Aradığınız kelime sarı renk ile işaretlenir.
Yazı boyutu     
 
Ruhun mahiyeti ve ruh çağırmak

Sual: Ruhun mahiyeti nedir? Ruh uykuda, ölünce olduğu gibi bedenden ayrılır mı?
CEVAP
Ruhun mahiyetini bilmek imkânsızdır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Ruh hakkında soranlara de ki: Ruh Rabbimin işlerindendir, size az bilgi verildi.) [İsra 85]

Aklın erdiği bilgileri anlayan, his organlarından beyne gelen duyguları alan, bedendeki bütün kuvvetleri, hareketleri idare eden, kullanan ruhtur. Ruh, göz vasıtasıyla renkleri, kulakla sesleri kavrar, sinirleri çalıştırır. Adaleleri hareket ettirir, böylece bedene iş yaptırır. Böyle işlere ihtiyarî yani istekli işler denir. Aklı kullanmak, düşünmek ve gülmek gibi şeyleri yapan ruhtur. Ruh, parçalanmadığı ve parçalardan meydana gelmediği için, hiç değişmez, bozulmaz, yok olmaz. Ruh, bir sanatkâra benzer. Beden, sanatkârın elindeki sanat aletleri gibidir. İnsanın ölmesi, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Bu da, sanatkârın sanat aletlerinin yok olmasına benzer. (Ahlak-ı alai)

İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki: Cesetten ayrılan ruh, ya azaba, ya nimete kavuşur. İyilerinki yükselir, kötülerinki yedi kat yerin dibine iner. Bedenden ayrılan ruh, aletsiz, vasıtasız olarak her şeyi bilir. Bunun için, çeşitli nimet veya azapla karşılaşır. Ruh bedendeyken, bir uzuv, mesela insanın bir ayağı felç olsa, ruh bu ayağa tesir edemez. Ölüm ise, bütün uzuvların felç olmasına benzer; ancak ruh, bedenden ayrılınca, yine bilir, görür, anlar, sevinir, üzülür, bu halleri yok olmaz.

Uykuda da, ölünce olduğu gibi, ruh bedenden ayrılır; fakat rüyada ayrılmasıyla ölüm esnasında ayrılması arasında, çok fark vardır. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de, uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Elbette, düşünenler için, bunda, alınacak ibretler vardır) [Zümer 42]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Uykuda, ruhun bedenden ayrılması, bir kimsenin, geziye, kendi vatanından, sevinerek ayrılmasına benzer ki, gezdikten sonra, sevinç içinde yine vatanına döner. Ölürken ruhun ayrılması, böyle değildir. Bu ayrılık, vatanı yıkılan, evleri, binaları yok olan kimsenin, vatanından ayrılması gibidir. Bunun içindir ki, uykudaki ayrılmasında, sıkıntı ve acı yoktur. Tersine, sevinç ve rahatlık vardır. Ölürken ayrılmasında ise, çok acılar ve güçlükler hâsıl olur. Uyuyanın vatanı dünyadır. Ona, dünyadaki gibi davranırlar. Ölenin ise, vatanı yıkılır. Ahirete göç eder. Ona ahiret muamelesi yaparlar. (3/31)

Allahü teâlâ, insanın ruhunu bilinemez şekilde yarattı. Ruh, madde, cisim değildir, belli bir yeri yoktur. Ruh, bedenin ne içinde, ne dışındadır, ne bitişik, ne ayrıdır. Yalnız onu varlıkta durdurmaktadır. Bedenin her zerresini diri tutan ruhtur. Âlemi varlıkta durduran Allahü teâlâ, bedeni de ruh vasıtasıyla diri tutmaktadır. (1/287)

Ruh çağırmak
Sual:
Bazı medyumlar, Kaybolan şeyleri ve başınıza gelecekleri de biliyoruz diyorlar. Medyum, fincanla ruh çağırırken Falancanın ruhu gel diyor. Şu, şöyle mi? gibi bir soru sorunca, fincan, evet veya hayır yazılı tarafa yahut harfler üzerinde dolaşarak hareket ediyor. Böylece sorulan şeye cevap verilmiş oluyor. Bazen isabet ettiği de görülüyor. Bunun sebebi nedir?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde, gaybı Allah’tan başkasının bilemeyeceği bildiriliyor. (Cin 26)

Gayb, duyu organları ile veya hesap ile, tecrübe ile anlaşılmayan şey demektir. Birinin altınları çalınır. Medyuma, ruhçuya veya cinci denilen kimselere gidilir. Bunlar, çalanı tarif eder. Bazen isabet ettiği de olur. Çalınan şey, bize göre gayb ise de, çalana ve onu gören başkalarına göre gayb değildir. Onu çalanı bir cin görmüşse, cin çalanı tarif eder ve bulunur. Cin gaybı bilmiş olmaz. Ruh çağırıyoruz denildiğinde de gelen cindir. Cin de geleceği, gaybı bilmez. Bilmediği Kur'an-ı kerimde yazılıdır. (Sebe 14)

Cin, gaybı bilmediği gibi, melek, hatta Peygamber de bilmez. Ancak Allahü teâlâ bildirirse, elbette onlar da bilir. (Cin 27)

Peygamber efendimizin devesi kaybolunca, münafıkın biri (Cennetten, Cehennemden bahsediyor. Halbuki kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor) dedi. O anda Allahü teâlâ, devenin nerede olduğunu Resulüne bildirdi. Peygamber efendimiz, yuları bir ağaca takılmış olduğu halde deveyi görüp tarif etti. Gittiler, tarif edilen yerde buldular. (M. Kâinat)

Birgivi Vasiyetnamesi
’ndeki (Bir kimse, ben çalınanları, kaybolanları ve bunların yerlerini bilirim dese, diyen de, buna inanan da kâfir olur. "Bana cin haber veriyor, onun için biliyorum" derse yine kâfir olur. Çünkü cin de gaybı bilmez. Gaibi yalnız Allah bilir) yazısını Kadızade şöyle açıklıyor:
(Gaybı, Allahü teâlânın vahy ve ilham ettikleri de bilir. Cin gaybı bilmez. Fakat cin, ben evliyadan duydum ki şöyle imiş derse, küfür olmaz. Ancak cinler yalan söyledikleri için onlar biz duyduk deseler de inanmamalıdır. Allahü teâlâ vahy yolu ile Peygamberlere gaybı bildirdiği gibi, ilham yolu ile de evliyaya ve müminlere de bildirir.)

Allahü teâlâ gaybı Peygamberine, evliyasına ve dilediğine bildirir. Evliyanın kerametleri çok görülmüştür. Mesela Hazret-i Ömer’in, Medine’den İran’daki ordusunu görüp, kumandanına (Dağa çekil dağa) dediği meşhurdur. Evliyanın ruhları da yardım eder. (Şevahid-ün-nübüvve)

Ruh çağıranlar, ölenin ruhu geliyor diye milleti kandırıyorlar. Kâfirlerin ruhları hapsedilmiştir. Gelmeleri mümkün değildir. Müslümanların ruhları ise, fâsıkların, kâfirlerin çağırması ile gelmez. Kâfirlerin ruhları hapis olduğu için rüyada bile görülmezler. Şeytan onların şekline girip görünür. (Miftah-ül-Cenne)

Ruhçuların ruh hakkındaki söylediklerinin hemen hepsi yalandır. Çünkü Kur'an-ı kerimde insanlara ruh hakkında çok az bilgi verildiği bildiriliyor. (İsra 85)

Ruhçular, fazla bir şey bildiklerini iddia ediyorlarsa, bu âyeti inkâr olur. İmam-ı Rabbani hazretleri, tenasühe inananın kâfir olacağını bildiriyor. (C.2, m.58)

Kötülerin halleri

Dine aykırı birçok hareketleri bulunan, kötü kimselerden de olağanüstü bazı haller görülebilir. Böyle kimseleri makbul biri zannetmemelidir! Günümüzde böyle harikulade halleri görülen kimselere hemen evliya diyorlar. Belki bunların çoğunun imanı bile yoktur. Evliya olan kimse, keramet göstermeye utanır.

Muhammed Masum Serhendi hazretleri buyuruyor ki:
(Başkalarının düşündüklerini keşfetmek, kaybolan şeylerden haber almak ve ettikleri duaların kabul olması gibi Allahü teâlânın âdeti dışında böyle şeylerin bir insanda hasıl olması, o kimsenin velî olduğunun alameti değildir. Bunlar, istidrac sahiplerinde de hasıl olur. Riyazet çekerek nefslerini parlatan kâfirlerde de hasıl olur. Bazılarında riyazet çekmeden de hasıl olmaktadır. Evliya olmak için riyazet çekmek şart olmadığı gibi, keramet göstermek de şart değildir. Fakat riyazet çekmek, harikaların çok olmasına yardım eder. Peygamberlerden başka herkesin son nefesi şüphelidir. Bu bakımdan imansız ölmekten çok korkmak gerekir.) [Mektubat-ı Masumiyye m. 182]

Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın âdeti içinde meydana gelmektedir. Allahü teâlâ, sevdiği insanlara ikram olsun diye, azılı düşmanlarını da aldatmak için âdetini bozarak, bunlar vasıtası ile sebepsiz şeyler yaratıyor. Bu harikulade haller beş çeşittir:
1- Enbiyadan meydana gelene Mucize denir.
2- Evliyadan meydana gelene Keramet denir.
3- Evliya olmayan müslümanlardan meydana gelene Firaset denir.
4- Fâsık veya günahı çok olan müslümanlardan meydana gelene İstidrac denir.
5- Kâfirlerden zuhur edene Sihir denir.

Kötü kimselerden ve gayrı müslimlerden meydana gelen olağanüstü hallerden dolayı onları iyi bir kimse zannetmemelidir!

Cinlerin etkisi
Cin, insanın içine girebilir. Bu husus hadis-i şerifle sabittir. İnsanın his ve hareket sinirlerine tesir ederek, hareket ve ses hasıl ederler. İnsanın, bu kendi söz ve hareketinden haberi olmaz. Böylece vaktiyle Roma’da ve Peşte’de ve Türkiye’de konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları konuşturan cin, uzak ülkelerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, bazı kimseler, bu çocukların iki ruhlu olduğunu veya başka insanın ruhunu taşıdığını sanmışlardır. Bunun yanlış olduğunu dinimiz açıkça bildirmektedir.

Sual: Ruh yorulur mu?
CEVAP
Ruh yorulmaz.

Sual: Hayvanların ruhu ve aklı var mıdır?
CEVAP
İnsanlarda olan ruhtan hayvanda yoktur. Hayvandaki ruh, ona hayatiyet yani canlılık kazandıran bir ruhtur. Ruhun Farsça’sı can’dır. Yani hayvan da canlıdır. Ama bizdeki ruhtan onda yoktur. Hayvanda akıl da yoktur. Şehvetlerine uymaları suç olmaz. Aklı olana suç olur.

İnsan ile hayvanlar arasındaki en büyük fark insanın ruhudur. İnsanlık şerefi bu ruhtan gelmektedir. Bu ruh, ilk olarak Âdem Aleyhisselama verildi. İnsanlara mahsus olan bu ruh hayvanlarda yoktur. Maddecilerin, felsefecilerin bu ruhtan haberleri olmadığı için, insanı maymuna yakın sanabilirler. İlk insanların şekli, yapısı, asla maymuna benzemez, fakat benzese bile insan insandır. Çünkü ruhu vardır. Maymun ise hayvandır. Çünkü bu ruhtan ve ruhun hasıl ettiği üstünlüklerden mahrumdur.

Sual: Hayvanların ruhunu kim alır?
CEVAP
Hayvanların insanlarınki gibi ruhları yoktur. Kendilerine canlılık veren, yani organlarının işlemesini sağlayan sinir sistemlerinde bir kuvvet vardır. Buna hayvani ruh veya can demişlerdir. İnsanlarda da bu hayvani ruh olmakla beraber, ayrıca âlemi emirden gelen ruhları da vardır. Azrail aleyhisselam, insanlara mahsus olan ruhu alır. Bunlardan fâsık ve kâfir olanların ruhunu ise, diğer meleklere emrederek aldırır.

Ruh cisim değildir
Sual:
Ruh cisim midir, bedene nasıl etki eder?
CEVAP
Eni, boyu ve yüksekliği olan şekil almış maddeye, cisim denir. Ruh, cisim değildir. (İslam Ahlakı)

İnsan, ruh demektir. İşiten, tasarruf ve kuvvet sahibi olan, ruhtur. Beden, çalışmakla yorulsa da, ruh yorulmaz. Bedende ruhun bulunması, sütte yağın bulunması gibi değildir. Mesela, kolu kesilen kimsenin ruhundan eksilme olmaz. Başkasının yüreğiyle yaşayan bir insanın ruhunda değişiklik olmadığı için, ahlakı bozuk olan kimsenin yüreğinin, bu adama hiç tesiri olmaz. Kalble yürek aynı şey değildir. Yürek denilen et parçası, hayvanda da bulunur. İnsana mahsus olan kalbe, gönül denir. Gönül görünmez, fakat tesirleriyle anlaşılır. Kalb, elektrik cereyanı, yürek de ampul gibidir. Ampuldeki elektriği, ampul ışık verdiği zaman anlıyoruz. Elektrik gibi, kalb de madde değildir, bir yer kaplamaz. Yürekte eserleri görüldüğü için, kalbin yeri yürektir denir. Yürek değiştirmek, sanki ampul değiştirmeye benzer. Yani takılan yürek nasıl olursa olsun, takılan kimsenin kalb kuvvetinin tesiri görülür. Ampulün değişmesiyle şehir cereyanında azalıp çoğalma olmadığı gibi, yüreğin değişmesiyle, kalb kuvvetinin tesiri değişmez.

Yanmakta olan bir ampul sökülünce, yani cereyanla olan irtibatı kesilince, cereyanın bir miktarı kesilmiş olmaz. Başka bir ampul takılırsa onun da rezistans telini ısıtıp ışık saçmasına sebep olur. Salih bir kimsenin yüreği, fâsık kimseye veya kâfire takılınca, o kimsenin kalbi yine hep günah işlemek ister, kötü düşünür. Tersine, fâsık insanın yüreği, salih bir kimseye takılırsa, o kimsenin kalbi yine günah işlemek istemez, hep iyi düşünür. Yüreğin manevi bir fonksiyonu yoktur. Öldükten sonra çürüyüp gidecektir. Yahut hayvan yese veya yansa fark etmez; çünkü insan ruh demektir. Beden değişse de ruh değişmez.

İnsan, ruhu sayesinde ayakta durur. Aklı, düşüncesi, ruhu sayesinde vardır. İnsanın, vücudu bir marangozun aletleri gibidir. İnsan ölünce, aletleri olmadığından, ruh bu aletlerle bir iş yapamaz. Ancak yine de, ruh ölü olmadığı için gider, gelir, insanları tanır. Hatta vefat etmiş olan evliyanın ruhları insanlara yardım eder. Bu yardım etmesi, dünyadaki bedenindeki aletlerle değildir. Allahü teâlâ ruhlara, aletsiz de iş yapma özelliğini vermiştir. Vefat eden Hızır aleyhisselamın ruhu çok kimseye çeşitli yardımlar yapmaktadır.

Bir kimseye, başkasının bütün organları takılsa, o insanın aklında, düşüncesinde değişiklik olmaz. Marangozun eski aletleri yerine, yeni aletleri gelmiş demektir. Alet değişmekle, marangozdaki bilgi, kabiliyet değişmez. Kesmeyen bir testere yerine, iyi kesen bir testere gelirse, daha kolay iş yapar. Görmeyen gözün yerine sağlam göz takılırsa görür. Kanı, kalbi, beyni de değişse, yine düşünceye tesir etmez. Sağlam organ takılmışsa, daha kolay iş görür; çünkü insan, ruh demektir. Bir insan ölmekle, hatta yanmakla ruh yok olmaz. Sadece aletleri [bedeni] elinden alınmış olur. Ahirette ona yeni aletler verilir, yeni bir beden yaratılır. Ruh, kendisine verilen vücut sayesinde, ya nimete kavuşur veya azaba düçar olur. Yani ya cennete veya cehenneme gider.

Ruhun mahiyetini bilmeyen veya Allah’ın kudretinden şüphe eden kimse, insanın yanınca yok olduğunu, kabir suali ve kabir azabının olmadığını zanneder. Hâlbuki kabir suali ve azabı haktır.

Abdulhak-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet-i kerime ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Velilerin ruhları, diriyken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler.(Mişkat)

Ruh mahlûktur
Sual:
Bazıları, (Kur'an Allah'ın kelamı olup mahlûk olmadığı gibi, insanların ruhu da Allah'ın nefesidir, mahlûk değildir) diyorlar. Ruhlar mahlûk değil mi?
CEVAP
Evet, ruhlar mahlûktur. Bu çok yanlış bir görüştür. İslam âlimleri, (İnsan, ruh demektir) buyuruyor. O zaman insan için mahlûk değil demek ne kadar yanlış, ne kadar tuhaf olur. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Âlimlerden birkaçı, (Yedi şey, yani Arş, Kürsi, Levh, Kalem, Cennet, Cehennem ve Ruh denilen mahlûklar yok olmayacak, sonsuz var olacaklardır) dediler. Bu sözleri, bu mahlûklar, yok olamaz demek değildir. Allahü teâlâ, var etmiş olduğu şeylerden, dilediklerini tekrar yok edecek, dilediklerini de, yalnız kendi bileceği fayda ve sebeplerden dolayı, hiç yok etmeyecek, bunlar sonsuz var olacaklardır. (Mektubat 3/57)

Ruhun ağırlığı ölçülebilir mi?
Sual:
(Biz, ruhu iyi biliriz. Ruhun ağırlığı vardır. Bir kimseyi ölmeden önce tarttık, ölünce 26 gram eksildi. Tecrübeyle sabittir ki, ruhun ağırlığı 26 gramdır) diyenler var. Ruhun mahiyetini bildiren ilim var mıdır?
CEVAP
Ruhun mahiyetini bilmek imkânsızdır. Bir âyet-i kerime meali:
(Ruh hakkında soranlara de ki: Ruh, Rabbimin işlerindendir, ruh hakkında size az bilgi verildi.) [İsra 85]

Allahü teâlâ, (Size az bilgi verdim) buyururken, ruhçuların, Allah'ı yalanlar gibi, (Biz ruhu iyi biliriz) diyerek, ruh hakkındaki söylediklerine itibar edilmez. Sanki ruh bir maddeymiş gibi,(Ağırlığı 26 gramdır) denmesi çok yanlıştır. Çünkü İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Ruh, her şeyden daha latif [maddenin en hafifi olan hidrojen gazından, hattâ bir elektrondan da daha hafif] olduğundan, madde bile olmadığından, her ne ile birleşirse onun hâline, şekline ve rengine girer. (1/99)

Ruhların tanışması
Sual: Bazı kimselerle, daha önce tanışmışız gibi, onları seviyor ve rahatça kaynaşabiliyoruz. Bunun sebebi nedir?
CEVAP
Ruhlar yaratıldığı zaman, birbirleriyle tanışanlar, dünyada da birbirlerini severler. İki hadis-i şerif:
(Müminlerin ruhlarından ikisi, aralarında bir günlük mesafe olduğu hâlde birleşirler. Oysa biri diğerini hiç görmüş değildir.) [İ. Ahmed]

(Ruhlar yaratıldığı zaman tanışanlar, birbirlerine yakınlık gösterirler, tanışmayanlar birbirlerinden nefret edip kaçarlar.) [Müslim]

Ruh mekânsızdır, madde değildir
Sual: Bir hikâyede, bir âlim zat, 1915 yılında Mescid-i Nebevî'nin bir köşesinde ağlarken oranın türbedarı ona neden ağladığını sorar. O da, (Resulullah'la her zaman görüşebilirken şimdi görüşemediğim için ağlıyorum) der. Türbedar, gece Resulullah'ı rüyasında görür. Resulullah'ın türbedara, (Şu an Çanakkale'deyim ve Türk askerlerine yardım ediyorum) buyurduğu söyleniyor. Bu hikâye uydurma değil mi?
CEVAP
Evet, tamamen uydurmadır. Çünkü ruh, madde değildir, aynı anda birden fazla yerde bulunabilir. Çanakkale'deki ruhu, türbedar [kabr-i şerifin bekçisi] görüyor da, âlim olan zat niye göremiyor? Bu, Hristiyan hurafecilerin bir uydurmasıdır. Onlar böyle şeyler uydurup, arkasından, Müslümanlarla alay ediyorlar.

Ahmed ibni Hacer-i Heytemî hazretleri buyuruyor ki: Resulullah efendimiz, ölmek üzere olan herkese göründüğü gibi, çeşitli yerlerde, çeşitli şekillerde, bir anda görülebilir. Bu olaylar, Allahü teâlânın kudretinin büyüklüğünü gösterir. Allahü teâlânın kudretiyle evliya zatların, çeşitli şekiller aldığı çok görülmüştür. Hasan Mûsulî'nin ve başkalarının böyle göründükleri meşhurdur. (Fetâvel-kübrâ c.2 s.9)

Allahü teâlâ, Azrail aleyhisselama aynı anda, birden fazla kişinin canını alma kuvvetini vermiştir. Bunun gibi, biri doğuda, biri batıda iki talebesi olsa, ikisinin de aynı anda eceli gelse, mürşid-i kâmil olan bir zata,ikisine de yetişip, imanla ölmelerine yardım etme gücünü ihsan ediyor. Selefîler, Allahü teâlânın böyle bir kudrete sahip olduğunu anlayamıyorlar.

Ruh ve sütteki yağ
Sual:
Ruhu (Sütteki yağ gibidir) diye tarif etmek doğru olur mu?
CEVAP
Doğru olmaz. Çünkü ruh, madde, cisim değildir. Yağ ise maddedir.

Kur’an-ı kerimde ruhun mahiyetinin bilinemeyeceği bildiriliyor. Ruhun sadece bedeni ayakta tutan, ona canlılık veren bir kuvvet olduğu biliniyor, mahiyeti bilinmiyor. Ruhun ne olduğu değil, daha çok ne olmadığı biliniyor.

İsra sûresinin 85. âyeti, ruhun ne olduğunu anlatmayı men etmektedir. (İslam Ahlakı)

Bedende ruhun bulunması, sütte yağın bulunması gibi değildir. Sütün bir kısmı alınınca yağın da bir kısmı alınmış olur. Ama bir uzvu mesela kolu kesilen kimsenin, ruhunda eksilme olmaz.

Ruh, radyo dalgalarına benzetilebilir. Bu dalgalar madde değildir, yer kaplamazlar, ama (Her yerde vardır) denir. Çünkü her yerde bulunan radyoda ses hâsıl ediyorlar.

Ruh, elektriğe de benzetilebilir. Yanmakta olan bir ampul sökülünce, yani cereyanla olan irtibatı kesilince, cereyanın kuvveti kesilmiş olmaz. Başka bir ampul takılırsa onun da rezistans telini ısıtıp ışık saçmasına sebep olur. Ampul patlayınca cereyan yok olmadığı gibi, insan ölünce ruhu da ölmüş olmaz.

Salih bir kimsenin yüreği, fâsık kimseye veya kâfire takılınca, o kimsenin kalbi yine hep günah işlemek ister, kötü düşünür. Tersine, fâsık insanın yüreği, salih bir kimseye takılırsa, o kimsenin kalbi yine günah işlemek istemez, hep iyi düşünür. Kalb ayrı, yürek ayrıdır. Kalb de ruh gibi madde değildir. Madde ve cisim olan yüreğin manevi bir fonksiyonu yoktur. Öldükten sonra çürüyüp gidecektir. Yahut hayvan yese veya yansa fark etmez. Çünkü insan ruh demektir. Beden değişse de ruh değişmez, azalma çoğalma olmaz. Bunun için, (Ruh sütteki yağ gibidir) demek yanlıştır.

Uydurma hikâye
Sual:
Geçen günkü bir yazıda Peygamber efendimizin Çanakkale’de savaşan Müslümanlara yardım ettiği inkâr ediliyor. Mucize nasıl inkâr edilir?
CEVAP
Hâşâ hiçbir Müslüman, mucizeyi inkâr etmez. Peygamber efendimiz de, evliya zatlar da Allah’ın izniyle yardım eder. O yazıda, (Peygamberimiz savaşta yardım etmedi, evliya zatlar yardım edemez) denmiyor. Hikâyedeki çelişki şuradadır:
Resulullah efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", Çanakkale’de savaştığı, yani kabri şeriflerinde olmadığı için, âlim bir zat göremiyor, fakat türbe bekçisi görebiliyor. Çanakkale’de savaşınca görülmüyorsa, bekçi nasıl görüyor? (Rüya bu, uzakta da olsa görülebilir) denirse, her gün gören âlim zat niye göremiyor? Hikâyeyi uyduran, bu çelişkiyi hesaba katmamış. (Falanca sâlih kimse, bu hikâyeyi anlattı) deniyor. Dinde herkesin sözü ölçü olmaz. Ruhlar her yere gider. Medine’de olan da görür, Amerika’da olan da görür. Bekçinin gördüğünü âlim zat da görür. Ama âlim bir zatın gördüğünü bekçi göremeyebilir. Çelişkili hikâye uydurup, tasavvuf düşmanlarına tenkit fırsatı vermemelidir.

Ruhun ve nefsin gıdası
Sual: Ruhun ve nefsin gıdasının, lezzetlerinin farklı, birbirine zıt olduğu kitaplarda bildirilmektedir. Buna rağmen ruh nasıl oluyor da nefsin gıdasını kendi gıdası zannedebilir?
Cevap:
Konu ile alakalı olarak Mektûbât kitabının 99. mektubunda buyuruluyor ki:
“Ruh ile ceset, her bakımdan, birbirinin aksi, zıddı olduğundan, bunların bir arada kalabilmesi için, Allahü teâlâ, ruhu nefse âşık etti. Bu sevgi, bunların bir arada kalmasına sebep oldu. Kur’ân-ı kerim, bu hâli bize haber veriyor. Vettîn suresinin bir âyetinde mealen;
(Biz insanın ruhunu, güzel bir surette yaratıp, sonra en aşağı dereceye indirdik) buyuruldu. Ruhun bu dereceye düşürülmesi ve bu aşka tutulması, kötülemeye benzeyen bir metih, övgüdür. İşte ruh, nefse karşı olan bu aşkı, sevgisi sebebi ile, kendini nefis âlemine attı ve nefse tabi, esir oldu. Hatta, kendinden geçti, kendisini unuttu, nefs-i emmare hâlini aldı. Ruh, her şeyden daha latif, maddenin en hafifi olan hidrojen gazından, hatta bir elektrondan da daha hafif olduğundan, madde bile olmadığından, her ne ile birleşirse onun hâline, şekline ve rengine girer. Kendini unuttuğu için, evvela kendi âleminde, derecesinde iken, Allahü teâlâya olan bilgisini de unuttu, cahil ve gafil oldu. Nefis gibi cehalet karanlığı ile karardı. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu, acıdığı için, Peygamberler gönderip, bu büyükler vasıtası ile ruhu kendine çağırdı ve sevgilisi olan nefse uymamasını, nefsi dinlememesini ona emretti. Ruh bu emri dinleyip, nefse uymaz, ondan yüz çevirir ise, felaketten kurtulur. Yok eğer, başını kaldırmaz, nefisle beraber kalmak, bu dünyadan ayrılmamak isterse, yolunu şaşırır, saadetten uzaklaşır.

İşte ruh, bu hâlde kaldıkça, nefsin gafleti, cahilliği, ruhun da gafleti, cehaleti olur. Yok eğer, ruh, nefisten yüz çevirir, ondan soğur, onun yerine Allahü teâlâyı severse ve kendi gibi, bir mahluku sevmekten kurtulup, sonsuz var olana âşık olup, bu aşk ile kendinden geçerse, zahirin, yani nefsin gafleti, cehaleti, batına, yani ruha sirayet etmez. O, Allahü teâlâyı bir an unutmaz. Nefsin gafleti, ona nasıl tesir etsin ki, o nefisten, tamamen ayrılmıştır. İşte bu vakit, zahir gaflette iken, batın âgâhtır, uyanıktır. Her an Rabbi iledir.”

Kalp ve ruhun mahiyeti
Sual: Ruh nasıl ve ne şekilde bir varlıktır, yaratılanlardan nelere benzemektedir?
Cevap:
Kalp ve ruha, eski Yunan felsefecileri ve bunların taklitçileri, Nefs-i nâtıka, kısaca nefis demişlerdir. Halbuki, tasavvuf ve ahlak bilgilerinin mütehassısı olan İmâm-ı Rabbânî hazretleri, nefsin, kalbin ve ruhun birbirinden farklı varlıklar olduklarını ve Nefs-i nâtıka, nefsin ismi olduğunu bildirmektedir. İsrâ sûresinin 85. âyetinde meâlen;
(Sana ruhtan soruyorlar. 'Ruh, Rabbimin yarattığı varlıklardan biridir' diye cevap ver) buyuruldu.

Bu âyet-i kerime, ruhun ne olduğunu anlatmayı menetmektedir. Bunun içindir ki, İslâm âlimleri, ruhun ne olduğunu konuşmaktan sakınmışlardır. Fakat, Kur’ân-ı kerimden anlaşılıyor ki, ruhun yalnız hakikatini, ne olduğunu konuşmak yasaktır. Yoksa hassalarını, özelliklerini anlatmak yasak değildir. Bunun için, âlimlerin çoğu, talebeye ve sual edenlere, kalbin ve ruhun cisim olmadıklarını, bir Cevher-i basît olduklarını söylediler. Aklın erdiği bilgileri anlayan, his organlarından beyne gelen duyguları alan, bedendeki bütün kuvvetleri, hareketleri idare eden, kullanan hep bu ikisidir. Tasavvuf büyükleri, kelam âlimleri böyle söylemişlerdir.

Sual: İnsan ölünce, ruhu ne olur, bir yere gider mi yoksa yok mu olur?
Cevap:
İnsan ölünce, ceset çürüyünce, kalp ve ruh yok olmaz. Ölmek, bunların bedenden ayrılması demektir. Bedenden ayrılınca, mücerred yani maddi olmayan âleme karışırlar. Kıyamete kadar yok olmaz. Din âlimleri, felsefeciler ve mutaassıp olmayan fen adamları böyle söylemiştir. Tabiatçılardan az bir kısmı, bu söz birliğinden ayrılmış, doğru yoldan kaymıştır. Bunlar, insanı, çöldeki otlara benzettiler. İnsan ot gibi biter, büyür, yok olur, ruhu kalmaz dediler. Böyle söyledikleri için Haşhaşîler, yani Otçular adı ile anıldılar. Din âlimleri ve felsefeciler, bu otçuların düşüncelerini çeşitli delillerle reddettiler.

Ruh âlemini akıl ile anlamak
Sual: Kendi aklını ölçü alıp, tasavvuf âlimlerinin, ruh âleminden keşif yoluyla anlayıp bildirdiklerini, akla uygun değildir diye kabul etmemek, akla da ilme de uygun olur mu?
Cevap:
Bu konuda Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretleri buyuruyor ki:
“Milyonlarca yıldızın bir araya gelip bir sistem kurduğunu ve her sistemin boşlukta bozulmadan hareket ettiğini söyleyen astronomi adamlarının sözlerine, görmeden inanıldığı gibi, tasavvufçuların keşfettikleri, bildirdikleri âlem-i misâl ve ruh âlemine de inanmak lazım gelir.”

İnkâr edenlere değil, haber verenlere inanmak doğru olur. Aklı olan, fen bilgisinden haberi olan, Allahü teâlânın varlığını ve birliğini hemen anlar ve ispat eder. Ahirete inanmak, böyle değildir. Buna, Allahü teâlâ haber verdiği için inanılır. Halbuki, akla uyan kimsenin, kendisi bu ruh âlemine ve sırlarına kavuşamasa, bilemese de, bunu, hiç olmazsa, olmayacak şey değildir diyerek, reddetmemesi lazımdır. Nitekim, akla uyanların önderlerinden olan İbni Sînâ;
“Olamayacağı ispat edilemeyen bir şeye, olamaz dememelidir. Çünkü, ispat etmeden olamaz demek, anlamadığına inanmamak gibi, ayıp ve kusurdur” demiştir.

 
Geri dön
 
 
Dini Konularda Ara:


detay.asp?Aid=4787
detay.asp?Aid=4787
İhlas Vakfı
Dünya İçin Paylaşma Vakti
Online Bağış Yapmak İçin
Güncelleme Tarihi
21 Kasım 2024 Perşembe
Sitemizdeki bilgiler, bütün insanların istifadesi için hazırlanmıştır.
Orijinaline sadık kalmak şartıyla, izin almaya gerek kalmadan,
herkes istediği gibi alıp istifade edebilir.
AnaSayfam Yap   |    Favorilere Ekle   |    RSS
Ziyaretçi Sayısı

Hosted by İhlas Net