Ecel âniden gelmiş, yakalamış habersiz,
Gözleri solmuş, fersiz; sözleri gayet yersiz,
Düşünmüş ki, “Azrail, haber falan verseydi,
Şöyle bir görünseydi, ya rüyama girseydi.”
Hazret-i Azrail’e, çok rica ediyormuş,
(Eğer imkânı varsa, az mühlet ver!) diyormuş.
Mal ve mülk sevdasıyla, dünyadan kopamamış,
Âhireti unutmuş, hazırlık yapamamış.
Alamamış yanına, para pul, ne de bavul,
Uyumuş horul horul, çalınmışsa da davul.
Yaş yetmişi geçse de, kaynamış fıkır fıkır,
Bu cümbüşlü âlemi, gönlü nasıl bırakır?
Dense de inanmazdı, yaş yetmişse iş bitmiş,
Anlamamış bunca yıl, nasıl da geçip gitmiş.
Yıkılmış hep düşleri, yarım kalmış işleri,
Hâlis altından imiş, o protez dişleri.
Hayatının sonunda, vurgunlar vurabilmiş,
Hortumlar sayesinde, işini kurabilmiş.
Gayet ucuza satmış, şerefin kilosunu,
Yine de kaçırmış, beş uçak filosunu.
Dünyaları dolaşmış, ama hacca gitmemiş,
Alnı secde görmemiş, hiç ibadet etmemiş.
Dinden habersiz nefsi, edilmemiş terbiye,
Kul hakkından anlamaz; tutturur hep ver diye.
Çok gâfil yakalanmış, hazırlıkları yokmuş,
Dini öcü bilirmiş, camiye karnı tokmuş.
Üç çocuğu da, sanki vampir yarasa,
Diyorlar (Baba ölse, biz de konsak mirasa.)
Ölünce dökecekler, timsah gözyaşlarını,
Çoktan hazırlamışlar, kabrinin taşlarını.
Katafalka konarak, cenaze kokutulur,
Kırkıncı günü diye, mevlidi okutulur.
Musikiyle karışık, bir ilahi aryası,
Mevlit bitince başlar, dedikodu furyası.
Bu cinnet kervanına, nice soysuz katılır,
Ne vicdanlar satılır, din sokağa atılır.
Düzenin kuklaları, ekranlara çıkarlar,
İlâhiyat adına, dinimizi yıkarlar.
İyi kötü karışmış, renkleri seçilmiyor,
Her yer mezhepsiz dolu; zındıktan geçilmiyor.
Ecel gelip çatınca, birazcık beklemiyor,
Ne yaparsak yapalım, saniye eklemiyor.
Bunlar boş geçen ömrün acı hikâyesidir,
Hiç faydası olmayan pişmanlığın sesidir.