Cennetle müjdelenen ümmetin emîni.
Araplar arasındaki nâdir okuma-yazma bilenlerden olan Ebû Ubeyde bin Cerrâh ve arkadaşları Osman bin Maz’ûn, Ubeyde bin Hâris, Abdurrahman bin Avf, Ebû Seleme, Hazret-i Ebû Bekir’in vâsıtasıyla, Resûlullahın huzûrunda Müslüman oldular.
Hazret-i Ebû Ubeyde, Hazret-i Ebû Bekir’in vâsıtasıyla îmâna gelenlerin onuncusudur. Îmâna geldiğinde 31 yaşındaydı. O günden, vefâtına kadar malıyla, mevkisiyle ve canıyla İslâmiyeti yaymak için çalıştı.
İki defa hicret etti
Mekke’de kâfirlerin eziyet ve işkencelerinin artması üzerine, Peygamber efendimizin izniyle Habeşistan’a hicret etti. Sonra Medîne’ye hicret edince, Peygamberimiz onu Hazret-i Sa’d bin Mu’âz ile kardeş yaptı.
Bedir gazâsında, düşman saflarında babası da bulunuyordu. Bu gazâya melekler de katılmış, insan şekline girerek ellerindeki kılıçlar ile kâfirlerle çarpışmıştı. Bu savaşta Ebû Ubeyde büyük kahramanlık göstermişti.
Hazret-i Ubeyde, Uhud cenginde de büyük kahramanlık gösterdi. Peygamber efendimiz, Ebû Ubeyde ile Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerini ön safta çarpışanlara kumandan olarak seçti. Kâfirleri, merkezde bulunan sevgili Peygamberimize yaklaştırmamak için bütün güçleri ile savaştılar.
Peygamber efendimiz dahî düşmanı geriletecek şekilde yayıyla, okuyla, kılıcıyla çarpışıyordu. Eshâb-ı kirâm canlarını dişlerine takmışlar, Peygamberimizin etrafında pervane olmuşlardı. Hazret-i Hamza, Hazret-i Ali, Hazret-i Ebû Dücâne, Hazret-i Sa’d bin Ebî Vakkâs, Hazret-i Mus'ab bin Umeyr, Hazret-i Ubeyde bin Cerrâh, Hazret-i Talha, Hazret-i Zübeyr gibi Eshâb-ı kirâm, Peygamberimizi korumaya çalışıyorlardı.
Pek çok Eshâbı çarpışa çarpışa şehit oldu. Düşman gerilemişti. Zafere yaklaşılmıştı. Zafer sevinciyle yerlerini terkeden Eshâb-ı kirâmın bulundukları yerden, düşman süvârileri saldırıya geçti ve Peygamber efendimize kadar sokuldular.
İbni Kâmia denilen müşrik, Resûlullahın mübârek başına kılıcını vurdu, miğferin demiri mübârek yanağına saplandı.
Dişleriyle çıkardı
Eshâb-ı kirâm, tekrar toparlanıp müşriklere saldırdı. Düşmanı Peygamberimizin yanından uzaklaştırdılar. Hazret-i Ebû Ubeyde’nin, sevgili Peygamberimizin mübârek yanaklarına batan demir halkaları dişleriyle çekip çıkarırken iki ön dişi kırıldı.
Bu savaş, Eshâb-ı kirâmın düşmanı kovalamasıyla neticelendi. 97 kadar şehit verildi. Bunların içinde şehitlerin serdârı Hazret-i Hamza, yeğeni Abdullah bin Cahş ile aynı kabre defnedildiler. Mus’ab bin Umeyr de bu savaşta şehit olmuştu.
Hazret-i Ebû Ubeyde, Uhud, Hendek, Hayber gazâlarında görülmemiş şekilde cenk etti. Mekke’nin fethinde de Peygamber efendimizin yanlarında bulundu.
Resûlullah efendimiz, hicretin onuncu yılının Rebî’ul-evvel ayının 12’sinde, Pazartesi günü öğleden önce vefât etti. Eshâb-ı kirâm, pek çok üzülüp gözyaşı döktü. Çoğunun dili tutulup, bir müddet konuşamadı.
Bir karışıklık çıkabilir
Hazret-i Ebû Ubeyde de gözyaşlarını tutamıyordu. Bütün Eshâb-ı kirâm kan ağlıyor ve devâsız derdi çekiyordu. İçerde cenâze hazırlıklarını yaparlarken, kapı vuruldu. Gelen kimse dedi ki:
- Ebû Bekir ve Ömer burada mı?
Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer cevap verdiler:
- Evet buradayız.
- Medîneliler, Benî Sa’îde Konağında toplandılar, kimin halîfe olacağını konuşuyorlar. Belli bir kimseyi daha seçemediler. Herkes, kendi kabîlesi reisinin seçilmesini istiyor. Bir karışıklık çıkabilir. Acele gelip bu işi hâllediniz.
Müslümanlar arasında büyük bir ayrılık baş göstermek üzere idi. İşte böyle bir anda, Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ebû Ubeyde, oraya Hızır gibi yetiştiler. O anda, Ensârdan biri kalkıp diyordu ki:
- Bizler, Resûlullaha yardım ettik. Muhâcirler bize sığındı. Halîfe bizden olmalıdır.
Hâlbuki Resûlullah her yerde, sağ yanına Hazret-i Ebû Bekir’i, sol yanına Hazret-i Ömer’i alır, Ebû Ubeyde için de, “Bu ümmetin emînidir” buyururdu.
Üçü birdenbire meydana çıkınca, sanki Resûlullah kalkmış, oraya gelmiş gibi oldu. Herkes, bunların ne söyleyeceğini bekliyordu. Hazret-i Ebû Bekir, uzun bir konuşma yaptı. Sonra Hazret-i Ömer konuştu. Sonra da Hazret-i Ebû Ubeyde dedi ki:
- Ey Ensâr! Başlangıçta, bu dîne hizmet eden sizlerdiniz. Sakın işi önce bozan da sizler olmayasınız!
Sonra Hazret-i Ebû Bekir, “Size şu iki zâtı aday yaptım, birini seçiniz” diyerek, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ebû Ubeyde’yi gösterdi. Her ikisi de çekindiler, “Hazret-i Peygamberin ileri geçirdiği bir kimsenin önüne kim geçebilir!” dediler. Hazret-i Ömer buyurdu ki:
- Yâ Ebâ Bekir! Resûlullah, seni hepimizin önüne geçirdi, elini uzat! Ben seni halîfe seçtim.
İlk bî’at, Hazret-i Beşir, sonra Hazret-i Ömer tarafından oldu. Sonra da Hazret-i Ebû Ubeyde ve diğer Eshâb-ı kirâm Hazret-i Ebû Bekir’i halîfe seçtiler.
Yüzleri en güzel yüz
Eğer, Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ebû Ubeyde hazretleri yetişmeseydi, Müslümanlar parçalanacaktı. Bu üç Eshâbın hizmeti Kıyâmete kadar unutulmayacaktır.
Hazret-i Ömer’in oğlu Abdullah der ki:
- Kureyş halkının içinde üç kişi vardır ki, yüzleri en güzel yüz; akılları, en selim akıl; kalbleri, en metîn kalbdir. Bunlar Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Osman ve Hazret-i Ebû Ubeyde’dir.
Hazret-i Ebû Ubeyde bin Cerrâh, hayatını hep İslâma hizmetle geçirmiş, insanların ebedî saâdete kavuşmaları için çırpınmıştır. Kabr-i şerîfi Şam’dadır.
Hazret-i Ebû Bekir halîfe olunca, Ebû Ubeyde’yi kumandan tayin etti. Humus, Şam, Ürdün ve Filistin’i fethetmek ve oradaki insanların da İslamiyetle şereflenmeleri için gönderdi. Hazret-i Ebû Ubeyde, Bizanslıların, Suriye’yi kurtarmak için topladıkları büyük bir haçlı ordusunu Yermük’te karşıladı. Halîfe Hazret-i Ebû Bekir, Ebû Ubeyde’ye yardım için Hazret-i Hâlid bin Velid’i gönderdi.
İslâm kumandanları bu savaş için Hâlid bin Velîd’i başkumandan seçtiler. Düşman ordusu 240 bin, İslâm ordusu 40 bin civârında idi. Hâlid bin Velid, orduyu biner kişilik alaylara bölüp, her birine alay kumandanı tayin etti. Ebû Ubeyde’yi merkeze, diğer kumandanları sağ ve sol kanatlara yerleştirdi.
Yüzbin Rum öldürüldü
Bizans ordusu üzerine saldırıya geçildi. Savaş bütün hızıyla devam ederken, Bizans generallerinden Yorgi, Hazret-i Hâlid bin Velid’in “Allahın kılıcı” lâkabını duyarak, hidâyete gelip Müslüman oldu.
O da Müslümanların safında Bizanslılarla savaştı. Uzun ve çetin savaşların neticesinde, koca Rum ordusu yenilerek dağıldı. Yüzbin Rum öldürüldü. İslâm ordusundan ise 3 bin yiğit şehâdete kavuştu.
Bu savaşta İslâm kadınları da savaştı. Bu zafer bütün Şam beldesinin fethine sebep oldu. Zafer müjdesi halîfeye bildirildi. Sonra Hazret-i Hâlid bin Velid ve Hazret-i Ebû Ubeyde, “Fıhl” mevkiinde 80 bin Rum ile çarpıştılar. Onları da akşama kadar süren bir savaşta mağlup ettiler.
Hazret-i Ebû Bekir vefât edince, yerine geçen halîfe Hazret-i Ömer, Hazret-i Ebû Ubeyde’nin başkumandan olarak yine fetihlere devam etmesini emretti. Ebû Ubeyde, ordusuyla Humus’a hareket etti. Sulh ile Humus’u da aldı.
Hazret-i Ebû Ubeyde, ordusunu toplayarak Antakya’ya hareket etti. Maarra, lazikiye, Antaritus, Banyas, Selimiye zaptedilerek gidiliyordu. Kinnesrin’e Hazret-i Hâlid bin Velid’i gönderdi. Kendisi Haleb’e geldi. Haleb’i fethederek, Antakya’yı kuşattı. Antakya da zaptedildi.
Hazret-i Ebû Ubeyde halîfeye durumu bildiren bir rapor gönderdi. Halîfe, fethedilen yerlere, İslâm kuvvetlerinin yerleştirilmesini emretti. Bu emri yerine getiren Hazret-i Ebû Ubeyde, birçok kale ve şehri fethederek Fırat nehrine kadar ilerledi.
Fethettiği yerlere memurlar tayin ederek Kudüs’e geldi. Kudüs kuşatıldı. Kudüslüler sulh yapmak istediklerini, yalnız bu sulhta Hazret-i Ömer’in de bulunmasını, yoksa sulh yapmayacaklarını Ebû Ubeyde’ye bildirdiler. Durum Hazret-i Ömer’e arzedildi.
Hazret-i Ömer Kudüs’e geldi
Hazret-i Ömer, yerine Hazret-i Ali’yi vekil tayin ederek Kudüs’e geldi. Kudüslülerle sulh yapıldı. Hazret-i Ömer sulhtan sonra Medîne’ye döndü.
Rum Kayseri Heraklius, kaybettiği toprakları geri almak için harekete geçti. Büyük bir haçlı ordusu hazırladı. Hazret-i Ebû Ubeyde, bu karardan vaktinde haberdar olup, durumu halîfeye bildirerek, nasıl hareket edeceğini sordu.
Hazret-i Ömer, İran’la harbetmekte olan Hazret-i Sa’d’a emir göndererek, Ebû Ubeyde’ye yardım etmesini bildirdi. Hazret-i Sa’d, Ka’ka bin Amr’ı dörtbin mücâhidle yardıma gönderdi. Başkumandan Hazret-i Ebû Ubeyde, Şam’ın Cezire ile irtibatını keserek, haçlı ordusunun üzerine yüklendi. Kısa zamanda haçlı ordusunu perişan ederek büyük bir zafer daha kazandı.
Şam’da 639 senesinde, veba hastalığı salgın hâlde olup, çok Müslümanın ölümüne sebep olmuştu. Hazret-i Ebû Ubeyde de bu salgına yakalandı. Öleceğini anlayınca, orada hazır bulunanlara bir vasiyetinin olduğunu bildirdi. Vasiyetinde buyurdu ki:
- Namazınızı kılınız! Orucunuzu tutunuz! Sadakanızı veriniz! Haccınızı yapınız! Birbirinize iyilikte bulununuz! Âlimlere ve büyüklerinize itaat ediniz! Dünyaya aldanmayınız!
İnsanların en akıllısı Allahü teâlânın emirlerini yerine getirenlerdir. Hepinize Allahü teâlânın selâm ve rahmetini, lutuf ve bereketini niyâz ederim. Haydi yâ Mu’âz, cemaate namazı kıldır!
Yemin ederim ki...
Bu sözleri söyledikten sonra gözlerini yummuş, yerine Mu’âz bin Cebel’i vekil etmişti. Vefât ettiğinde 58 yaşında idi.
Mu’âz bin Cebel hazretleri cemaate bir hutbe okudu. Burada buyurdu ki:
- Yemin ederim ki, Ebû Ubeyde gibi, dinine bağlı, temiz ve merhametli insanlar çok azdır. Dünyaya hiç meyletmeyen, emrindekilere hep iyiliği ve birbirlerini sevmeyi emreden bu mübârek Ebû Ubeyde hazretlerine hakkınızı helâl edin ve duâ ediniz!
Hazret-i Ebû Ubeyde bin Cerrâh, fazîlet timsâli bir zâttı. Allahü teâlânın emirlerinden dışarı çıkmazdı. Peygamber efendimize muhabbeti pek ziyâde idi. Resûlullah efendimizden aldığı bir emri yerine getirmek için, canını fedâdan çekinmezdi. Zühd ve takvâ sâhibi, pek merhametli idi.
Askerlerine ve tebaasına çok şefkatli idi. Hazret-i Ömer, Şam’a gittiği zaman, kendisini karşılayanlara, “Kardeşim Ebû Ubeyde nerede?” diye sorduğunda, “Geliyor efendim” diyerek gelmekte olan Hazret-i Ebû Ubeyde’yi gösterdiler.
Sağlığında, Cennet ile müjdelenen iki büyük Sahâbî selâmlaştılar. Hazret-i Ebû Ubeyde, Hazret-i Ömer’e,
- Buyurunuz yâ Emîr-el-Mü’minîn, diyerek, onu evine götürdü.
Hazret-i Ömer, Ebû Ubeyde’nin evinin içini görünce buyurdu ki:
- Nerede senin eşyan? Burada bir keçe, bir kırba gibi şeylerden başka bir şey yok. Sen emîrsin, senin burada yiyecek bir şeyin yok mu?
Seni değiştirmedi
Hazret-i Ebû Ubeyde, ona bir zenbil getirerek, içinden birkaç lokma çıkardığında, Hazret-i Ömer ağlamaya başladı. Bunun üzerine Ebû Ubeyde dedi ki:
- Sen bizlere, “Kuşluk vakti dinlenmemize yetecek kadar şey bize kâfi” demiştin. Bu kadarı da bizim için kuşluk dinlenmesine kâfidir. Bunun üzerine iyice duygulanan Hazret-i Ömer, buyurdu ki:
- Ey kardeşim Ebû Ubeyde, dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi.
Bir defa Hazret-i Ömer, Hazret-i Ebû Ubeyde’nin şahsına dört bin dirhem göndermiş ve bu parayı ona götürecek elçiye tenbih etmişti:
- Dikkat et, bakalım bu parayı ne yapacak?
Hazret-i Ebû Ubeyde, bu parayı aldıktan sonra, onu hemen askerleri arasında taksim etti. Elçi, geri dönünce hâdiseyi anlattığında, Hazret-i Ömer de buyurdu ki:
- Hamdolsun ki, Müslümanlar arasında böyle insanlar var.
Peygamberimizin huzuruna 630 senesinde, Necrân’dan bir Hristiyan heyeti geldi. Uzun konuşmalardan sonra, Resûlullah efendimizin Peygamber olduğunu kabûl ettiler. Ve dediler ki:
- Yâ Resûlallah! Eshâbından bir emîn kimseyi bizimle beraber gönder, zekâtlarımızı, vergilerimizi ona verelim!
Peygamberimiz de yemin edip, buyurdu ki:
- Gâyet emîn bir kimseyi sizinle gönderirim.
Kalk yâ Ebâ Ubeyde!
Eshâb-ı kirâm, emîn olarak kimin şerefleneceğini merak ediyorlardı. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Kalk yâ Ebâ Ubeyde! Ümmetimin emîni işte budur!
Hazret-i Ebû Ubeyde bu müjdeye kavuşunca, sevincinden ağladı. Hazret-i Ebû Ubeyde vazifesini çok güzel yapmış, dönüşünde hazineyi altınla doldurmuştu. Dönüşünde Eshâb-ı kirâm onu karşılamaya çıktılar. Resûlullah efendimiz, Eshâbını bu hâlde görünce, gülümseyerek onlara buyurdu ki:
- Öyle sanıyorum ki, siz, Ebû Ubeyde’nin hayli dünyalıkla geldiğini duydunuz, onu sevinçle karşılıyorsunuz!
Onlar da, “Evet yâ Resûlallah” diye tasdik ettiler.
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Sevininiz ve sizi sevindirecek ni’metleri bundan böyle her zaman umunuz! Vallahi bundan sonra, sizin fakir olacağınızdan korkmam. Fakat sizin için korktuğum bir şey varsa, o da, sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya ni’metlerinin yayıldığı gibi, sizin önünüze de yayılarak, onların birbirlerine haset ettikleri ve nefsaniyet güttükleri gibi, sizin de birbirlerinize düşmeniz ve onların helâk oldukları gibi sizin de mahvolup gitmenizdir.
Resûlullah efendimiz sahil tarafına bir sefer düzenleyip, Hazret-i Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı, emîr tayin etti. Bu sefere 300 Eshâb-ı kirâm katılmıştı. Hazret-i Câbir der ki:
Biz bu yola çıktık. Hazret-i Ebû Ubeyde mücâhidlere, yanlarında ne kadar erzak varsa getirmelerini emretti. Getirilen erzakı bir araya topladı ki, bu toplanan erzak, iki dağarcık hurmadan ibâretti.
Ebû Ubeyde, bu hurmadan hergün azar azar vererek bizi geçindiriyordu. Nihayet hurmalar tükenince, yokluğunun acısını tattık.
Bize de yediriniz!
Sonra deniz sahiline vardık. Bir de ne görelim? Deniz sahilinde kocaman bir balık bulunuyordu. Bunu, deniz sahile atmıştı. Ebû Ubeyde bize dedi ki:
- Bu deniz mahlûkunun etinden yiyiniz! Biz de yedik. Medîne’ye dönüp, Resûlullah efendimizin yanına geldiğimizde, bu vak’ayı arzettik. Peygamber efendimiz de buyurdu ki:
- Azîz mücâhidler, yiyiniz! Allahü teâlâ onu denizden rızıklanmanız için çıkarmıştır. Yanınızda varsa bize de yediriniz!
Ve getirilen etten yediler.
Rum Kayseri Heraklius’un büyük ordularını perişan eden İslâm askerlerinin başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri, zafer kazandığı her şehirde adamlarını bağırtarak, Rumlara halîfe Hazret-i Ömer’in emirlerini bildirirdi. Humus şehrini alınca da buyurdu ki:
Ey Rumlar! Allahü teâlânın yardımı ile ve halîfemiz Ömer’in emrine uyarak, bu şehri de aldık. Hepiniz ticaretinizde, işinizde, ibâdetlerinizde serbestsiniz! Sizi koruyacağız!
Malınıza, canınıza, ırzınıza kimse dokunmayacaktır! İslâmiyetin adâleti aynen size de tatbik edilecek, her hakkınız gözetilecektir!
Dışardan gelen düşmana karşı, Müslümanları koruduğumuz gibi, sizi de koruyacağız! Bu hizmetimize karşılık olmak üzere, Müslümanlardan hayvan zekâtı ve uşr aldığımız gibi, sizden de, senede bir kere cizye vermenizi istiyoruz. Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı Allahü teâlâ emretmektedir.
Humus Rumları, cizyelerini seve seve getirip, Beytülmâl emîni Habîb bin Müslim’e teslim ettiler. Bu arada Heraklius’un, bütün memleketinden asker toplayarak, Antakya’ya hücûma hazırlandığı haberi alınınca, Humus şehrindeki askerlerin de, Yermük’teki kuvvetlere katılmasına karar verildi.
Cizyeleri geri alın!
Bunun üzerine Ebû Ubeyde hazretleri, şehirde memurların şöyle bağırmalarını emretti:
Ey Hristiyanlar! Size hizmet etmeye, sizi korumaya söz vermiştim. Buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, halîfenin emri üzerine, Heraklius ile gazâ edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum. Size verdiğim sözde duramayacağım. Bunun için hepiniz Beytülmâle gelip, cizyelerinizi geri alın! İsimleriniz ve verdikleriniz, defterimizde yazılıdır.
Suriye şehirlerinin çoğunda da böyle oldu. Hristiyanlar Müslümanların bu adâletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rum imparatorlarından çektikleri zulümlerden ve işkencelerden kurtuldukları için bayram yaptılar.
Sevinçlerinden ağladılar. Çoğu da seve seve Müslüman oldu. Kendi arzûları ile, Rum ordularına karşı İslâm askerine câsusluk yaptılar.
Hazret-i Ömer, Ebû Ubeyde hazretlerini çok severdi. Hattâ bir gün Hazret-i Ömer arkadaşlarına sordu:
- Allahü teâlânın dînine hizmet için ne isterdiniz?
Biri hizmet için ev dolusu altın, bir başkası da mücevher istedi. Onlar da Hazret-i Ömer’e sordular:
- Sen ne isterdin?
Hazret-i Ömer de şöyle buyurdu:
- Ben de Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi emin arkadaşlarımın olmasını isterdim. Bunlar ile dînin yayılmasına hizmet ederdim.
Şam’ın fethinde, Müslümanların, tarihin şeref levhasına geçmesine sebep bir olay olmuştur. İslâmiyeti kendilerine ezeli düşman gören Batı için, ibretlik vesîkalardan biri olan bu olay, şöyle meydana geldi:
Şam’ın fethinde, Hâlid bin Velid hazretleri, şehrin bir tarafından girdi. Kendisine karşı koyulduğu için, kılıç kullanarak şehirde ilerliyordu. Hedefi, o zaman için şehrin en büyük kilisesi olan şimdiki Câmi-i Emevî idi.
Aynı anda kiliseye girdiler
Şehrin diğer tarafından da, Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretlerinin komutasındaki askerler ilerliyordu. Fakat, buradaki halk kendisine karşı koymuyordu. Bunun için rahat bir şekilde kılıç kullanmadan ilerliyorlardı. Tabiî ki, bunun ilk hedefi de, şehrin en büyük kilisesi idi.
Müslümanlar, İslâm şehri olduğunun simgesi olarak, kılıç zoru ile aldıkları şehrin en büyük kilisesini câmiye çevirir, diğer kiliselere dokunmazlardı. İstanbul’un fethinde olduğu gibi.
Bu iki büyük kumandan, aynı anda iki ayrı kapıdan bu kiliseye girdiler. Ve kilisenin ortasında birbirleri ile karşılaştılar.
Bu büyük zaferden dolayı, birbirlerini tebrik için kucaklaştılar. Hâlid bin Velid hazretleri, kilisenin câmiye çevrilmesini istedi. Bu teklife, Hazret-i Ebû Ubeyde karşı çıktı:
- Yâ Hâlid! Bilmez misin, sulh, barış yolu ile alınan şehrin kiliselerine dokunulmaz!
- Fakat ben kılıç kullanarak buraya geldim.
- Ben ise kılıç kullanmadım, barış yolu ile buraya kadar geldim.
- Peki o zaman ne yapacağız yâ Ebâ Ubeyde?
- Kilisenin yarısı yine kilise olarak kalacak, diğer yarısı câmiye çevrilecek! Çünkü, kilisenin yarısı kılıç zoruyla, diğer yarısı sulh yoluyla alındı.
O meşhur Bizans generallerini karşısında heybetinden titreten Hâlid bin Velid’in, karara en ufak bir şekilde bile tepkisi olmadı. Hattâ, Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretlerine teşekkür etti.
Yarısı câmiye çevrildi
Bu hâdiseden sonra, kilisenin yarısı câmiye çevrildi. Melik bin Mervan zamanına kadar bu böyle devam etti. Mervan kilisenin tamamını câmiye çevirdi. Hristiyanlar mecburen buna râzı oldular.
Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri, sağ iken, Cennet ile müjdelenen on Sahâbîden biridir. “Ümmetin Emîni” lâkabıyla övülen yüce Sahâbînin asıl ismi, Âmir bin Abdullah bin Cerrâh’tır. Bütün gazâlarda bulundu. Çok kahraman idi.
Sevgili Peygamberimizin yanında bütün gazâlarda bulundu. Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîfleriyle şereflendi:
- Ebû Bekir Cennettedir. Ömer Cennettedir. Osman Cennettedir. Ali Cennettedir. Talha Cennettedir. Zübeyr Cennettedir. Abdurrahman İbni Avf Cennettedir. Sa’d ibni Ebî Vakkâs Cennettedir. Sa’îd İbni Zeyd Cennettedir. Ebû Ubeyde ibnil Cerrâh Cennettedir.