Üniversiteye kayıt yaptırmak için babamla birlikte gelmiştik. Kayıt işlemleri bittikten sonra kalacak yer ararken, bize verilen bir el ilanı hatırımıza geldi. İlanda yazılı adrese gitmeye karar verdik. “Bir bakalım, beğenirsek burada kalırsın” diyordu babam. Bir taksiye binerek ilanda yazılı olan adresi taksi şoförüne verdik. Kısa bir süre sonra “işte geldik abi adres burası” dedi şoför. Dar bir sokakta bir apartmandı burası. Şaşkın bir halde birbirimize baktık, sonra babam önde, ben arkada içeri girdik. Ben etrafıma bakınırken yumuşak bir ses, “Hoş geldiniz efendim, buyurun, oturun” diye bize yer gösterdi. Girişte bulunan koltuklara oturduk.
— Şey biz yurdunuza…
— Kayıt yaptırmak için geldiniz değil mi efendim?
— Evet, ama önce yurdunuzu gezmek istiyoruz ve bilgi almak istiyoruz dedi babam.
— Hay hay efendim. Yalnız yoldan geldiniz herhalde, yiyecek bir şeyler ikram edelim size, tam da yemek saatimiz, ne dersiniz?
Babam hiç beklemediği bu misafirperver davranış karşısında ne diyeceğini şaşırmış, eğer kayıt yaptırmayacak olursak bu insanlara mahcup olacağını düşünerek, “Bilmem ki, aslında biz pek aç değiliz” gibi bir şeyler söyleyerek durumu geçiştirmek istemişti; fakat karşımızdaki kişi sanki babamın düşüncelerini anlamış gibi;
— Lütfen efendim buyurun, burada kalıp kalmayacak olmanızın hiç önemi yok. Yoldan gelene, misafire bir şeyler ikram etmek gerekir. Lütfen, buyurun gidelim, dedi.
Gel bakalım delikanlı, diyerek benim de koluma girdi bizi yemekhaneye götürerek bizzat ilgilendi.
Babam, karşılaştığı bu ilgiden son derece memnun görünüyordu. Bizimle ilgilenen kişi yurt müdürünün bir öğrenciyle görüştüğünü, müsait olduğunda bizi kendisinin yanına götüreceğini söyledi.
Ben daha yurdu gezmeden beğenmiştim; çünkü daha kapıdan girdiğimde içimde garip bir huzur ve güven duygusu hissettim. Aslında ben bu yurdu sevmiştim. İçimden, “Allah’ım, ne olur babam burayı beğensin, burada kalayım” diye dualar ediyordum. Yurtta kalan öğrencilerden olduğunu öğrendiğimiz biri, “Ahmet abi müdür bey sizi çağırıyor” diyerek yanımıza geldi. Demek, bizimle ilgilenen kişinin adı Ahmet’ti.
Ahmet Bey;
— Müsaadenizle efendim, arkadaşımız sizinle ilgilensin, daha sonra birlikte müdür beyin odasına gidelim dedi.
— Hoş geldiniz efendim, ismim Emre, kayıt için mi geldiniz?
— Nasipse evladım siz bu yurtta mı kalıyorsunuz.
— Evet efendim.
— Nerede okuyorsun bakalım?
— Gazi üniversitesi, elektrik elektronik mühendisliği.
— Bak Ömer, senin okulunda okuyormuş abin.
— Öyle mi, sizde mi Gazi üniversitesini kazandınız?
— Evet, bu yıl başlayacağım.
— Ben 3. sınıftayım eğer burada kalırsan sık sık görüşür, birbirimize yardımcı oluruz inşallah. <
Birden kaynaşıvermiştik buradaki abilerle. Herkes hoş geldiniz diyordu bize. Emre abi bize yurdu gezdirdi. Burada herkes efendim demeden konuşmuyor, en ufak bir gürültü patırtı görünmüyordu. Aksine, herkes birbirine o kadar saygılı, o kadar sevecendi ki insan kendini evinde hissediyordu.
— Sizinle yemek yiyen, yurdumuzun müdür yardımcılarından Ahmet abimizdir. Yurttaki herkesin abisidir. Burada saygı ve sevgiden dolayı birbirimize abi deriz. Abi demek, kardeş demekten daha üstündür. Kardeş ifadesinde eşitlik var, abi ifadesinde üstünlük vardır. Abi diyememek kibir alametidir.
Bu arada hem yurdu geziyorlar hem de sohbet ediyorlardı.
— Bir sıkıntımız olsa Ahmet abiye anlatırız, bizi rahatlatır, derdimize çare arar, elinden geleni yapar. Kısaca bize yol gösterir, güler yüzüyle. Onunla konuşan rahatlar. İşte böyle haydi sizi Ahmet abinin odasına götüreyim artık dedi Emre.
Hep birlikte Ahmet abinin odasına gittik. Emre abi izin alarak;
— Efendim, ben yurdu gezdirdim misafirlerimize. Ömer kardeşim de, benimle aynı okuldaymış, kendisini çok sevdik, inşallah burada kalır da arkadaşlığımız devam eder, sık sık görüşme imkânımız olur. Ben gitmek zorundayım müsaade ederseniz.
— Sağ ol Emre, tabiî gidebilirsin. Buyurun, müdür bey sizi bekliyor gidelim.
Müdür beyin odasına girdiğimizde müdür bey bizi kapıda karşılayarak “Hoş geldiniz, buyurun efendim, oturun lütfen” diye yer gösterdi.
Müdür bey 55- 60 yaşlarında hafif kır saçlı, güler yüzlü, beyefendi, bir o kadar da vakur biriydi. İnsan ister istemez kendisine çekidüzen verme ihtiyacı hissediyordu yanında. Karşısındakinde saygı uyandıran biriydi. Müdür beyin odası son derece sade döşenmişti. Bir yazı asılıydı: “En büyük yatırım insana yapılan yatırımdır” yazılıydı levhada. Çok beğenmiştim bu yazıyı. Müdür bey;
— Nasıl beğendiniz mi yurdumuzu?
— Oğlum Ömer ve ben yurdunuzu beğendik ancak biraz düşünmemiz lazım.
— Tabi efendim. Yalnız bizim yurdumuzun bazı kuralları vardır. Bu kuralları sizinle konuşalım, kabul ederseniz, Ömer oğlumuzun kaydını yaparız. Yurdumuz için giriş çıkış saatleri çok önemlidir, çünkü programımızı ona göre yaparız.
— Ne programı, burası yalnızca kalacağımız yer zannediyordum.
— Evet, kalacağınız bir yuva, ancak otel değil. Biz çocuklarınızı kendi çocuklarımız gibi görüyoruz. Siz gittikten sonra, evladınız evladımızdır. Onun iyi insan, güzel ahlaklı, temiz çalışkan, başarılı bir evlat olması için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Bunun için de giriş çıkış saatlerimiz önemli. Çünkü insanın en büyük sermayesi zamanıdır. Bunu iyi değerlendirmek gerekir, diyerek bana döndü:
— Siz ana babanızdan memleketinizden ayrılıp niye geliyorsunuz? Okuyalım, ilim sahibi olalım, memlekete, millete faydalı olalım, geleceğimiz olsun diye geliyorsunuz. Ana babalarınız da bunun için maddi manevi emek veriyorlar. Şimdi siz zamanında bu okulu bitiremezseniz, sağa sola takılıp uzatırsanız yazık olur. Etraftaki yanlış insanlarla arkadaş olup, sele kapılıp giderseniz, bunca emeğe, yazık olur öyle değil mi? İşte vaktinde yurda gelirseniz, vaktinde yemeğinizi yer dersinize çalışırsınız. Sonra burada takıldığınız konularda size yardımcı olacak abileriniz var. Onlar size yardım edip hayatta başarılı olmanız konusunda sizinle ilgilenecekler. Bütün bunların olması için, zamanın iyi değerlendirilmesi lazım. Bütün bu yapılanlar siz evlatlarımız daha iyi olsun, daha güzel yetişsin diye. Anlatabildim mi acaba? Eğer yurt kurallarına uymak konusunda anlaşır söz verirseniz, sizi seve seve bağrımıza basmaya hazırız efendim.
Babam bütün bu söylenilenleri dikkatle dinledi;
— Müdür bey müsaade ederseniz biz bir oğlumla görüşelim, konuşalım daha sonra geliriz dedi.
— Hay hay efendim nasıl isterseniz, buyurun sizi geçireyim diyerek kapıya kadar bizi uğurladı. — Selametle efendim hakkınızda hayırlısı olsun…
Babamla bavulumuzu da alarak yurttan ayrıldık. Yakındaki bir parkta oturup konuşalım diye düşünerek parkta yürüyor bir taraftan da konuşuyorduk, en nihayet bir banka oturduk. Babam;
— Evet, Ömer ne düşünüyorsun söyle bakalım dedi.
— Bilmem ki babacığım sen ne dersin?
— Ben beğendim yurdu, ancak daha çok müdür beyin söyledikleri etkiledi beni. Ne kadar da inanarak söylüyordu.
— Haklısın baba, zaten inanmasaydı o yazıyı asmazdı.
— Hangi yazıyı?
— Sen dikkat etmedin mi? Arkasındaki levhada, “En büyük yatırım insana yapılan yatırımdır” yazılıydı. Ne güzel söz değil mi?
— Evet, haklısın, çok da doğru. Bir ana baba için en büyük eser, yetiştirdiği evladı değil midir zaten? Müdür yardımcısının odasında da, “Sizin en hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır” yazılıydı. Sahi neydi o güler yüzlü adamın adı.
— Ahmet abiyi mi diyorsun. Ben çok sevdim. Ne kadar güler yüzlü, samimi, sevecen biriydi, değil mi baba?
— Hakikaten öyle, onun güler yüzü çok farklı, yapmacık değil. O çocuğun söylediği gibi, sanki abileri gibi davranıyor yurttaki çocuklara. İnceliğe dikkat ettin mi, ne demişti, yoldan gelene ikramda bulunmaktan bahsetti. Eskiler misafire çok değer verir, yoldan gelene yemek ve yatak verirlerdi. Ne kadar doğruymuş şu garip memlekette tanıdık birine misafir gelmişiz gibi hissettim kendimi.
— Ben de kendimi huzur ve güvende hissettim baba.
— Huzurun ve güvenin olduğu yerde, başarı arkasından gelir zaten. Haydi, daha ne duruyoruz gidelim seni yeni evine yerleştirelim.
Bir süre sonra yurdun önüne gelip kapıyı çaldığımızda kapıyı bize güler yüzlü Ahmet abi açtı.
— Demek geldiniz, ne iyi ettiniz. Biz Ömer’i çok sevmiştik. İnşallah gelir diye dua etmiştik. Şimdi geldiğinizi görünce ziyadesiyle memnun olduk. Buyurun içeri gelin diyerek bizi içeri aldı.
İşte huzur dolu bir hayata böyle başlamıştım. Öğrendiğim ilk şey, insanın güler yüzlü olması gerektiği idi.
* * *
Aradan 4 yıl geçti. Gerçekten, huzur ve güven başarı getirmiş ve Ömer, bölüm birincisi, herkesin saydığı, sevdiği, iftihar ettiği bir genç olarak mezun olmuştu. Mezuniyet törenine babası da gelmişti. Ömer’in babası ilk yurda geldiği günü bir farkla tekrar yaşadı. Duyduğu huzur ve güven artık muhabbet ve bağlılığa dönüşmüştü. Oğluyla iftihar ediyor, gerçek bir beyefendi özelliği gösteren oğluna gıptayla bakıyordu. Yurttan ayrılırken, bir veli olarak yaptığı konuşma herkesi ağlattı:
“Allahü teala hepinizden razı olsun. Hakkınızı helal edin. Ana baba olarak yapamadığımız bazı şeyleri siz yaptınız. Bana böyle bir evlat kazandırdığınız için hepinize teşekkür ediyor, en samimi duygularımla ölene kadar size ve İhlâs Vakfı yurtlarındaki bütün görevlilere dua edeceğimi bilmenizi istiyorum. Sizler sadece benim değil, bütün anne babaların kalbinde isimsiz kahramanlarsınız. En derin saygılarımla”
Ömer’in babasıyla birlikte herkes ağlıyordu…
Z. Alkan