Sual: Evliya nasıl tanınır, vasıfları nelerdir?
CEVAP
Çalışmak farz olduğu için, enbiya ve evliya da çalışır. Mesela Âdem aleyhisselam, çiftçilikle uğraşırdı. Nuh aleyhisselam marangoz, Davud aleyhisselam demirci idi. Evliya-i kiram da çeşitli meslek sahibi idiler. Allahü teâlâ, (Sevdiklerimi [evliyamı] halkın içinde saklarım, herkes tanıyamaz) buyuruyor. Onları tanıyan kimseler az da olsa vardır.
Evliyanın vasıflarından bazıları şöyle bildirilmiştir:
1- Evliyanın kerameti olur. Gaybı yalnız evliya değil, melekler ve hatta Peygamberler bile bilmez. Ancak Allahü teâlâ, dilerse, herhangi bir kuluna da bildirir. Peygamber efendimizin gaybı bildiren çok mucizesi vardır. Evliyanın da gaybı bildiren çok kerametleri görülmüştür.
2- Evliyayı gören kimsenin gönlü ona mail olur. Evliyanın her sözü, her hareketi İslam’a uygundur. Yanında bulunan kimselerin kalblerinde Allah korkusu ve Allah sevgisi hâsıl olur. Başka şeylerden soğur. Evliya, ölü kalbleri diriltir. Kalblerdeki pası temizler. Onun yanında duranın günah işleme arzusu yok olmaya başlar.
3- İtikadında bozukluk olan evliya olamaz. Amelde ve itikadda bid’atin zulmeti, evliyalık nurunun kalbe girmesine mani olur. Kalb, bid’atlerden temizlenmedikçe ve doğru itikad ile süslenmedikçe, hakikat güneşinin ışıkları oraya giremez.
4- Evliya bütün kötü huylardan uzaktır. İyi huylarla süslenmiştir. Kendisine zulmedeni affeder, darılana iyilik ve ihsanda bulunur. Onda mal, mevki ve şöhret hırsı bulunmaz. Övülmeyi sevmez. Yerilmekten korkmaz. Tevazu sahibidir. Kendisini kimseden üstün görmez. Hiç kimseyi aşağılamaz. İlim sahibidir, ihlâsla amel eder. Kimsenin zararını istemez. Herkese merhamet eder, acır. İnsanların saadeti için çalışır. Sözünde durur. Emanete riayet eder. Kimseye hıyanet etmez. Suizan, gıybet ve fitneden kaçar. Haklı olsa da münakaşa etmez. Belalara, sıkıntılara göğüs gerer. Nimetlere şükreder. Ehline danışarak iş yapar. Günah işlemekten ve bilhassa imansız gitmekten çok korkar. Çok istigfar eder.
Kısacası evliya en iyi insan demektir. Muhammed Salim hazretlerine, (Bir kimsenin evliya olduğu nasıl anlaşılır?) dediklerinde, (Tatlı dili, güzel ahlakı, güler yüzü, cömertliği, münakaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesi ile bir kimsenin veli olduğu anlaşılır) buyurdu.
Eskiden evliya çok idi
Eskiden Abdülkadir-i Geylani, imam-ı Rabbani ve Ahmed Rıfai hazretleri gibi mürşid-i kâmil olan evliya var idi. Evliya oldukları bazı vasıfları ile bilinirdi. Böyle zatların vasıfları kitaplarda bildirilmiştir. Allahü teâlânın sevgisine kavuşmuş olana Evliya denir. Başkalarının da kavuşmalarına vasıta olana Mürşid denir. Mürşid-i kâmilin, yani rehberlik eden evliyanın alameti, itikadının düzgün olması ve İslam ahkâmına tam uymasıdır. Sözleri, hareketleri İslam ahkâmına uygun olmayan zat, havada uçsa da, rehber olamaz. Evliya ile konuşmak ve onu görmek, Allahü teâlâyı hatırlamaya sebep olur. Allahü teâlâdan başka her şey kalbe soğuk gelir. Allahü teâlâ, (Evliyam şunlardır ki; ben anılırsam, onlar hatırlanır, onlar hatırlanınca ben anılırım) buyuruyor. Resulullah efendimize, evliyanın alametleri sorulunca, (Onlar görülünce Allah hatırlanır) buyurdu. Bugün yapılacak iş, eskiden yazılmış, İslam âlimlerinin kitaplarını okumaktır.
Mürşidin vasıfları
Eski mürşidlerin vasıflarından birkaçı şöyledir:
1- Lüzumlu akaid ve fıkıh bilgilerine vâkıf idiler. Fıkıh bilmeyen evliya olamaz.
2- Hep güler yüzlü olup, bir anne şefkati ile talebeyi terbiye ederler idi.
3- Hiç bir talebenin parasında gözü olmazdı. (Allah’ın evliyası, cömertlik ve güzel ahlak üzere yaratılmıştır) hadis-i şerifine uygun vasıfta olup, talebelerine elinden gelen yardımı yaparlar idi.
4- Talebelerinin sırlarını gizli tutarlardı. (Seçilmişlerin kalbleri sırların mezarıdır) denirdi.
5- (Üstada da, talebeye de saygılı olun) hadis-i şerifine göre merhametli ve tevazu sahibi idiler.
6- (Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen vardır) mealindeki âyet-i kerime mucibince ilimleri ile büyüklenmezlerdi.
İlmi ile mağrur olanlar, ilimleri az olanlardır. Az bir şey öğrenince her şeyi öğrendiklerini zannederler. Fazla bilgi sahibi olanlar, ilmin sınırsızlığını ve sonuna ulaşmaktan aciz olduklarını bildiklerinden tevazudan ayrılmazlar. Zaten âlim, bilmediklerinin bildiklerinden çok olduğunu bilen zattır.
7- Bilmedikleri olursa, “Bilmiyoruz” demekten çekinmezlerdi.
Peygamber efendimiz de, bütün yaratılmışların en üstünü olduğu halde, (Bilmiyorum, Cebrail aleyhisselama sorayım da öyle cevap vereyim) buyurmuştur. Hazret-i İbni Abbas da (Bilmiyorum diyemeyen helak olmuştur) buyuruyor.
8- Malayani, yani boş konuşmazlardı.
9- Talebeleri de üstün kimselerdi. Her talebe, Allahü teâlânın sevgisi ile ve Onun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanardı. Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın haldeydi. Uykuları kaçar, gözyaşları dinmezdi. Geçmişteki günahlarından utanarak başını kaldıramaz, her işinde Allah’tan korkar, titrerdi. Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınırdı. Her işinde sabreder ve affeder, her geçimsizlikte, sıkıntıda kusuru kendinde görürdü. Her nefeste Allah’ı düşünür, gaflet ile yaşamaz, kimseyle münakaşa etmezdi. Bir kalbi incitmekten korkar, kalbleri Allahü teâlânın evi bilirdi. Eshab-ı kiramın hepsini, “radıyallahü teâlâ anhüm ecmain” diyerek iyi bilir, hepsinin iyi olduğunu söylerdi.
10- İlmiyle amildiler. Yani bildikleriyle amel ederlerdi. Bildiği ile amel etmeyen, kendi görüşünü din gibi ortaya atan ve bölücülük yapanlar kötü âlimlerdir. Kötü âlimler Kur’an-ı kerimde (Kitap yüklü merkebe) benzetilmiştir. (Cuma 5)
Bilin ki, evliyada üç alamet bulunur:
Biri, görenin gönlü, hep ona mail olur.
İkinci alameti sohbetten anlaşılır,
Her ne dese, dinleyen sözüne kail olur.
Üçüncüsü şöyledir, onun cümle azası,
Dinin edepleriyle, her zaman âmil olur.
Evliyayı sevenler ona gönül verenler,
Sayısız nimetlere şüphesiz nail olur.
Basireti açılır, gafleti zail olur.
Üveysilik nedir?
Sual: Üveysilik nedir?
CEVAP
Peygamber efendimiz veya evliyanın ruhları ile terbiye edilene üveysi denir. Kitaplardaki bilgiler şöyle:
Evliyadan birine üveysi olmak için her gün tenha bir yerde iki rekât namaz kılıp, bir Fatiha okuyup, sevaplarını onun mübarek ruhuna göndermeli, bir müddet onun ruhunu düşünmeli. Birkaç gün sonra onun üveysisi olunur. (Dürr-ül-mearif)
Evliyadan birinin üveysisi olmak için tenha bir yerde iki rekât namaz kılıp, sevabını o velinin ruhuna gönderip ruhunu düşünerek beklemelidir. (Makamat-i Mazheriyye)
Üveysi olmak için itikadın düzgün olması ve dinimizin emirlerine uyulması gerekir. Ayrıca, çok sevmek de şarttır. Böyle bir kimse, istediği velinin üveysisi olabilir. Üveysi olan da, o veli tarafından terbiye edilerek yükselir.
İmam-ı Rabbani hazretleri gibi Resulullah efendimizin vârislerinden birine üveysi olan, aynı zamanda Resulullaha da üveysi olmuş olur.
Evliyanın farkı
Sual: Evliya da insan olduğuna göre, diğer insanlardan farkı nedir?
CEVAP
Evliya da insandır; fakat bir veli, evliya olmamış binlerce Müslümandan üstündür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hiç bir şey, mislinin, bin katı olamaz. Fakat gerçek mümin, [veli kul, arif-i billah] bin insandan daha iyidir.) [Taberani]
Kur'an-ı kerimde de bu müminlerin yani evliyanın, ariflerin üstün olduğu bildiriliyor:
(Siz gerçekten mümin iseniz, çok üstünsünüz.) [Al-i İmran 139]
Evliya ve mürşid-i kâmil
Sual: Her evliya aynı zamanda mürşid-i kâmil midir?
CEVAP
Her mürşid-i kâmil evliyadır; ama her evliya mürşid-i kâmil değildir, hatta mürşid bile olmayabilir. Mürşid-i kâmil, bütün işleri, İslamiyet’e uygun olan, tasavvuf ilminde uzman Ehl-i sünnet âlimi demektir. Derin âlim yani müctehid olmayan, mürşid-i kâmil olamaz. Başka ilimlerin uzmanlarına kâmil denmez. Mürşid-i kâmil, ictihad derecesinde yüksek âlim olduğu için, hem ilim, hem de marifet sahibidir. Buna, (Zül-cenahayn) denir. Akılla anlaşılan bilgilere (ilim), kalble anlaşılan bilgilere (marifet) ve (irfan) denir.
İnsan çalışmakla evliya olabilir; fakat mürşid-i kâmil farklıdır. Mürşid-i kâmil, hem zahiri ilimlerde, hem de tasavvuf bilgilerinde ihtisas sahibidir. Kâmil ve mükemmildir, yani hem yetişmiştir hem de başkalarını yetiştirebilme kabiliyetine sahip büyük âlimdir.
Bir kimse, kitap okumadan evliya olabilirse de, mürşid olamaz. Mürşidin, müctehid olması ve marifette, (Vilâyet-i hassa-i Muhammediyye) mertebesinde bulunması lazımdır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Mürşid-i kâmilin bakışları, kalb hastalıklarına şifa verir. Onun teveccühü, yani kalbini bir kimseye çevirmesi, kötü, çirkin huyları insandan siler, süpürür.)
Abdulhak-ı Dehlevi hazretleri de buyuruyor ki:
(Mürşid-i kâmillerin en üstünleri, dört mezhep imamlarıdır. Bu dört imam, İslâm dininin dört temel direkleridirler.)
Ulema ve evliya
Sual: Âlimler mi daha üstündür, yoksa tasavvuf yolunda ilerleyen evliya mı?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İlim öğrenen kimse, nefsine uyarak günah işlerse, kendine zarar yaparsa da, onun ilminden faydalananlar olur. Kendini yakarsa da, başkalarının kurtulmasına sebep olur. Tasavvuf yolunda ilerlemeye çalışan kimse, kendini kurtarmakla uğraşır. Başkalarına faydası olmaz. Dinimiz, insanların saadetine çalışanları, kendini kurtarmaya çalışanlardan, daha üstün tutar. Tasavvuf yolunda ilerleyen bir kimse, tasavvufta bildirilen makamlara erer ve sonra insanları davet etmek vazifesiyle şereflendirilirse, İslamiyet'i bildirenlerden, herkesi saadete erdirenlerden olur. İslam âlimleri gibi üstün ve kıymetli olur. Bu, Allahü teâlânın öyle bir nimetidir ki, dilediği seçilmişlere ihsan eder. Onun ihsanı pek büyüktür. (1/48)
Eski mürşidler
Sual: Eskiden Mürşid-i kâmil olan zatlar, müridlerinin hallerinden nasıl haberdar olurdu?
CEVAP
Bazıları, Hazret-i Ömer’in gördüğü şekilde, televizyon ekranındaki gibi net görürlerdi, buna tayy-i mekân denir. Bazıları da, tevilli olarak, yani alametlerini görüp anlarlardı. Bazıları da, hiç görmeden kalblerine ilham olunurdu.
Bid'at ehli evliya olamaz
Sual: Evliya zatların hepsi Ehl-i sünnet miydi? Bid’at ehlinden evliya olamaz mı?
CEVAP
Bid’at ehli, hakiki Müslüman değil ki, evliya olabilsin. Tasavvuf büyüklerinin hepsi, Ehl-i sünnet idi. Bid’at sahiplerinden hiçbiri, Allahü teâlânın marifetine yaklaşamamıştır. Evliyalık nurları, bunların kalblerine girmemiştir. Amelde ve itikatta olan bid’atin zulmeti, evliyalık nurunun kalbe girmesine mani olur. Kalb, bid’at pisliklerinden temizlenmedikçe ve Ehl-i sünnet itikadıyla süslenmedikçe, hakikat güneşinin ışıkları oraya giremez. O kalb, yakîn nuruyla aydınlanamaz. (Merec-ül-bahreyn)
Allah’ı hatırlatan zat
Sual: (Bir kimse, görülünce veya sohbetine gidilince, eğer dünya sevgisi unutuluyor, âhirete rağbet artıyorsa, o kimse Allah adamıdır) deniyor. Bu söz doğru mudur?
CEVAP
Evet, doğrudur. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Evliya görülünce, Allah hatırlanır.) [İbni Mace]
(Evliya o kimselerdir ki, onlar görülünce, Allah hatırlanır.) [İbni Ebi Şeybe, Ebu Nuaym]
(Hak teâlâ, “Ben anılınca evliyam hatırlanır, onlar anılınca, ben hatırlanırım” buyurdu.) [İ. Begavi - Mesabih]
(Öyle zatlar var ki, Allah’ı hatırlamanın anahtarıdır. Onlar görülünce Allah hatırlanır.) [Taberanî]
(Her âlimin sohbetine gitmeyin! Ancak şu beş şeyden sakındırıp, diğer beş şeye davet eden âlimin sohbetine gidin!
1- Şekten, yakîne sevk eden, [Şüpheli inanıştan sakındırıp kesin imana yönlendiren]
2- Kibirden uzaklaştırıp, tevazua yönelten,
3- Nefreti, düşmanlığı bıraktırıp, hayra sevk eden,
4- Riyadan uzaklaştırıp, ihlâsa çeviren,
5- Dünyadan, zühde [tamahtan, tok gözlü olmaya] çağıran.) [Asakir]
Görülünce Allah’ı hatırlatan zatların sohbetine gitmeli, böyle zatları sevenlerle beraber olmaya çalışmalı. Böyle büyük zatlar bulunmazsa, onların kitaplarını okumalı, çünkü (Kitap okumak, sohbetin yarısıdır) buyurulmuştur.
Evliyayı hatırlamak
Sual: Hadis düşmanı biri, (Allahü teâlâ buyurdu ki: Ben zikrolununca Evliyam hatırlanır. Onlar zikrolununca da ben hatırlanırım) mealindeki hadis için, (Bu hadis, Kur'anın tevhid inancına aykırıdır) diyor. Bir hadis, tevhid inancına aykırı olur mu?
CEVAP
Sanki hadis-i şerifin tevhid inancı ile Kur'an-ı kerimin tevhid inancı farklı gibi ayrım yapılıyor. Kimi mezhepsizler de, (Bu hadis, Kur'an-ı kerimin ruhuna aykırıdır) diyorlar. Kur'anın ruhu, hadisin ruhundan farklı gibi, ayrı bir yol çıkarıyorlar. Kur'an-ı kerimde, Peygamberlerin yoluyla Allahü teâlânın yolunu ayıranların kötü hâli bildiriliyor:
(Allah ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp, ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, kâfirdir.) [Nisa 150,151]
Hiçbir hadis-i şerif, elbette tevhid inancına aykırı olamaz. Bu hadis-i şerifi, Ebu Nuaym ve İmam-ı Begavi gibi büyük hadis âlimleri bildiriyor. Yine, bu konudaki iki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Evliya görülünce, Allahü teâlâ hatırlanır.) [İbni Mace, Hakim-i Tirmizi]
(Gördüğünüzde sizlere Allah'ı hatırlatan, konuşması ilminizi artıran, ilmi ahireti düşünmenize yarayanla beraber olun!) [Ebu Ya'la]
Mürşid-i kâmil yok mu?
Sual: (Bugün evliya, mürşid, dergâh, tarikat yoktur. Bunun için dînî anlamda emîr yoktur) deniyor. Bunlar doğru mu?
CEVAP
(Evliya, mürşid-i kâmil yok) demek, hattâ mürşid olarak bilinen zatlara, mürşid değil demek çok yanlıştır. Dünya evliya zatlardan boş değildir. Belki azdır, ama mutlaka vardır. Yok demek, akıldan veya ilimden noksanlık alametidir. Din kitaplarında birler, üçler, yediler, kırklar, beş yüzler gibi adlandırılan Evliya zatlardan bahsedilir. Ebdal denilen evliya her zaman bulunur. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(40 kişi olan ebdallerin bereketiyle düşmana galip gelir, beladan kurtulursunuz.) [İ. Asakir]
(Yeryüzünde her zaman [ebdallerden] kırk kişi bulunur. Her biri İbrahim aleyhisselam gibi bereketlidir. Bunların bereketiyle yağmur yağar.) [Taberani]
Peygamber efendimiz böyle buyururken hâşâ o nasıl yalanlanabilir?
Evliya zatları herkesin tanıması elbette zordur. Âlimlerimiz, (Allahü teâlâ, rızasını taatte, gazabını günahlarda, orta namazı beş vakit namazda, evliyasını halk arasında, Kadir gecesini Ramazan ayı içinde gizlemiştir) buyuruyor. Zaten ben evliyayım diyen, veli değildir. Evliya zatlar, kendilerini gizler. Bunun için evliyayı tanımak zordur. Piyasada, (Ben evliyayım, ben mürşidim) diyen çok olsa da, bunlara itibar etmemeli.
Üçler, yediler, kırklar gibi adlandırılan Evliya zatlar nasıl inkâr edilir? Bir hadis-i şerif:
(Her asırda salih zatlar vardır. Bunlar 500 kişi olup kırkı ebdaldir.) [Ebu Nuaym]
Ayrıca her asırda gelen, müceddid olan büyük âlim ve evliya zatlar da vardır. Bir hadis-i şerif:
(Allahü teâlâ, her asırda dinini yenileyecek bir müceddid gönderir.) [Ebu Davud]
Dini bid’atlerden temizleyen müceddid zatları inkâr etmek daha kötüdür. Müceddidlerin çoğu mürşid-i kâmildir. Her zaman Ehl-i sünnet olan, doğru bir taife de [bir grup] bulunur. Bunların başında bir emîr, bir mürşid-i kâmil vardır. Bu taife Kıyamete kadar devam eder. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ümmetimden bir taife [grup], Allah’ın emriyle hak üzere hareket etmekte devam eder.) [Buhari]
Hak üzere olup da mürşidsiz bir taife, bir grup düşünülemez.
Mişkat’taki, (Ümmetim arasında, doğru yolda olanlar, her zaman bulunur. Onlara karşı çıkanlar, doğru yolda olan bu kimselere zarar veremez.) hadis-i şerifi de gösteriyor ki, (Evliya yok, mürşid-i kâmil yok, emîr yok) diyenler, Kıyamete kadar devam edecek olan doğru gruba asla zarar veremez.
Dinimizin yayılması, eskiden tekkeyle, dergâhla olurdu. Tekke, dergâh yok diye, mürşid yok demek ahmaklıktır. Mürşid, bir tekkede, dergâhta oturan zat değildir.
Mürşid-i kâmil, bütün sözleri, bütün işleri, İslamiyet’e uygun olan, İslâmiyet'i iyi bilen Ehl-i sünnet âlimidir. İnsanların Allahü teâlânın rızasını kazanmalarına vasıta olan zattır. (İslam Ahlakı)
Mürşid-i kâmile kavuşmak, en büyük saadettir. Onu aramak birinci vazifedir. Hakiki Mürşid, kıyamete kadar mevcuddur. Halis olan taliblere kendisini tanıtır. Düşmanlardan, ahmaklardan saklanır. (Hak Sözün Vesikaları)
(Dünyada böyle insan yok) demek ilmî değil, indîdir. Nefis, kimseye tâbi olmak, itaat etmek istemez. Emîrsiz yaşamak ister. (Ben kitaplara uyarak dinimi yaşarım) der. Hâlbuki dinimizde emîrlik çok önemlidir. 2-3 kişi bile bir araya gelse, biri emîr tayin edilir ve o emîre uyulur. Emîrsiz, başıboş dine hizmet olmaz. Bunun için Hazret-i Ali de, (Mutlaka bir emîr tayin edin! Emîrsiz olmak şeytanla beraber olmaktır) buyuruyor.
Evliya, işlerinde hiç hata yapmaz
Sual: İnsanları, Peygamber Efendimizin bildirdiği yola davet eden ve kendilerine "Mürşid-i kâmil" denilen zatlar, yaptıkları işlerde hata yapmaz mı?
Cevap: Bu konuda, İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Müslüman olmak için, dünyaya yani haramlara kıymet vermemek lazımdır. Dünyayı hatırlamayı da kalbinden çıkarana salih Müslüman denir. Helal olsun, mubah olsun, mâ-sivâyı, yani Allahü teâlâdan başka her şeyi hatırlamayı kalbinden çıkarmaya fenâ-fillah denir. Buna kavuşan Müslümana velî, evliyâ denir. İnsanları Müslüman ve salih yapmak için uğraşan veliye mürşid denir. Evliya, her şeyi öğrenir, bilir. Ahkâm-ı İslâmiyyeye, dinin hükümlerine uymakta, dünya işlerinde aklını kullanır. Hesabını yapmakta, sanatında, ticaretinde hiç hata yapmaz. Fakat, aklındaki düşünceler, kalbine sirayet etmez, bulaşmaz. Dünyayı seven, hatırlayan kalp, hastadır. Kalbin temiz olması, dünya dediğimiz şeyleri sevmekten, hatırlamaktan kurtulması demektir.”
Himmet etmek ne demektir?
Sual: Bazı kitaplarda din büyükleri için himmet etti tabiri geçiyor, böyle bir şey var mıdır varsa himmet etmek ne demektir?
Cevap: Bu konuda Reşehât kitabında, Ubeydullah-i Ahrâr hazretlerinin şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
“Himmet etmek, Allahü teâlânın isimleri ile münasebeti olan bir zatın, kalbinde yalnız bir işin yapılmasını bulundurması demektir. Bu şeye teveccüh eder, kalbine bundan başka hiçbir şey getirmez, yalnız, o işin yapılmasını ister. Allahü teâlâ da o işi yaratır. Allahü teâlânın âdeti böyledir. Kâfirlerin himmet ettikleri şeylerin de hasıl oldukları görülmüştür. Allahü teâlâ, bana da bu kuvveti ihsan etmiştir. Fakat, bu makamda edeb lazımdır. Edeb de, kulun kendisini Hak teâlânın iradesine tabi etmesidir. Hakkı kendi iradesine tabi etmemektir. Hak teâlânın fermanına muntazır, hazır olmaktır.” Hâce Muhammed Yahyâ hazretleri de buyurdu ki:
“Tasarruf sahipleri üç nevdir: Bir kısmı, Allahü teâlânın izni ile, her istedikleri zamanda, diledikleri kimselerin kalbinde tasarruf ederek, onu yüksek makamlara eriştirirler. Bazısı, Allahü teâlânın emri olmadan tasarruf etmez. Emir olunan kimseye teveccüh ederler. Bir kısmı ise, kendilerine bir sıfat, bir hâl geldiği zaman kalplere tasarruf ederler.”
İslâm alimlerinin yazdıkları nasihattir
Sual: İslâm alimleri, din büyükleri, dinin emir ve yasaklarını, sözle ve yazı ile bildirerek, talebelerine ve sevenlerine hep nasihat etmişler midir?
Cevap: Evet hep nasihat etmişlerdir. Mesela Muhammed Ma’sûm hazretleri Mektûbât kitabında, sevenlerine hitaben, nasihat olarak buyuruyor ki:
“Yazıklar olsun, ömür geçti, gitti. Bir hayırlı iş yapmadım. Dünyanın vefasız, yalancı olduğu, şimdi daha iyi anlaşıldı. Hayatı, hayal oldu. Fitneleri, dertleri bitmedi. Ahbap, arkadaşlar, öldüler, gittiler. Bu halleri görüp de, gafletten uyanmıyor, ibret almıyoruz. Pişman olmuyoruz. Tevbe etmiyoruz. Gaflet devam ediyor, günahlarımız artıyor. Allahü teâlâ, Tevbe sûresinin 127.ci âyetinde meâlen; (Görmüyorlar mı ki, her sene, bir iki kere, dertlere, belalara yakalanıyorlar. Yine tevbe etmiyor, pişman olmuyorlar) buyurdu. Bu nasıl imandır? Nasıl Müslümanlıktır? Ne kitaptan, ne sünnetten nasihat alınıyor. Ne de, başa gelen dertlerden, hadiselerden ibret alınıyor. Uzun seneler, beraber yaşadıkları, birlikte gezip dolaştıkları, yiyip içtikleri, yatıp kalktıkları ahbaplarını, arkadaşlarını düşünsünler. Sevdiklerinin, birlikte eğlendiklerinin, yardımcılarının ne olduklarını görmüyorlar mı? Hiçbirinden bir şey kaldı mı? Onlardan haber verenler var mı? Ömürlerinin harmanını rüzgar götürdü.
Ya Rabbi! Onların ecrinden, feyzinden bizi mahrum eyleme! Onlardan sonra, bizi fitnelere düşürme! Biz garipler, birkaç günlük ömrümüzü gaflet ile geçirmemeye gayret edelim. Tavşan uykusu ile yaşamayalım! Kalplerimizi geçici, yaldızlı, sahte lezzetlere kaptırmayalım! Bu zehirli tatlılıklara aldanmayalım! Allahü teâlânın emir ettiği ibadetleri, razı olduğu iyi işleri yapalım! Nefis ve şeytanın ve kötü kimselerin yalanlarına, fitnelerine inanmayalım! Kabir ve kıyamet azaplarını düşünerek, kendimizi şimdiden koruyalım! Bu kısa hayat ve aslı olmayan görünüşü bırakıp, ölmeden ölmekle şereflenelim! Aslımızın hiç olduğunu düşünelim! Emanet edilen ziynetleri takarak övünen ahmak kimse ile herkes alay eder. Bozuk, hileli mal satanı kimse sevmez. Varlık ve var olana yakışan her şey, hakiki var olanındır. Önü ve sonu yokluk olanın, kemali, kendi yokluğunu anlamasıdır. Kişi noksanını bilmek gibi, irfan olmaz!”