Vehhabiler diyor ki:
(Mezarlar üzerine türbe yapmak ve türbelerde namaz kılmak ve orada hizmet ve ibadet edenlere kandil yakmak ve ölülerin ruhlarına sadaka adamak, caiz değildir. Haremeyn halkı şimdiye kadar kubbelere, duvarlara tapındı. Sünniler ve Şiiler bunun için müşriktir. Bunları öldürmek, mallarını yağma etmek helaldir, kestikleri leş olur.)
CEVAP
Türbe, oda demektir. Türbe yasak olsaydı, Eshab-ı kiram, Resulullah efendimizi ve Hazret-i Ebu Bekir’i ve Hazret-i Ömer’i oda içine defnetmezlerdi. Türbe, ölüye tapınmak için yapılmaz. Ona sevgi ve saygı göstermek ve okumaya, dua etmeye gelenleri yağmurdan, güneşten korumak için yapılmaktadır.
Mecmaul-enhür’de, diyor ki:
(Muhammed bin Hanefiyye, Abdullah bin Abbas’ı defnedince, kabri üzerine çadır kurdu. Ziyaretçiler, 3 gün bu çadırda okudular.)
Eshab-ı kiramın yolunda olan, türbe yıkmaz, türbe yapar.
Keşf-ün-nur’da diyor ki:
(Âlimlerin, Velilerin kabirleri üzerine türbe yapmak, onları cahillerin hakaretlerinden korumak içindir.)
Camiul-fetava’da ve Tenvir’de, kabir üzerine kubbe yapmak mekruh değildir diyor.
Cahillerin Peygamberi ve evliyayı yaratıcı sanmalarından korktuğumuz için, türbeleri yıkıyoruz sözü küfürdür. Firavun da böyle söylemişti. Fesat çıkarıyor diyerek, Musa aleyhisselamı öldürmeye kalkmıştı. Allahü teâlâ Peygamberini ve evliyasını seviyor. Onların istediklerini yaratıyor. Onlar ise, Allahü teâlâya ve Peygambere ve evliyaya ve bütün Müslümanlara suizan ediyorlar. Müslümanlara suizan etmek haramdır. Peygamberler ve evliyalar, diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamazlar. Allahü teâlânın yaratmasına sebep olurlar. Evliyanın ruhları, kabirdeki bedenleri ile alakalıdır. Hadis-i şerifte, (Öldükten sonra da, hayatta olduğum gibi bilirim, anlarım) buyuruldu. (Deylemi)
Diri veya ölü olan bir Veliden feyz almak, faydalanmak için, onu sevmek ve hürmet etmek lazımdır. Cahil halk, ölüyü toprak altında, hareketsiz görünce, onu kendinden aşağı sanır. Türbeyi, Sandukayı da herkesin saygı ile ziyaret ettiğini görünce, o da saygılı olur. Yani türbe ölü için değil, dirilerin, saygılı olup, Veliden istifade edebilmeleri için yapılmaktadır.
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Kabir üzerine, süs için, övünmek için türbe yapmak haramdır. Unutulmamak için olursa mekruhtur. Meyyiti hırsızdan, hayvandan korumak için ise, mekruh olmaz. Önceden yapılmış türbeye defnetmek caizdir. Resulullah, oğlu İbrahim’in kabrini bir karış yüksek yaptı ve sıvattı. Bir gün İbrahim’in kabri yanından geçerken, bir yerini açılmış görünce, burasını kapattığı Hülasa’da yazılıdır. İslam âlimlerinin hiçbiri, türbeleri puta benzetmemiş, en aşırı yazanı, haram olacağını bildirmiştir. Türbe ziyaret ederek, Evliyaya tevessül eden Müslümanlara, hiçbir âlim suizan etmemiş, kötülememiştir.
Vehhabi Feth-ül mecid kitabında diyor ki:
(İbni Hacer-i mekki, Zevacir kitabında, kabirler üzerine kubbeler yapmak büyük günahtır. Müslüman meliklerinin, valilerinin, bu kubbeleri yıkmaları vaciptir. Önce imam-ı Şafii’nin kubbesini yıkmalıdır diyor.) (s.242)
Halbuki, ibni Hacer-i Mekki hazretleri Zevacir kitabında, (Kabirler üzerine kubbe yapmak büyük günahtır) demiyor. (Umumi, yani herkesin gömüldüğü ve vakıf kabristanlardaki türbeleri yıkmalıdır. Çünkü, yer kaplayarak, Müslümanların gömülmelerine mani olurlar) buyuruyor. Yoksa, türbe yapmaya, türbe ziyaretine haramdır, küfürdür demiyor. Âyet-i kerimelerin ve hadis-i şeriflerin manalarını değiştirmekten haya etmeyenlerin, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarındaki bilgileri de, değiştirerek, yazarak Müslümanları aldatmaya kalkıştıklarının açık bir vesikası da, ibni Hacer-i Mekki hazretlerine yaptıkları bu iftiradır.
İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberlerin türbelerinde namaz kılmak sahihtir. Mekruh dahi değildir. Peygamberler, mezarlarında diridirler. Fakat, onların hayatları, her bakımdan bizim hayatımız gibi değildir. Yemeleri, içmeleri, ibadet yapmaları lazım değildir. Meleklerin hayatına benzer. Lezzet almak için ibadet yaparlar. Çünkü, kabir hayatında cenab-ı Hakkı müşahedeleri, dünyadakinden daha mükemmeldir. (Fetava-i fıkhiyye s.125)
Sudan’daki İslam âlimlerinden Tahir Muhammed Süleyman Maliki Zahiretül-fıkhil-kübra kitabında diyor ki:
(Şeyh Advi, kabirler üzerine türbe yapmak, dört şart ile caiz olur dedi. Kabir yeri, meyyitin mülkü olmalıdır. Türbede fesat, bid’at yapılmamalıdır. Türbeler, zevk ve tefahur vasıtası olmamalıdır. Kabirdeki Veliye alamet niyeti ile yapılmalıdır. İbni Teymiye’nin sapık sözlerinin kıymeti yoktur.)
Medine’nin bir tanecik (Baki) kabristanına ilk olarak Osman bin Ma’zun defnedildi. Resulullah bu süt kardeşinin kabrine mübarek eli ile büyük bir taş dikti. Kabir taşı dikmek sünnet olduğu bundan anlaşılmaktadır.
Medine’deki türbeleri mezhepsizler yıkmıştı. İkinci sultan Mahmud han, hepsini yeniden yaptırdı. Birinci cihan harbinden sonra, İngilizler burasını Osmanlılardan alıp, Abdülaziz’e verdiler. Tekrar hepsini yıktırdı. Mübarek binaları, hatta Zemzem kuyusu üzerinde, birinci Abdülhamid hanın yaptırmış olduğu sanat eseri binayı yıktılar. Resulullahın dünyaya teşrif ettiği mübarek evi de yıktılar. Yerine çarşı yaptılar.
Hücre-i saadetten sonra ilk yapılan türbeler, Baki kabristanında, Resulullahın mübarek zevcelerinin kabirleri üzerine yapılmış olan kubbedir. Zeyneb binti Cahş “radıyallahü anha” validemiz pek sıcak günde vefat etmişti. Hazret-i Ömer, kabir kazılırken, cemaati güneşten korumak için, kabir üzerinde çadır kurdurdu. Çadır, uzun zaman kabir üzerinde kaldı. Bundan sonra, kabirler üzerine çadır, çardak, zamanla, türbeler yapıldı. İslamiyet’te ilk tabut da, yine Zeyneb validemiz için yapıldı. Hazret-i Ömer, cenazeye mahremlerinden başkasının gitmesine izin vermemiş, Eshab-ı kiram bundan üzülmüştü. Esma binti Ümeys, (Habeş’te tabut gördüm. Cenazeyi örtüyor) dedi. Bunun anlattığı şekilde tabut yapılıp, bütün Eshab ile birlikte gidilerek defnedildi.
“Mümin, mümin kardeşinin aynasıdır”
Evliyanın kabirlerine giderek, Allahü teâlâdan bir dilekte bulunurken, onları vesile etmek, vesile olmaları için onlara yalvarmak caiz olduğu, çeşitli yollardan ispat edilmektedir. Maide suresi 35. âyet-i kerimesinde mealen, (Ey müminler! Allahü teâlâdan korkun ve Ona yaklaşmak için vesile arayın!) buyuruldu. Bütün tefsirler, vesilenin Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği şeylerden herbiri olduğunu bildiriyor. Nisa suresinin 80. âyetinde mealen, (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur) buyuruldu. Bunun içindir ki, İslam âlimlerinin çoğuna göre, birinci âyet-i kerimedeki vesile, Resulullah demektir. Böyle olunca, Peygamberleri ve onların vârisleri olan Velileri, salih müslümanları vesile etmek, onların yardımları ile Allahü teâlâya yaklaşmak caiz olmaktadır. Peygambere karşı söylemek, yalvarmak küfür ve şirk olsaydı, namaz kılanların hepsinin kâfir olması lazım gelirdi. Muhammed bin Süleyman’ın (Eşedd-ül-cihad)’da yazılı fetvasına göre, vehhabilerin de kâfir olmaları lazım olurdu. Çünkü her müslüman, namazda otururken, Esselamü aleyke eyyühen-Nebiyyü ve rahmetullah diyerek Resulullaha selam vermekte ve o yüce Peygambere dua etmektedir.
Kabirleri ziyaret etmekte ve Evliyayı vesile ederek dua etmekte faydalar vardır. Çünkü, İbni Asakir’in bildirdiği ve (Künuz-üd-dekaık)de yazılı hadis-i şerifte, (Mümin, mümin kardeşinin aynasıdır) buyuruldu. Dare Kutni’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Mümin, müminin aynasıdır) buyuruldu. Bu hadis-i şeriflerden anlaşılıyor ki, ruhlar, birbirlerinin aynaları gibidir. Birbirlerinde görünürler. Kabir başında, o Veliyi düşünüp, vesile eden kimsenin ruhuna, Velinin ruhundan feyz gelir. Hangisinin ruhu zayıf ise, kuvvetlenir. Bileşik iki kaptaki sıvı gibidir. Yüksek olan ruh zarar eder. Kabirdekinin ruhu aşağı derecede ise, ziyaret edenin ruhu sıkıntı duyar. Bunun içindir ki, İslamiyet’in başlangıcında, kabir ziyareti yasak edilmişti. Çünkü mezarda olanlar, cahiliye zamanından kalmış olanlardı. Müminler de ölmeye başlayınca, kabir ziyaretine izin verildi.
Peygamberin veya bir Velinin kabri ziyaret edilince, o Veli düşünülür. Hadis-i şerifte, (Salihler düşünüldüğü zaman, Allahü teâlâ merhamet eder) buyuruldu. Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, kabir ziyaret edene, Allahü teâlâ merhamet eder. Merhamet ettiği kulunun duasını kabul buyurur. Kabir ziyaret edilmez, Peygambere, Evliyaya tevessül olunmaz sözünün, senetsiz bir düşünce, bir görüş ayrılığı olduğu meydandadır. (Ben öldükten sonra, hac eden bir müslüman beni ziyaret ederse, diri iken ziyaret etmiş gibi olur) hadis-i şerifi, bu inanışı kökünden çürütmektedir. Kabir ziyaretinin lazım olduğunu göstermektedir. Bu hadis-i şerif, vesikaları ile, Künuz-üd-dekaık kitabında yazılıdır.
(Kabrimi ziyaret eden, beni diri iken ziyaret etmiş gibi olur) hadisi, Hücre-i saadeti ziyaret ederek faydalanmayı emir buyurmaktadır. Onu diri iken ziyaret eden, çok faydalanarak ayrılırdı. Mübarek kabrini ziyaret edenlerin de, böyle ayrılacaklarını, bu hadis-i şerif bildiriyor.
İslam âlimlerinin büyüklerinden Abdülkadir-i Geylani, Muhyiddin-i Arabi, Takıyyüddin-i Ali Sübki, Ahmed ibni Hacer-i Mekki ve Abdülgani Nablüsi hazretleri, Peygamberin, Evliyanın kabirlerini ziyaret edip, onlara tevessül ederek, Allahü teâlâdan af ve merhamet istemek caiz olduğunu vesikalarla ispat etmişlerdir. Yusuf Nebhani hazretleri Şevahid-ül-hak kitabında, o yüksek âlimlerin kitaplarından uzun yazılar ve vesikalar alarak Hindistan’daki vehhabileri rezil etmektedir.
Vehhabi Feth-ül mecid kitabının 111.sayfasında, (La ilahe illallah diyerek, Allah’tan başka şeylere tapınmayanların malı ve canı haram olur) hadis-i şerifini yazarak, (Yalnız kelime-i tevhidi söylemek, insanın kanını ve malını kurtaramaz. Bugün, kabirlere ve ölülere tapınanlar böyledir. Bunlar, Kur’an-ı kerimde bildirilen, cahiliye müşriklerinden daha kötüdür) diyor.
Bazıları da, (Müşrikleri nerede bulursanız öldürünüz) mealindeki âyet-i kerimeyi de ileri sürerek, müslümanları öldürmeyi, mallarını yağma etmeyi istiyorlar. Hurufilerin ve cahillerin küfür ve şirk olan sözlerini yazarak, tasavvufa ve tasavvuf büyüklerine saldırıyor. Ağaçlara, taşlara, mezarlara tapınanlar için olan hadis-i şerifleri yazarak, kabir üzerine türbe yapmak, kabir ziyaret etmek şirktir, küfürdür diyorlar.
Taştan, ağaçtan, bilinmeyen mezardan teberrük elbette şirktir. Fakat Peygamberlerin ve Evliyanın kabirlerini ziyaret edip, onların bereketi ile Allahü teâlâdan feyz ve bereket beklemeyi bunlara benzetmek, ahmaklık ve cahilliktir. Bu yüzden milyonlarca müslümana küfür ve şirk damgasını basmak ise, müslümanlar arasında bölücülüktür.
Ümmet-i Muhammed putlara tapmaz
Es-Savaık-ul ilahiyye firreddi alel-vehhabiyye’nin yazarı, büyük âlim Süleyman bin Abdülvehhabı Necdi, Mehmed bin Abdülvehhabın kardeşidir. Kardeşinin İngilizlerle işbirliği yaparak, ortaya çıkardığı (Vehhabilik) yolunun hatalı olduğunu vesikalarla ispat etmektedir. 44. sayfasında diyor ki:
Yolunuzun bozuk olduğunu gösteren vesikalardan biri de, (Sahihayn) denilen iki doğru hadis kitabında, yani (Buhari) ve (Müslim) kitaplarında bildirilen hadis-i şeriftir. Bu hadis-i şerifi bildiren, Ukbe bin Amir diyor ki, (Resulullah, minbere çıktı. Kendisini minber üzerinde son görüşüm bu idi. “Benden sonra, müşrik olmanızdan korkmuyorum. Dünyaya düşkün olarak, birbirinizi öldürmenizden, böylece, geçmiş kavimler gibi, helak olmanızdan korkuyorum” buyurdu.) Resulullah, Kıyamet gününe kadar ümmetinin başına gelecek olan şeylerin hepsini haber vermiştir. Yukarıdaki sahih hadis-i şerif, ümmetinin putlara tapmayacağını, bundan emin olduğunu haber vermektedir. Bu hadis-i şerif, bid’at yolunu temelinden yıkmaktadır. Çünkü vehhabi kitabı, ümmet-i Muhammedin hepsinin putlara taptıklarını, İslam memleketlerinin putlarla dolu olduğunu, türbelerin puthane olduklarını söylüyor. Türbelerden yardım, şefaat isteyenlerin kâfir olduklarına inanmayanlar da kâfirdir diyor. Halbuki, müslümanlar asırlar boyunca kabirleri ziyarete gitmiş, Evliyaya tevessül ve istigase eylemiştir. Böyle yapanlara hiçbir İslam âlimi müşrik dememiş, müslüman olarak tanımışlardır.
(Başınıza gelecekler arasında en çok korktuğum şey şirktir) hadis-i şerifinin (Şirk-i asgar)ı bildirdiği, diğer hadis-i şeriflerden anlaşılmaktadır. Şeddad bin Evs ve Ebu Hüreyre ve Mahmud bin Lebibten gelen böyle hadis-i şeriflerin hepsi, Resulullahın, ümmetine şirk-i asgarın gelmesinden korktuğunu bildiriyorlar. Hadis-i şeriflerde bildirildiği gibi olmuş, müslümanların çoğu şirk-i asgara yakalanmışlardır. Siz, bu şirk-i asgara şirk-i ekber diyor, böylece müslümanları tekfir ediyorsunuz. Müslümanlara kâfir demeyen müminlere de, kâfir damgasını basıyorsunuz. (Es-Savaık-ul-ilahiyye)
Hadika’nın 451. sayfasında, (Ey insanlar! Çok gizli olan şirkten sakınınız!) hadis-i şerifini açıklarken, buyuruyor ki:
(Bu şirk, yalnız sebepleri görmek, Allahü teâlânın yarattığını düşünmemektir. İşleri sebeplerin yaptığına inanmak, Allahü teâlâya şerik yapmak olur. Görünen, düşünülen şeyleri şerik yapmaya (Şirk-i celi), [yani açık şirk] denir. Şer’an, aklen ve âdet ile sebep olan şeylerin yaptığına inanmaya (Şirk-i hafi), [yani gizli şirk] denir.)
Abdulhak-ı Dehlevi hazretleri, Eşi’at-ül-leme’at hadis kitabının 1. cild 50. sayfasında diyor ki:
(Putlara tapmaya (Şirk-i ekber) denir. Küfür olan şirk budur. Riya ile, [yani gösteriş için] ibadet, iyilik yapmaya (Şirk-i asgar) denir. Bu küçük şirk küfür değildir.) Bu şirklerin ikisi de şirk-i celidir.
Sebepler yaratıcı değildir
Hadika’dan aldığımız, yukarıda yazılı hadis-i şerifte, ruhlardan ve ölülerden bir şey istemeye şirk denmiyor. Görünen veya görünmeyen şeylerden ve insanlardan bir şey isterken, yani sebeplere yapışırken, bu işi sebeplerin yaptığına inanmaya şirk deniyor. Kısacası, sebeplere yapışmak sünnettir. Sebeplerin yaptığına inanmak şirktir. Sebepler bir şey yapamaz, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olurlar. İşleri yapan sebepler değildir, Allahü teâlâdır.
[Hazret-i Musa, hastalanınca, "İlaçsız da Allahü teâlâ şifa verir" diyerek ilaç kullanmadı. Allahü teâlâ, (İlaç kullanmazsan şifa vermem) buyurdu. İlacı kullanınca iyi oldu. Fakat sebebini merak etti. Allahü teâlâ, (Tevekkül etmek için, benim âdetimi, hikmetimi değiştirmek mi istiyorsun, ilaçlara tesir veren kimdir, elbette tesirleri yaratan benim) buyurdu. (K. Saadet)]
Canlı veya cansız, herhangi bir sebebin, her istediğini yapabileceğine, yani yaratacağına inanmak, onu Allahü teâlâya şerik yapmak olur. Bu inançla, ondan bir şey istemek, ona ibadet etmek olur. Sebebin yaratacağına inanmayıp, sebebe yapışınca, Allahü teâlânın yaratacağına inanmak, sebebe tapınmak olmaz. Sebebe yapışmak olur. Müslümanlar, dirilerden, ölülerden ve görünenlerden ve görünmeyenlerden bir dilekte bulundukları zaman, bunların her istediklerini kendilerinin yapacaklarına inanmıyorlar. Sebebe yapışınca, dileklerini, Allahü teâlâdan bekliyorlar. Allahü teâlânın yaratacağına inanıyorlar. Bunun için, müslümanların ruhlardan ve ölülerden bir şey istemeleri, bunlara tapınmak, onları mabud yapmak olmaz.
Allahü teâlâ, her şeyi sebep ile yaratıyor. Sebeplere yapışmamızı emir ediyor. Bunun için dileklerimize kavuşmak için, bunların sebeplerine yapışıyoruz. Sebeplere yapışmamız şirk olmuyor. Günah olmuyor. Fakat sebeplerden beklemek, şirk oluyor. Her istediklerini yapabileceklerine inanarak onlardan beklemek, şirk-i ekber oluyor. Allahü teâlânın verdiği kuvvet ile yapacaklarına inanmak, şirk-i hafi oluyor. Sebeplerden beklemeyip, onların yapacaklarına inanmayıp, yalnız Allahü teâlânın yaratacağına inanarak, dileği yalnız Allah’tan beklemek, müslümanlık oluyor. İslam dinine uymak oluyor. Müslümanların ölülerden ve ruhlardan dilekte bulunmaları böyledir. Böyle meşru dilekte bulunmaya (Tevessül) ve (İstigase) denilmektedir.
Ölüden veya diriden dilekte bulunanın, ibadet mi, yoksa tevessül mü yaptığını, yani niyetinin ne olduğunu anlamak için, dilekte bulunurken İslamiyet’in dışına çıkıp çıkmadığına bakılır. İslamiyet’in dışına çıkıyorsa yani onun gönlünü hoş etmek için, haram işliyor veya farzı yapmıyorsa, ona tapındığı anlaşılır. Görülüyor ki, diriden dilekte bulunurken, onun gönlünü hoş etmek için, İslamiyet’in dışına çıkan vehhabiler, müşrik olmaktadırlar. İslamiyet’in dışına çıkmadan tevessül eden müslümanlar ise, Allahü teâlânın emrini yapmakta, yani sebebe yapışmaktadırlar. Bunlara müşrik diyenlerden tevili olmayanları kâfir olur. İnsan, kendi nefsinin isteklerine, yani şehvetlerine kavuşmak için İslamiyet’in dışına çıkarsa, nefsine tapınmış olur. Fakat nefse tapınmaya, dinimiz şirk dememiştir. Yani bunlar kâfir değil, fâsık olurlar.
Yalan üstüne yalan, iftira üstüne iftira
Vehhabi Feth-ül mecid kitabının 142.sayfasında diyor ki:
(Eshab ve onlardan sonra gelenler, Peygamberden başka, kimse ile bereketlenmedi. Peygambere mahsus olan şeylerde, kimse ona ortak olamaz.)
CEVAP
Bu da, yazarın yalanlarından biridir. Hazret-i Ömer, yağmur duasına çıkarken, Hazret-i Abbas ile bereketlendi. Mesela, (Mevahib-i ledünniyye) tercümesinde vardır. Ehl-i sünnet kitaplarının hiçbiri, Resulullahla bereketlenmek, yalnız ona mahsustur, başkaları ile bereketlenmek caiz olmaz dememişlerdir. Başkaları ile de bereketlenildiğini bildirmişlerdir. Allahü teâlânın sevdiği kullarının kabirlerini ziyaret ederek, onlardan bereketlenmeyi, Lat ve Uzza putlarına tapınmaya benzetmek, Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere iftira etmektir. Hadis-i şerifte, (Kur’an-ı kerime yanlış mana veren kâfir olur) buyuruldu. Kitabın müellifi, manaları şüpheli olan âyet-i kerimelere yanlış mana vererek, Ehl-i İslama müşrik diyor.
Yine aynı kitabının 239.sayfasından başlayarak diyor ki:
(Hadis-i şerifte, insanların en kötüsü, kıyamet kopacağı zaman diri olanlardır ve kabirleri mescid yapanlardır buyuruldu. İslamiyet’ten önce, mezarlar mescid yapılmıştı. Bu ümmetin sonra gelenleri, cahiliye ehlinden de ileri gitmiş. Sıkıştıkları zaman, Allah’ı unutuyorlar. Ölüleri ilah yapıyorlar. Ölülerin, kendilerinden istenilenleri yapacaklarına inanıyorlar. Abdülkadir-i Geylani dua edenleri işitir ve yardım eder diyorlar. Onun gaybı bildiğini sanıyorlar. Halbuki, o ölmüştür. Böyle söyleyenler kâfirdir. Kur’anı inkâr etmiş oluyorlar. İbni Kayyım, mezarların üzerindeki kubbeleri yıkmak vaciptir dedi. İmam-ı Nevevi, her ne niyet ile olursa olsun, kabir üzerine türbe yapmak haramdır dedi. Mezarlıklar pis olduğu için, orada namaz kılınması yasak edildi diyenler yanılmaktadır. Çünkü, Peygamberlerin mezarları pis olmaz. İbni Hacer-i Hiytemi (Kebair) kitabında, mezar üzerine kubbe yapmak büyük günahtır. İslam hükümet adamlarının bu kubbeleri yıkmaları lazımdır. Önce imam-ı Şafii’nin türbesini yıkmalıdır, dedi.)
Burada da müslümanlara iftira etmektedir. Müslümanlar, her gün beş kere, Allahü teâlâya ibadet ediyor. Ona yalvarıyorlar. Böyle olan bir kimse için, Allah’ı unutuyor demek, açık bir yalancılıktır. Müslümanlar ölüye tapınmaz. Allahü teâlânın sevdiği kullarının, hatta her ölünün, mezarda işittiğini, hadis-i şerifler bildirdiği için, Onun mezarına gidip, Onun sebebi ile Allahü teâlâya dua ediyorlar. Meyyitten vesile olmasını, şefaat etmesini istiyorlar. Ölü her dilediğini yapamaz. Diri de, her dilediğini yapamaz. Fakat, Allahü teâlâ, sevdiği kullarının ve en önce Peygamberlerin dualarını kabul buyuracağını söz vermiştir. Müslümanlar, Peygamberlerden ve Evliyadan bir şey yapmalarını istemez. Allahü teâlânın bir şeyi vermesi için dua etmelerini ister. Evliya, kabir başına gelenin dilediğini işitir. Bunu vermesi için, Allahü teâlâya dua eder. Allahü teâlâ da, duasını kabul eder.
İbni Hacer buyuruyor ki:
Şafii âlimlerinden birkaçı, yukarıdaki hadis-i şeriflerden alarak, altı şeyin büyük günah olduklarını bildirmişlerdir. Bunlardan biri, kabirleri mescid yapmaktır. Çünkü, hadis-i şerifte, (Peygamberlerin kabirlerini mescid yapmayınız!) buyuruldu. Kabirleri mescid yapanlara lanet edildi ve salihlerin kabirlerini mescid yapanların, kıyamet günü, insanların en kötüleri olacakları bildirildi. Mezarı mescid yapmak demek, ona karşı namaz kılmak demektir. Bunun içindir ki, Şafii âlimlerimiz Peygamberlerin ve Evliyanın mezarlarına karşı, onlara saygı olarak namaz kılmak haram olur dediler. Haram olması için, iki şart lazımdır. Biri, kabirdekinin sayılı, büyük bilinen kimse olması, ikincisi, namazın ona karşı olmasını niyet etmektir. Mezara kandil yakmak da, ölüye saygı için olunca, haram olur. Mezar etrafında dönmek de böyledir. Bunlar saygı için değil ise, mekruh olacağı anlaşılmaktadır. Kabre secde ederek saygı göstermek, ona tapınmak olur. Bu ise büyük günah, hatta küfürdür. Hanbeli âlimlerinden bazıları, kabir yanında saygı namazı kılmak büyük günahtır ve küfre sebep olur. Böyle yapılan türbeleri yıkmalıdır dedi.
İbni Hacer-i Mekki Hiytemi’nin (Fetava-yi kübra fıkhiyye)sinin Mısır baskısı, cenaze kısmında diyor ki:
(Her meyyitin gömüldüğü umumi kabristanda, mezar üstüne türbe yapılmaz. Bunları yıkmalıdır. Umumi olmayan mezarlıktaki türbelerin yanına meyyit gömmek için türbeleri yıkmak caiz değildir.)
17. sayfasında diyor ki:
(Umumi olan kabristana türbe yapmak haramdır. Yapılmış olanı yıkmalıdır. Vakıf olan kabristanda ve sahibinden izin almadan, bunun kabristanına bina yapmak da haramdır. Kendi mülkünde veya başkasının izni ile onun mülkünde türbe yapmak mekruhtur.)
25. sayfasında diyor ki:
(Umumi kabristanda türbe yapmak, çok yer kaplayarak, başkalarının ölülerini gömmelerine mani olduğu için haramdır. Umumi kabristandaki türbeleri yıkmalıdır. Şafi’i âlimlerinden çoğu bunun için, imam-ı Şafi’inin türbesinin yıkılmasına fetva vermiştir. Çünkü, bu türbe umumi kabristandadır.)
Görülüyor ki, ibni Hacer-i Mekki her türbe haramdır ve yıkılmalıdır dememiştir.
Evliyanın kabirleri üzerine türbe yapmanın caiz olduğu Cami’ul fetava’da, Keşf-ün-nur’da ve Üsul-i erbe’ada açık yazılıdır.
Sual: "Türbe eşiği öpmek, örtüsüne dokunmak, o eşyadan medet ummak, içinde yatan zatı tanrılaştırmak, bunlar küfürdür" deniyor.
CEVAP
Bir şeyin küfür oluşu, edille-i şeriyye denilen 4 delilden biri ile anlaşılır. Türbe örtüsüne dokunmaya küfür demek, Kur’an-ı kerime yapılan bir iftiradır.
En cahil bir insan bile, türbede yatan zatı tanrılaştırmaz, ona yaratıcı demez. O zatı yaratıcı bilmek elbette küfür olur. Bir kimse, türbedeki zatı yaratıcı bilirse, isterse, hiçbir yere dokunmasın zaten kâfir olur. O zatı yaratıcı bilmeden örtüye dokunmak niye küfür olsun?
Fetava-i Hindiyye’de ana-babanın kabrini öpmenin caiz olduğu bildiriliyor. Ana-babanın kabrini öpmek caiz olunca, onlardan daha kıymetli olan evliya veya peygamber türbesini öpmek elbette caiz olur.
Türbe ve mezar
Sual: (Türbe, hattâ mermerden mezar yapmak caiz değildir. Bunlar ölüye tapmak olur. Ölüye tapmak da şirktir) diyenler oluyor. Mezar ve türbeye tapılmıyor ki, niye şirk oluyor?
CEVAP
Şirk değildir. Bu, Vehhâbîlerin uydurmasıdır. Din kitaplarında buyruluyor ki:
Türbe, oda demektir. Eshab-ı kiram, Resulullah efendimizi, Hazret-i Ebu Bekir’i ve Hazret-i Ömer’i oda içine defnettiler. Türbe, ölüye tapınmak için yapılmaz. Ona sevgi ve saygı göstermek, okumaya ve dua etmeye gelenleri yağmurdan, güneşten korumak için yapılmaktadır. (M. Nasihat)
Muhammed bin Hanefiyye, Abdullah bin Abbas’ı defnedince, kabri üzerine çadır kurdu. Ziyaretçiler, üç gün bu çadırda okudular. (Mecmaul-enhür)
Âlimlerin, velilerin kabirleri üzerine türbe yapmak, onları cahillerin hakaretlerinden korumak içindir. (Keşf-ün-nur)
İslâm âlimlerinden Tahir Muhammed Süleyman Mâlikî diyor ki: Şeyh Advî, (Kabirler üzerine türbe yapmak, şu dört şartla caiz olur) dedi:
1- Kabir yeri, meyyitin mülkü olmalı.
2- Türbede bid’at işlenmemeli.
3- Türbeler, zevk ve övünme vasıtası olmamalı.
4- Kabirdeki veliye alamet niyetiyle yapılmalı. (Zahiretül-fıkhil-kübra)
Eshab-ı kiram, herkesin rızasıyla Resulullah’ı ve iki halifesini bina içine defnettiler. Onların sözbirliğinin dalalet olmadığı, dinde senet olduğu hadis-i şerifle bildirilmektedir. Büyük İslam âlimi İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Resulullah'ın ve Şeyhayn’ın odaya defnedilmelerine itiraz eden hiç kimse olmadı. Bunun için, (Kabirler üzerine basmayın!), (Ölülerinize saygısızlık etmeyin!) emirlerini yerine getirmek için ve yasak edilmiş olmadıkları için, bunların sonradan yapılmaları bid’at olmaz. Salihlerin, evliya zatların kabirlerine, Eshab-ı kiram gibi saygılı olabilmek için, üzerlerine örtü serilmesi, türbe yapılması da, bunun gibi caiz oldu. Büyük âlim Abdülgani Nablusî, (Keşf-ün-nur) kitabında, bunu uzun anlatmaktadır. (Dürr-ül-muhtar haşiyesi)
İlk türbe Hücre-i Saadettir. Resulullah efendimiz, Âişe vâlidemizin odasında vefat edince, bu odaya defnedildi. Hazret-i Ebu Bekir’le Hazret-i Ömer de, bu türbe içinde defnedildi. Eshab-ı kiramdan hiçbiri, buna mâni olmadı ve sözbirliği hâsıl oldu.
Evliyanın kabirlerine örtü, sarık koymak, üzerlerine türbe yapmak, câhilleri, gâfilleri edepli, terbiyeli yapacağı için caizdir. Onların mübarek ruhları, kabirlerinde hazır olurlar. Burada edepli, terbiyeli bulunanlar, ruhlarından feyz, bereket alırlar. Sanduka, türbe yapmak, örtü, sarık koymak, ölüler için değildir. Dirilerin edepli olarak feyz almaları, istifade etmeleri içindir.
Evliyaya türbe yapmak caizdir. (Cami-ul fetâvâ, Keşf-ün-nur, Üsul-i erbea)
Her mümin, uykuda mümin olduğu gibi, öldükten sonra da mümindir. Bunun gibi peygamber, öldükten sonra da peygamberdir. Çünkü peygamber olan ve iman sahibi olan ruhtur. İnsan ölünce, ruhunda bir değişiklik olmaz. (Umdet-ül-itikad)
İnsan, sadece beden değildir. Beden, ruhun konak yeridir. Kıymetli olan, ev değil, evde oturanlardır. O hâlde insan ruh demektir. Cebrail aleyhisselam, Peygamber efendimize insan şeklinde görünürdü. Cebrail aleyhisselam insan şeklinden çıkarak, kendi şekline girince, ruh gibi olunca, yok oluyor denilemez. Şekil değiştirdi denilir. İnsan ruhu da, bunun gibidir. İnsan ölünce, ruhu bir âlemden başka âleme geçmektedir. Ruhun böyle değişikliğe uğraması, kerametinin kalmayacağını göstermez. (Cami-ul fetâvâ)
Öldükten sonra da, evliya zatlara hürmet etmek lazımdır. Böylece, ruhlarından feyz alınır. İnsanın kalbi temizlenir. Ziyarete gelenlerin bu kabrin bir veli mezarı olduğunu anlayarak, saygı göstermeleri için ve ziyaret edenin soğuktan, sıcaktan, yağmurdan, yırtıcı hayvandan korunması için, evliyanın kabirleri üzerine türbe yapmak caiz, hattâ lazımdır. Türbe, veli için değil, ziyarete gelen diriler için yapılmaktadır. (M. Nasihat)
Sual: Türbelerin ve türbelerdeki sandukaların yapılmasının sebebi nedir, bunların ölüye bir faydası var mıdır?
Cevap: Evliyanın kabirlerine örtü, sarık koymak, üzerlerine türbe yapmak, cahilleri, gafilleri edepli, terbiyeli yapacağı için caizdir. Onların mübarek ruhları, kabirlerinde hazır olurlar. Burada edepli, terbiyeli bulunanlar, ruhlarından feyiz, bereket alırlar. Sanduka, türbe yapmak, örtü, sarık koymak, ölüler için değildir. Dirilerin edepli olarak feyiz almaları, faydalanmaları içindir. Bunlar, ölü için değil, diriler için yapılmaktadır.
Kabirler üzerine türbe yapmak
Sual: Kabirler üzerine türbe yapmanın, Allaha ortak koşmak olduğunu ve bunun için türbelerin yıkılması gerektiğini söyleyenler oluyor. Gerçekten türbe yapmak, dinimizce mahzurlu mudur?
Cevap: Türbe, oda demektir. Türbe yasak olsaydı, Eshab-ı kiram, Resulullah efendimizi, hazret-i Ebu Bekir ve hazret-i Ömer’i oda içine defnetmezlerdi. Türbe, ölüye tapınmak için değil, ona sevgi, saygı göstermek ve okumaya, dua etmeye gelenleri yağmurdan, güneşten korumak için yapılmaktadır. Mecma'ul-enhürde diyor ki:
“Muhammed bin Hanefiyye, Abdullah bin Abbas’ı defnedince, kabri üzerine çadır kurdu. Ziyaretçiler, üç gün bu çadırda okudular.”
Keşf-ün-nûrda deniyor ki:
“Âlimlerin, velilerin kabirleri üzerine türbe yapmak, onları cahillerin hakaretlerinden korumak içindir.” Câmi'ul-fetâvâda ve Tenvîrde “kabir üzerine kubbe yapmak mekruh değildir” deniyor.
Diri veya ölü olan bir veliden feyiz almak, faydalanmak için, onu sevmek ve hürmet etmek lazımdır. Cahil halk, ölüyü toprak altında, hareketsiz görünce, onu kendinden aşağı sanır. Türbeyi, sandukayı da herkesin saygı ile ziyaret ettiğini görünce, o da saygılı olur. Türbe ölü için değil, dirilerin, saygılı olup, evliyadan istifade edebilmeleri için yapılmaktadır. Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
“Kabir üzerine, süs, övünmek için türbe yapmak haramdır. Unutulmamak için olursa mekruhtur. Meyyiti hırsızdan, hayvandan korumak için ise, mekruh olmaz. Resulullah efendimiz oğlu İbrahim’in kabrini bir karış yüksek yaptı ve sıvattı. Bir gün kabri yanından geçerken, bir yerini açılmış görünce, burasını kapattığı Hülâsada yazılıdır.”
İbni Hacer-i Mekkî hazretleri Fetâvâ-i fıkhiyyesinde buyuruyor ki:
“Peygamberlerin türbelerinde namaz kılmak sahihtir, mekruh dahi değildir. Peygamberler, mezarlarında diridirler, fakat, onların hayatları, her bakımdan bizim hayatımız gibi değildir.”
Tâhir Muhammed Süleymân Mâlikî hazretleri, Zahîre-tül-fıkhil-kübrâ kitâbında diyor ki:
“Şeyh Advî, kabirler üzerine türbe yapmak, dört şart ile caiz olur dedi. Kabir yeri, meyyitin mülkü olmalıdır. Türbede fesat, bidat yapılmamalıdır. Türbeler, zevk ve övünme vasıtası olmamalıdır. Kabirdeki veliye alamet niyeti ile yapılmalıdır. İbni Teymiyye'nin sapık sözlerinin kıymeti yoktur.”
Sual: Evliya kulların yanına defnedilmenin faydası olur mu?
CEVAP
Zübde-tül-makâmât kitabında konu ile alakalı olarak şöyle buyurulmaktadır:
Bakara suresinin 237. âyetinde meâlen; (Eğer affederseniz, takvaya daha yakın olur) ve Nisâ suresinin 48. ve 116. âyetinde meâlen; (Allahü teâlâ, dilediğinin, şirkten yani küfürden gayri günahlarını affeder) ve Mâide suresinin 38. âyetinde meâlen; (Bir kimse, zulüm yani günah işleyip, sonra tövbe eder ve salih amel işlerse, Allahü teâlâ tövbesini, elbette kabul eder) buyurulmuştur. Bunlar gibi, tövbenin kabul olunacağını bildiren otuz kadar âyet-i kerime vardır. Herhangi bir kul, fısk, fücur, günah işleyip, sonra tövbe edince, affa kavuşuyor da, Resulullah efendimizin Eshabı hilafet işinde yanılsalar bile, tövbe etmeyip affa kavuşmadıkları biliniyor mu diye hazret-i Hüseyin'in türbesindeki türbedara sordum cevap veremedi. Sonra da kendisine Bağdat Müftîsi Arûszâde Efendinin, Hazret-i Hüseyin'in türbedarından işittiği şu hadiseyi anlattım:
Hazret-i Hüseyin bir gece rüyada türbedara görünerek, yarın İran'dan bir cenaze getirilecektir. Onu, sakın bana yakın defnettirme, dedi. Ertesi gün İran'dan bir cenaze getirildi. Türbe yanına defnetmek istediler. Önce izin vermemiş ise de, çok zengin olduklarından çok para vermişler. O da, izin vermiş. İki bin adım kadar uzak bir yere defnetmişler. O gece, hazret-i Hüseyin, rüyada görünerek, türbedara darılır. Türbedar pişmân olduğunu, affetmesi için yalvarır. Ertesi gece, yine görünüp, yine darılır. Türbedar, ertesi gün, meyyiti oradan çıkaracağını, uzaklaştıracağını söyler. Hazret-i Hüseyin; “Bizim yanımızda iki gece yatan affolunur. O, affolundu. Lakin, ben çok sıkıldım” buyurur. Mevtanın da, türbedarın da affolunduğuna işaret buyurdular.
Türbedar, bunları Arûszâdeye anlatınca, kıymetli müftî, türbedara karşılık “İmam-ı Hüseyin'in kötü dediği bir fasık, türbesinden iki bin adım uzakta, iki gece kalmakla affa kavuşuyor da, Şeyhayn yani Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Ömer, bin küsür seneden beri, Peygamber efendimiz ile yan yana yattığı hâlde affa kavuşamadılar mı?” diye sorar. Türbedar, şaşırıp birşey diyemez. Aciz, cahil olduğu açığa çıkar. Ne güzel bir susturuş, ne büyük bir mahcubiyet!”