasını bilmek ve fitneye sebep olmamak lazımdır. Sözünün faydası olmayacağını ve fitneye sebep olacağını bilen kimsenin emr-i maruf yapması vacib olmaz. Hattâ bazen haram olur. (Şir’a)
Kul haklarından en önemlisi ve azabı en çok olanı, akrabasına ve emri altında olanlara emr-i maruf yapmamaktır. Bunlara din bilgisi öğretmeyi terk etmektir. (İslam Ahlakı)
Her salih Müslümanın ve devletin; kötü, fena kimselerin kötülüklerine mâni olmaları lazımdır. Mani olmazlar ise, o kötülerle beraber, iyiler de helak olurlar. Bunun için, emr-i maruf ve nehy-i münker, ehil olan bütün Müslümanların vazifesidir. (Cevap Veremedi)
Emr-i maruf ve nehy-i münker bütün Müslümanlara vacib ve kâfirlerle cihad gibidir. (4/29)
Emr-i maruf yaparken
Emr-i maruf yapacağım diye tartışmaya girmek caiz olmaz. Münakaşayla, tartışmayla hiç kimseye hak yolu kabul ettiremeyiz. Hidayete kavuşturan Allahü teâlâdır. Bizim yapacağımız şey, doğru yazılmış bir din kitabını vermektir. O büyük âlimlerin mübarek sözleriyle hakkı kabul etmezse, bizim sözümüzü nasıl kabul eder? Biz, yol gösteren trafik levhası gibi olmalıyız, büyüklerin sözlerini yani kitaplarını, kendi sözümüze tercih etmeliyiz. Sadece doğru kitapları göstermeli, gerisine karışmamalıyız.
Bid’at ehli kimselerin kitaplarını okuyanlara, senin yolun yanlış demek, kırgınlığa, düşmanlığa sebep olabilir. Kendisine uygun bir kitap, mesela Faideli Bilgiler kitabı verilebilir. Günümüzde emr-i maruf yapmanın en iyi ve en kolay yolu, doğru bir kitap vermektir. Nasibi var ise, okur öğrenir. Nasibi yoksa, biz yine kitap verdiğimiz için sevab kazanırız.
Emr-i maruf yapmak için günah işlemek, mesela karşı cinsle chat yapmak veya görüşmek de caiz olmaz. Yasak edilenden sakınmak, emri yapmaktan önce gelir. Mesela, üstünde, namaza mâni olacak kadar çok necaset bulunan kimse, avret yerini açmadan veya başka bir sebeple temizlemesi mümkün değilse, başka elbisesi de yoksa, o hâliyle kılar, çıplak kılmaz. Hattâ temizleme imkânı olsa, ama yanında yabancılar varsa, temizlemeden namazını kılar. Çünkü başkalarının yanında avret yerini açmak yasak, necaseti temizlemek ise emirdir. Emir ile yasak bir araya gelince, önce yasaktan sakınılır. Yani avret yeri açılmaz. Bir emri yapmak, bir haramı işlemeye sebep olursa, haram işlememek için, o emir terk edilir. Bunun gibi, gayrimüslim bir kadın, (Benimle günah işlersen Müslüman olacağım) dese, onun Müslüman olmasını sağlamak için bu günahları işlemek de, kesinlikle caiz olmaz. Hacca gitmesi farz olan bir kadın, yanında mahremi yoksa, farzı yapmak için hacca gitmesi haram olur. Karşı cinse, günah işleyerek emr-i maruf yapılmaz. Niyetinin iyi olması onu kurtarmaz. Uygun bir yol ile, dînî bir kitap hediye etmek yeter.
Forumlarda ve mail gruplarında her türlü insan, mesela bid’at ehli veya başka fanatik kimseler bulunabilir. Tartışmaya sebep olabilecek işlerden uzak durmalı, bunun yerine tanıdığımız kimselere, uygun dînî site ve mail gruplarını tavsiye etmelidir. Sitemiz dinimizislam.com adresinde, her türlü dînî bilgi mevcuttur. Sorulara verilen cevaplar, mail grubunun üyelerine de gönderilmektedir.
Emr-i maruf, farz-ı ayn değil, farz-ı kifâyedir. Kendimiz, dinimizin bildirdiği şekilde emr-i maruf yapamıyorsak, emr-i maruf yapanlara herhangi bir şekilde yardım etmelidir. Mesela, uygun bir din kitabını alıp başkasına vermek, emr-i maruf olur. Hiçbir yardım yapamayan, dua ile yardım etmeye çalışmalıdır.
Bir başka husus, ona buna nasihat vermeye çalışmaktan çok, kendimize emr-i maruf yapmalıyız. Kendi hatamızı görüp, düzeltmeye çalışmalıyız. Dinimizin bildirdiği güzel ahlak ile süslenmeli, hâl ve hareketlerimizle örnek olmaya çalışmalıyız. (Lisan-ı hâl, lisan-ı kalden entaktır) sözü meşhurdur. Yani, insanın hâl ve hareketi, sözünden daha tesirli olur. Müslümanların güzel hâllerine bakıp, doğru yolu bulanlar çoktur.
Ben 70 yaşını geçtim, bu kadar zaman içinde bir kişiyi delille ikna edemedim. Hidayete kavuşturan Allahü teâlâdır. Yani bu bir nasip meselesidir. Tartışma, dostların dostluğunu azaltır, düşmanın ise düşmanlığını artırır. Haklı yere de olsa, tartışmak günahtır. Günah işleyerek emr-i maruf yapılmaz. Bir hadis-i şerif:
(Mücadele ve münakaşayı terk edin, çünkü iki taraftan birinin söylediği yanlıştır. Neticede iki taraf da günaha girer.) [Ramuz]
Tartışmaya sebep olmayacak olsa bile, hatırımızda yanlış kalmış olabilir veya yanlış nakledebiliriz. Doğru bile nakletsek, bizim söylediğimizi kabul etmek, karşıdakinin nefsine ağır gelebilir, ama kitaptan kendisi okursa, nasibi de varsa, kabul etmesi daha kolay olur, çünkü evliya zatların sözlerinde rabbânî tesir olur.
Facebook, Twitter gibi sitelerde, dine ve kanuna aykırı olan birçok sayfalar, yazı ve videolar olabiliyor. Yani oralara girmek, birçok bakımdan uygun değildir. Dine hizmet etmek isteyenlerin, doğru yazılmış kitapları ve siteleri uygun gördüğü arkadaşlarına tavsiye etmeleri, böyle kitap ve sitelerden yazı alıp, ilave yapmadan kendi grubundaki uygun arkadaşlara göndermeleri yeterlidir. Söylediğimiz mutlaka doğru olmalı, ama herkese her doğru söylenmez. Uygunsuz kimselere gönderilirse, fitneye sebep olunabilir. Din büyükleri, (Bu zamanda en kıymetli hizmet, fitneye sebep olmamaktır) buyuruyor. Hizmet ediyorum sanarak, bilmeden fitneye sebep olmamalıdır.
Günah işleyenlere mani olmak
Sual: Açıkça günah işleyenlere, gücü yetse de, yetmese de mani olmaya çalışmak, nasihat etmek, dinimiz açısından şart mıdır?
Cevap: Allahü teâlâya isyan edene Fasık, kötü kimse denir. Başkalarının isyan etmesine, fıskın, günahın yayılmasına sebep olana Facir denir. Haram işlediği bilinen fasık sevilmez. Bidati, yani bozuk inanışları yayanları ve dini öğrenmeye mani olanları sevmek, günahtır. Hadîs-i şerifte;
(Fasıkın fıskına mani olmaya kudreti varken, kimse mani olmazsa, Allahü teâlâ, bunların hepsine, dünyada ve ahirette azap yapar) buyuruldu. Ömer bin Abdül'azîz hazretleri buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, bir kimse günah işlediği için, başkalarına da azap yapmaz ise de, açıkça günah işleyenler görülüp de, görebilenler mani olmadığı zaman, hepsine azap yapar.”
Allahü teâlâ, Yûşa Peygambere;
(Kavminden kırkbin salih kimseye ve altmış bin fasık kimseye azab yapacağım!) buyurunca;
-Yâ Rabbî! Fasıklar, azabı hak etmiştir. Salihlere azap yapmanın sebebi nedir? diye arzedince;
(Benim gadab ettiklerime, onlar gadab etmedi. Birlikte yediler, içtiler) buyurdu.
Malına, canına, evladına ve Müslümanlara zarar geleceği, yani fitneye sebep olacağı zaman, bid'at sahiplerine ve zalimlere emr-i ma'rûf yapmak lazım olmaz. Açıkça günah işleyen fasıkları, yalnız kalp ile sevmemek kâfidir. Tatlı ve yumuşak sözlerle nasihat vermek lazım olur.
Günah işleyene müdahale etmek
Sual: Bir hadîs-i şerifte; (Günah işleyeni gören, eli ile mâni olsun. Buna gücü yetmezse, dili ile mâni olsun!) buyuruluyor. Bu hadîs-i şerife göre her Müslüman, açıkça günah işleyenlere müdahale edebilir mi?
Cevap: Bu konuda Hadîkada dil afetlerini anlatırken deniyor ki:
“Emr-i ma'rûfu ve Nehy-i münkeri el ile yapmak, devlet adamlarına, dil ile yapmak, din adamlarına, kalp ile yapmak da her Müslümana farzdır. El ile yapmaya İhtisâb ve Hisbet denir. Dil ile yapmaya Vaaz ve Nasihat denir. Hisbet yaparak çalgıları, içki şişelerini kırmak yalnız devlet memurlarının vazifesi olduğu için, başkaları kırarsa tazmin eder, öderler. Hisbet yapmak, din adamlarına farz değil ise de, günah işlenirken mâni olmaları caizdir. Fakat, din adamı hisbet yaparken fitne uyandırmamalıdır. Yani, kendinin ve Müslümanların dinine veya dünyasına zarar gelecek olursa, hisbeti terk etmesi vacip olur. Hisbet yaparken kendinde kibir, riya, suizan, meşhur olmak düşüncelerinin hasıl olması ve Müslümanı hakaret, techil etmesi, fitne olur. Caiz olan bir şeyi yapmak haram işlemeye sebep olursa, bunu yapmak da haram olur. Hadîs-i şeriflere, kendine göre mana vererek, vacib olmayan şeyi yapmaya kalkışmamalıdır. Fitne çıkarmamaya dikkat etmelidir. Öldürüleceğini muhakkak bilenin cihat yapması caiz olmaz. Öldürüleceğini bilenin şartlarına uygun hisbet yapması caiz olur ve ölünce şehit olur. Fakat, fitne çıkacağını bilenin hisbet yapması caiz olmaz. Zalim devlet adamlarına, Allah rızası için, dil ile emr-i ma'rûf yapmak da böyledir.”