Selim Bey hanımına seslendi:
— Hanım, misafirlerimiz için hazırlıkları tamamladık mı?
— Evet, bey, aşağı yukarı tamam, şimdi çay suyunu da koyayım, kaynayana kadar onlar da gelir. Sana zahmet, erkek terlikleri ayakkabılığın üst rafındaydı, çıkarırsan iyi olur.
— Tamam, ben çıkarırım, sen işine bak.
— Çocukları da getirecekler miymiş acaba?
— Bilmem, ben davet ettim, getirirseniz iyi olur, bizim çocuklarla birlikte olurlar dedim ama…
* * *
O sırada kapı çalındı.
— Buyurun efendim, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
— Selamün aleyküm.
— Ve aleyküm selam, buyurun efendim. Sizi salona alayım, hanımlar kapıya bakar, şöyle buyurun.
* * *
Nazan Hanım beylerin salona geçmesinden sonra başörtüsünü düzeltip kapıya yöneldi, kısık; ama samimi bir sesle:
— Buyurun Hatice hanımcığım, buyurun, hoş geldiniz. Hani Selma kızım nerede?
— Selma’nın biraz dersleri varmış, gelemedi, selam söyledi.
— Buyurun, sizi oturma odasına alayım.
* * *
Selim Bey’in iş yerinde beraber çalıştığı Ömer Bey iki gün önce arayarak akşam oturmasına gelmek istemişlerdi. Selim bey, kendisini kıramamış, çok işleri olmasına rağmen kabul etmek durumunda kalmıştı. Ömer Bey’in hanımı Hatice, ev hanımıydı. Nazan Hanımla arkadaşlıkları, beylerinin aynı iş yerinde çalışmalarından dolayı olmuştu. Hatice Hanım Nazan Hanım’ı çok beğenir, onun çocuklarıyla iletişimini, onları yetiştirmesini takdir ederdi. Zaman zaman arar, kızının sorunlarından bahseder, nasıl davranması gerektiği konusunda fikir sorardı.
* * *
— Gelmenize çok memnun olduk Hatice Hanım, ne iyi ettiniz. Nasılsınız? Selma kızım nasıl? Bizim kız da soruyordu. Selma’nın gelmediğini görünce üzülecek.
* * *
Kapı hafif tıklatılır içeri Melike girer
— Gel kızım, nerde kaldın, hazırlanamadın mı?
— Hoş geldiniz Hatice teyze.
— Hoş bulduk güzel kızım. Büyümüşsün görmeyeli, boyun da uzamış maşallah.
— Anneciğim, hazırlandım da namaz kılıyordum, bitirmeden gelemedim, kusura bakmayın.
— Tamam kızım. Çayın altına bir bakıver sana zahmet!
— Tabi anne.
— Nazan Hanım, bayılıyorum sizin bu ana kız ilişkinize. Maşallah, çok güzel yetiştiriyorsunuz kızınızı, ben bir türlü başaramıyorum, kızımla hiç anlaşamıyoruz. Aslında bugün de buraya biraz bu konularda sizden yardım almak için geldim.
— Estağfurullah Hatice Hanım, hayırdır bir şeyler mi oldu?
— Lütfen bana bir akıl ver Nazancığım, bu kızla başa çıkamıyorum.
— Dur bir dakika beylerin çaylarını vereyim, bizimkileri de alıp geleyim öyle konuşalım.
— Melike sen misafirimizi yalnız bırakma, ben tabak ve bardakları hazırlayayım. Ben içeri gidince abine söyle, babanların çaylarını versin!
— Gel bakalım Melikeciğim, nasılsın kızım?
— Teşekkür ederim Hatice teyze, elhamdülillah iyiyim, siz nasılsınız?
— Sağ ol yavrum, bende iyiyim.
— Selma gelmemiş, rahatsız mı yoksa?
— Bitirmesi gereken dersleri varmış, gelemedi, sana çok selam söyledi.
— Ve aleyküm selam, siz de selam söyleyin.
— Evet, çaylar da geldi, buyurun Hatice hanımcığım. Melikeciğim sen mutfakta çaylarla ilgilen!
— Olur anne.
— Nerde kalmıştık Hatice Hanım?
— Bu kızla başa çıkamıyorum diyordum. Laf söz dinlemiyor asi, ne söylesem itiraz ediyor. Bir iş söylesem oflayıp püflüyor. Nerde Melike gibi tamam diyecek kız, bilakis hiç oralı olmuyor, takıyor kulağına o zıkkımın kulaklığını, sabahtan akşama kadar bangır bangır müzik dinliyor. Selma’ya sorarsan biz onu hiç anlamıyormuşuz. Arkadaşlarıyla birlikte olmak istiyormuş, onlarla gezmek istiyormuş, eğlenmek onun da hakkıymış. Melike hiç böyle şeyler söylemiyor maşallah.
—Söylemez olur mu hiç. Bu yaşlarda çocuklar, kendi akranlarıyla birlikte olmayı, aileleriyle birlikte olmaya tercih ederler. Ana babalarının değil, arkadaşlarının düşüncelerine değer verirler. Onlar için önemli olan arkadaşlarının görüşleridir. Bizim kız Selma kadardı, bir gün geldi bana dedi ki, “Anne arkadaşlarım birbirlerine gidip geliyorlar. Beni de davet ediyorlar. Sen beni göndermediğin için artık onlar da beni çağırmıyor. Onlar sürekli gidip geldikleri için daha samimiler. Ben yalnız kalıyorum, ne olur bana da izin versen?” Kızıma önce, arkadaşlarından kimlerle samimi olmak istiyorsa onları bize davet etmesini söyledim. Böylece kızıma belli etmeden uygun arkadaşlar olup olmadığını görecektim. Melike bu teklifimi sevinçle karşıladı. Randevulaştıkları saatte arkadaşları bize geldiler. Ben onlar için yiyecek bir şeyler hazırladım. Birlikte oturdular, gülüştüler, zaman geçiriyorlardı. Ben arada bir şeyler bahane ederek yanlarına gidiyor, çaktırmadan kontrol ediyordum. Kızlardan bazıları erkek arkadaşlarından, bazıları makyajdan falan bahsediyordu. Genç kız bunlar... Hele de değerler farklıysa, neden bahsedecek, tabii ki olur olmadık konulardan bahsediyorlar. Bir ara işe dalmışım, fark etmedim kızlar birbirlerine makyaj yapmışlar. Bu arada Melike’ye de yapmışlar. Melike’yi yanıma çağırdım, bir şey soracaktım, bekliyorum, gelmiyor. Sonunda, eli yüzü kıpkırmızı geldi yanıma. Ne oldu sana dedim, kekeledi falan, üzerinde durmamış gibi yaparak namazını kılıp kılmadığını sordum. Birazdan akşam okunacak, herhalde ikindi namazını kılmışsındır dedim. “Şey, anne, arkadaşların yanından ayrılıp da, ben namaza gidiyorum diyemedim, hemen kılarım” dedi. Biliyorsun Haticeciğim, biz çok küçük yaştan beri ona namaz kıldırmaya alıştırıyoruz.
—Ben de onu soracaktım Nazancığım. Ben kıldıramıyorum. Söylüyorum, odasına giriyor, kıldım deyip çıkıyor. Bir gün gözetledim, kılmış gibi odasında oturuyor, sonra da sorunca kıldım diye yalan söylüyor.
— Aaa, bak bu konu çok önemli.
— Peki, Melike öyle söyleyince sen ne yaptın.
— Namaz konusunda yaptığını görmezlikten gelemezdim. Çok kızdım, hemen, ben arkadaşlarınla sohbet edeyim, sen git namazını kıl diye tembih ettim. Melike’nin arkadaşlarıyla sohbete başladım. Ne yazık ki, kızlardan hiç biri namaz kılmıyor. Bunlardan bazılarının anneleri de kılmıyormuş anladığım kadarıyla. Kızlara havanın karardığını, annelerinin kendilerini merak edebileceklerini uygun bir dille söylediysem de, kimse oralı olmadı. İşin tuhafı hiç kimsenin annesi de arayıp, kızım nerde kaldın demedi. O zaman kararımı verdim, kızımla arkadaş konusunu tekrar konuşacak, birlikte bir değerlendirme yapacaktım. Nihayet arkadaşları gittiler.
— Melike ne yaptı, kızmadın mı ona?
— Nasıl zaman geçirdiklerini, neler yaptıklarını, neler konuştuklarını sordum. Bana, “Sağ ol anneciğim, arkadaşlarımın gelmesi beni çok mutlu etti. Çok güzel bir gün geçirdim” dedi. Tabii çocuk daha, ona göre öyle olabilir; ancak gelecek tehlikeleri fark edemez. Bizler onların ana babaları olarak, tehlikeleri önceden görüp tedbir almazsak evlatlarımızı bu tehlikelere karşı uyarmaz, uyandırmazsak maalesef kaybederiz.
— Peki, ne yaptın.
— Kızımı karşıma alarak onunla konuştum. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:
* * *
— Her ne kadar, arkadaşlarının gelmesi seni çok mutlu etse de benim mutlu olduğum söylenemez. Bazı şeyleri görmen için böyle bir şeye izin verdim. Şimdi sen bu arkadaşlarınla neler konuştun, anlat bakalım!
— Anneciğim Melisa’nın erkek arkadaşı varmış onu anlattı. Zeynep’e sınıftan bir oğlan telefon açmış. Melike yeni cep telefonunu gösterdi. Erkek arkadaşının ona attığı mesajları okuttu bize. Gelirken herkes makyaj malzemelerini getirmiş, birlikte makyaj yaptık. Benim olmadığı için benimle dalga geçtiler. Ben de kırılınca, “Neyse, hadi gel, sana bizimkilerden sürelim” dediler. Sen beni çağırınca yanına geç gelmemin sebebi, yüzümdeki boyaları yıkıyor olmamdı.
— Bu konuşulanlar ve yaptıklarınız, sence uygun davranışlar mı? Neyse, sen şimdi söyle bakalım, namazını kıldın değil mi?
— Sen kıl dedin ya, bende kıldım.
— Melike, özellikle namaz konusu hiçbir şekilde affedilemez. Bu konuda babanın ve benim ne kadar büyük bir hassasiyet gösterdiğimizi biliyorsun. Biz sana bu yaşına kadar ne söyledik, senden ne istedik: Ne şartta olursa olsun, hangi durumda olursan ol, aman kızım, namazın önceliğin olsun demedik mi? Sana küçük yaşından beri bunları anlatmadık mı, önemini söylemedik mi? Şimdi sen bana kalkmış, arkadaşlarının ayıplayacağından korktuğun için, yanlarından ayrılıp namaz kılamadığını söyledin. Başkalarının ne söyleyeceğini düşündün de, seni yaratanın sana ne söyleyeceğini düşünmedin mi? Ben buna çok üzüldüm, hiçbir şey beni bu kadar üzemez, hiçbir şey beni bu kadar hayal kırıklığına uğratamazdı. Babanın bu konuda haberdar olması, onun da eminim çok üzülmesine sebep olacaktır. Ne diyor büyüklerimiz, “Namaza mani olan işte hayır yoktur.” Namazına mani olan arkadaşlar da, senin arkadaşın olamaz. Onlardan hiç fayda gelmez. Bak benim güzel kızım! Biz senin ve ağabeyinin dışarıdaki kötülüklerden zarar görmenizi istemiyoruz. Zaten bu yüzden, televizyonu evden çıkardık, hatırlamıyor musun? Sizleri İslam ahlakıyla yetiştirmek bizim görevimiz. Allahü teâlâya borcumuz; çünkü Allahü teâlâ sizleri bizlere emanet verdi, biz de emaneti en güzel şekilde korumak zorundayız. Eğer emanete hıyanet edilirse bunun hesabı ahirette bizden sorulur. Eğer size öğretilenleri öğrendikten sonra, siz yapmazsanız, size de sorulur. Sonra nasıl cevap veririz? Çok iyi düşünmeni istiyorum güzel kızım. İyi arkadaşın nasıl olması gerektiği konusunda İslam âlimleri çok şey söylemişler. Peygamber efendimiz de, (İyi arkadaş sana Allahü teâlâyı hatırlatandır) buyurmuştur. Senin arkadaşların, bırak hatırlatmayı, unutturuyorlar. Şimdi tercihini iyi yap, çok iyi düşün! Bunlarla arkadaşlık yapmak sana ne kazandırır, ne kaybettirir. Ona göre kararını ver! Yarın anne olduğunda bana hak vereceksin; ama iş işten geçmiş olmamalı.
* * *
— Çok doğru ve çok güzel konuşmuşsun Nazancığım. Melike nasıl bir karar verdi, çok merak ettim.
— Aradan birkaç gün geçtikten sonra bana geldi. “Anne, seninle konuştuğumuz arkadaşlık konusu vardı ya, ben düşündüm, sen haklısın. Belki çok yalnız kalacağım; ama o arkadaşlar benim arkadaşım olamazlar; çünkü onlar çok yanlış ve uygun olmayan işler yapıyorlar, artık onlarla birlikte olmamaya çalışıyorum” dedi. “Aferin kızım, senden de bunu beklerdim. Yalnız kal, hiç arkadaşın olmasın daha iyi. Eğer istersen bundan sonra senin arkadaşın, sırdaşın, dostun ben olurum, seninle seve seve sırlarımızı paylaşabiliriz” dedim.
— Peki, ben ne yapacağım? Baksana, sen çok küçük yaşta başlatmışsın namaza. Ben çok geç kalmışım, arkadaşlarından ayrılmak istemezse, beni dinlemezse o zaman ne yapayım?
— Zararın neresinden dönülürse kârdır. Önce ana baba birliğini sağlayın, yani hemfikir olun ailede! Her şeyden önce niyetimiz Allahü teâlânın rızasını kazanmak olsun! Kızının ya da oğlunun yanlışlarına, ne sen, ne de baba arka çıksın! Bizde babamızın bütün bu olanlardan haberi vardır. Babamıza, çocukların bütün davranışları hakkında bilgi veririm. Babamız da sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi olan olay hakkında bir konu açar, büyüklerden, onların hayatından örnekler, nasihatler verir, bazen de İslam âlimlerinin kitaplarından arar, bulur, “Çocuklar, geçenlerde şurada bir şey okudum çok ilginç geldi” gibisinden o konuyu çocuklara okutur, hep birlikte dinleriz. Sonra üzerinde konuşuruz. Bunların çok faydası oluyor. Emanet ana babanın ikisine birden verilmiştir. Yeter ki, bunun emanet olduğunu ve hesabı olduğunu bilelim. Kızın seni dinlemek istemeyebilir; ama sabırlı ol, şefkatle ve güzellikle yaklaş, doğruları anlatmaya çalış! Kızacağımız şeyler, dünyalıktan çok ahirete ait işler olsun. Derslerinden zayıf aldığında nasıl kızıyoruz, namaz kılmadığında daha çok kızmalıyız. Kıldığında onu teşvik etmeli, aferin demeliyiz. Hatta öğrendiği ve uyguladığı şeylerde küçük hediyeler vermek iyi olur. İslam âlimlerinin hayatlarını okumak çok faydalı olur. Keşke mümkün olsa da ailece okuyabilseniz...
— Nerde Nazancığım, bizim bey gelir gelmez yemek yiyoruz. Çocuklar odalarına, ben mutfağa, adam da kumanda elinde televizyon karşısında oluyor. Bazı birlikte izlediğimiz diziler var. Ancak o dizilerde çoluk çocuk bir araya geliyoruz. Onda da televizyon izlendiği için oturup da sohbet edemiyoruz.
— Bak Hatice! Şu televizyon var ya, en büyük tehlike oradan geliyor. Ana babayı ve çocukları birbirinden ayıran, muhabbeti bozan hep o; ama bizim de suçumuz var; çünkü onun ne kadar kötü olduğunu bildiğimiz halde, evimize kabul ediyor, başköşeye geçiriyoruz.
— Haklısın, hem de çok haklısın. Çocuklarımıza kötü örnek oluyor. Çocuklar orda gördüklerini istiyorlar. Küçükken masum gibi görünen oyuncak, şeker, çikolata neyse; ama çocuklar büyüdükçe, lüks araba, ev veya benzeri şeyleri isteyince ve istekleri karşılanmayınca, ana babaya isyanlar, evden kaçmalar, ahlaksızlıklar, önü alınmaz, içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
— Allahü teâlâ, bu televizyon tiryakiliğinden sizi de kurtarır inşallah Haticeciğim.
— Sizde yok değil mi?
— Çok şükür bizde yok. Önceden vardı, ailece, daha çocuklar küçükken bir karar aldık, televizyonu evden çıkardık. Televizyon dışarı, huzur içeri dedik. Evden çıkarmadan olmuyor, aslında eve hiç sokmamak lazım. O köşede dursun, biz izlemeyiz diyemiyorsun. Mutlaka, ne var ne yok diye bir bakıyorsun, ondan sonra, o kanal bu kanal, bakmışsın ki saatler geçmiş, haydi yatalım diyorsun. Hak teâlâyı ve vazifelerini unutturuyor insana. Uyuşturuyor, akla bile gelmiyor vazifelerimiz. Eee, sen yapmayınca çocuğuna da yap diyemiyorsun; çünkü seni dinlemiyor. En iyisi hiç eve sokmamak...
— Doğru söylüyorsun, aynen öyle oluyor, adam elinde kumanda uyuya kalıyor. Kaldırana kadar bir hal oluyorum. Oradan kalkınca doğru yatağa tabii, vazife falan kalmıyor.
— Bak, gördün mü? Önce kendimiz örnek olalım. Biz evden çıkarttık çok şükür, huzura kavuştuk. Onun başında geçen zamanımızı, artık ailece sohbet ederek, evlatlarımızla ilgilenerek geçirmeye çalışıyoruz. Zaten şunun şurasında ne kadar birlikte olacağız ki, hepsi kısmet olursa evlenip yuvadan uçacaklar. Şimdi biz ilgilenelim, onları dinleyelim ki, yaşlanınca da onlar bizi dinlesinler, öyle değil mi? Ne ekersen onu biçersin.
— Haklısın Nazan Hanımcığım. Sohbete daldık, saat kaç oldu, biz müsaadenizi isteyelim. Allahü teâlâ razı olsun, Allah herkese sizin gibi dostlar versin, çok iyi oldu bu konuştuklarımız. İnşallah biz de bir yerinden yakalarız doğruyu. Ben seni son durumdan haberdar ederim, haydi hakkını helal et! Allaha ısmarladık.
— Rabbim yardımcınız olsun, selametle güle güle...
Z. Alkan