Hazret-i Ömer halife iken, bir gün mescidde oturuyordu. Rum kayserinin elçisi geldi. Bazı hediye ve bir doğan, bir tazı, bir şişe zehir de getirdi. Dedi ki, ya halife. Bu tazı öyle bir tazıdır ki, her nereye salar isen, avını yakalar, kaçırmaz. Avı ondan kurtulmaz. Bu doğan da bir doğandır ki, hangi kuşa salarsanız, hiç aman vermeyip, alır. Asla bir kuş pençesinden kurtulamaz. Bu şişe içinde olan zehir, öyle bir zehirdir ki, bir katresini insana içirseler, o anda ölür, bunun ilacı olmaz. [Yani o kişi kurtulamaz]. Tuhaf nesne olup, padişahlar hazinesinde bulunması lazımdır ve layıktır diye, rum sultanı kayser göndermiştir.
Hazret-i Ömer buyurdu ki, kuş nedir ki, insan onunla meşgul olup, ondan ne fayda hâsıl eder. Ehl-i hal olan onu eline alıp, amellerini boşa çıkarmaz, buyurdu ve bağlarını çıkarıp, sahraya salıverdi. Köpek nedir ki, insan ona talib ve ragıb olup, o mekruhu evine koysun ve ardınca gezip, yürüsün. Onun da zincirlerini alıp, serbest bıraktı. Ondan sonra o içinde zehir olan şişeyi mübarek eline alıp, dedi ki, benim dünyada nefsimden büyük düşmanım yoktur. O zehri (Bismillahirrahmanirrahim) diyerek tamamını içti. Elçi bu hali görünce, şaşırıp, mescid kapısında durdu. Az zaman sonra gelip, Hazret-i Ömer’e baktı. Gördü ki, Hazret-i Ömer evvelki gibi sıhhat ve selamette oturur. Hemen yerinden kalkıp, Hazret-i Ömer’in ayaklarına yüzünü gözünü sürüp dedi ki, ya halife, bana imanı anlat. Hazret-i Ömer elçiye kelime-i şehadet telkin etti ve elçi müslüman oldu, rum kayserine gitmeyip, geri kalan ömrünü Hazret-i Ömer’in hizmetinde geçirdi. (M. Ç. Güzin)