Sual: Musab Köylüoğlu isimli bir gencin, Seadet-i Ebediyye kitabı hakkında, ilimden uzak tamamen karalama mahiyetinde bir konuşması var. Bu kitaba niçin saldırıyor?
CEVAP
Seadet-i Ebediyye kitabında Vehhabiliğin bozukluğu anlatıldığı için saldırmış olabilir. Yoksa kitapta, yazarına ait şahsi hiçbir hüküm yoktur. İçindeki bütün bilgiler muteber kaynaklardan nakledilmiştir.
Köylüoğlu, (Köroğlu, gözün kör olsun!) der gibi, (Bu kitap, yanlışlarla doludur) diyor. Yaşlı bir nine, (Köroğlu, gözün kör olsun!) diyormuş. Tesadüf ya, Köroğlu da oradan geçiyormuş. (Nine Köroğlu’nu tanır mısın?) diye sorar. (Yok, tanımam) der. (O hâlde, niye öyle diyorsun?) der. (Herkes öyle diyor, ben de öyle diyorum) der. Acaba Vehhabiler bu kitabı kötüledikleri için mi, Köylüoğlu böyle konuşuyor?
(Kitaptaki hadis metinleri olduğu gibi çevrilmiyor) diyor. Bir örnek verip doğrusunu söylemiyor. Neresi eksik veya neresi fazla? Hadis-i şerifler ve fıkıh kitaplarındaki ifadeler sözlüğe bakarak kelime kelime tercüme edilmez. Anlatılmak istenen ne ise, o yazılır. Bunu da, ancak ehli, yani icazetli, yetkili âlimler yapar. Seadet-i Ebediyye kitabının müellifi de, şimdikiler gibi sadece diplomalı değil, icazetli bir âlimdir.
Köylüoğlu’nun Seadet-i Ebediyye’den okuduğu kısım şöyledir:
(Kıymetli fıkıh kitabı Dürr-ül-muhtar’ın müellifi, önsözünde, (Âdem “aleyhisselam” benimle öğündüğü gibi, ben de ümmetimden bir kimse ile öğünürüm. İsmi Numan, soyadı, Ebu Hanife’dir. Ümmetimin ışığıdır) ve (Peygamberler benimle öğündükleri gibi, ben de Ebu Hanife ile öğünüyorum. Onu seven, beni sevmiş olur. Onu sevmeyen, beni sevmemiş olur) hadis-i şeriflerini yazıyor. İbni Âbidin, bu hadislerin sahih olduğunu bildiriyor ve bu satırları açıklarken buyuruyor ki: İbni Hacer-i Mekkî’nin, Hayrat-ül-hisan kitabında bildirdiği gibi, Buhârî ve Müslim’deki hadis-i şerifte, (İman, Süreyya yıldızına çıksa, Fâris oğullarından biri, elbette alıp getirir) buyuruldu. Fâris demek, İran’ın Fers denilen memleketindeki insanlar demektir. İmam-ı a’zamın dedesi buradandır. Bu hadis-i şerifin, İmam-ı a’zamı “rahmetüllahi teâlâ aleyh” gösterdiği açıktır. Bunda hiç şüphe yoktur.)
Köylüoğlu, (Bütün hadis âlimleri, bu hadisin uydurma olduğunu söylediler) diyor.
Bir hadise uydurma demekle, karalamakla, o hadis uydurma olmaz. Hangi hadis âlimleri, bu hadislere uydurma demiş, hangileri sahih demiştir? Sahih diyenlere (Yalancı), uydurma diyenlere (Aferin) denir mi?
İkincisi ve en önemlisi de, (Tam İlmihal’de böyle yazıyor) diyor. Bu hadis, Dürr-ül muhtar kitabından alınıyor. (İbni Âbidin bunun sahih olduğunu bildiriyor) deniyor. Ne diye bunu gizliyor? Bu hadisi Tam İlmihal’in yazarı, kendisi mi yazıyor, yoksa Dürr-ül muhtar’dan mı alınmış? Dürr-ül muhtar’dan alındığını söylese, çok kimsenin itiraz edemeyeceğini o da biliyor.
Şunlardan birini iddia etseydi, yanlış da olsa, ilmî tenkit denebilirdi:
1- Gerek Dürr-ül muhtar ve gerekse İbni Âbidin’de böyle bir hadis yoktur.
2- Evet, Dürr-ül muhtar ve İbni Âbidin’de böyle bir hadis vardır, ama bu iki kitap dinde muteber değildir. Bu kitaplardaki hadislere itibar edilmediğini şu hadis âlimleri bildirmiştir.
3- Bu hadislere, hiç kimse sahih dememiş, aksine Kütüb-i Sitte’nin şu hadis âlimleri, şu kitaplarında uydurma demişlerdir.
Yanlış olsa da, böyle bir şey demiyor, sadece (Bu hadis uydurmadır) diyor. Bu, ilmî bir tenkit değil, karalama ve iftiradır. Bunların hiçbirini ispat edemeden, (Az buçuk ilmi olan kimse bile bunu kabul etmez) diyor. Dürr-ül muhtar ve Redd-ül muhtar sahiplerinin azıcık ilmi yok mudur? Bunlar Hanefî mezhebinde en sağlam fıkıh kitapları değil midir? Biz, fıkıh bilgilerini bu kitaplardan öğrenmiyor muyuz? Hanefî'de, bundan daha kıymetli bir fıkıh kitabı var mıdır?
En önemlisi de, niye bu kitapların kendisi değil de, bu kitaplardan nakleden zat suçlanıyor?
İmam-ı a'zam gibi büyük zatlar övülünce, dinimize ne zararı olur? (İman, Süreyya yıldızına çıksa, Fâris oğullarından biri, elbette alıp getirir) hadis-i şerifinde bildirilen zat, İmam-ı a’zamdır diye hüsnüzan etmenin ne mahzuru olur? Ebedî felaket mi olur? Bu nasıl bir anlayış böyle?
(Levlâke hadisi de uydurmadır. Bütün hadis âlimleri, buna uydurma dedi) diyor. O hadis âlimlerinden birkaçının ismini niye lütfetmiyor? Musab Köylüoğlu, uydurma derse, uydurma mı olur? Uydurma demek (Peygamber efendimiz, böyle bir şey söylemedi) demektir. Söylemediğini nereden biliyor ki? Ama Peygamber efendimizin bunları söylediğini Eshab-ı kiramdan duyup bildiren âlimler var. Delille nakleden âlimlere değil de, görmediği hâlde, (Böyle bir şey söylemedi) diyene nasıl inanılır?
(Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım) kudsî hadisi ve benzerleri, birçok muteber kitapta bildirilmektedir:
Âdem aleyhisselam, Arş’ta gördüğü nurun mahiyetini sual edince, Hak teâlâ buyurdu ki:
(Bu nur, gökte Ahmed, yerde Muhammed denilen, zürriyetinden bir peygamberin nurudur. O olmasaydı, seni de, yer ve gökleri de yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]
Allahü teâlâ, yine hadis-i kudsîlerde buyuruyor ki:
(Yâ Âdem, Muhammed aleyhisselamın ismiyle her ne isteseydin, kabul ederdim. O, olmasaydı, seni yaratmazdım.) [Hâkim]
(Ey Resulüm, İbrahim’i halil [dost], seni de habib [sevgili] edindim. Senden daha sevgili hiçbir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için, dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Âdem aleyhisselam, Cennetten çıkarılınca, “Yâ Rabbî, Muhammed aleyhisselamın hürmetine beni affet” diye dua etti. Allahü teâlâ ise, [ne cevap vereceğini bildiği hâlde, cevabını diğer insanların duyması için] “Yâ Âdem, onu henüz yaratmadım. Nereden bildin?” buyurdu. Âdem aleyhisselam da, “Arşta, La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah yazılı olduğunu gördüm. Anladım ki, şerefli isminin yanına, ancak en çok sevdiğinin, en şerefli olanın ismini layık görürsün” dedi. Allahü teâlâ buyurdu ki: “Yâ Âdem, doğru söyledin. O, bana insanların en sevgilisidir. Onun hürmetine dua ettiğin için seni affettim. Eğer Muhammed aleyhisselam olmasaydı, seni yaratmazdım.”) [Taberanî]
(Allahü teâlâ, İbrahim’i halil edindiği gibi beni de halil edindi.) [M. Ledünniyye] (Demek ki Resulullah, hem Habib, hem Halil olan bir peygamberdir.)
Mirac’da Allahü teâlâ, Resulullah'a, (Senden başka her şeyi, senin için yarattım) buyurunca, Resulullah da, (Ben de, senden başka her şeyi, senin için terk ettim) diye arz etti. (Mir’at-i kâinat)
(Levlâke levlak lema halaktül eflak = Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım) kudsî hadisi, Marifetname’nin ön sözünde, Yusuf-i Nebhanî hazretlerinin Envar-ı Muhammediyye kitabının 13. sayfasında ve İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Mektubat’ının 122. mektubunda vardır. Mektubat’ın Farsça haşiyesinde, bu hadisin Deylemî’nin Firdevs’inde bulunduğu bildirilmektedir. Deylemî de, diğer muhaddisler gibi, meşhur ve muteber bir hadis âlimidir. İbni Teymiyye’nin fikirlerini benimseyen Alusi bile (Galiyye) kitabında bildiriyor. Mektubat-ı Rabbânî’nin 3. cildinde, (Sen olmasaydın Cenneti yaratmazdım) ve (O olmasaydı kâinatı yaratmaz, rububiyetimi izhar etmezdim) kudsî hadisleri de bildirilmektedir. İkinci binin müceddidi İmam-ı Rabbânî, hadis âlimlerinden İmam-ı Taberanî, İmam-ı Hâkim, İmam-ı Deylemî, evliya zatlardan Mârifetname kitabının sahibi İbrahim Hakkı Erzurumî, Mevahib-i ledünniyye sahibi İmam-ı Kastalanî, Yusuf-i Nebhânî hazretleri gibi büyük zatların, yalan söyleyebileceklerini veya sahih hadisle uydurma hadisi ayırt edemeyeceklerini zannetmek, ne kadar çirkindir!
Bu kadar Ehl-i sünnet âliminin bildirdiği sahih bir hadis-i kudsîyi inkâr etmek, o âlimlere inanmamak, Resulullah’ın övülmesine tahammül edememek, ebedî saadet midir, yoksa ebedî felakete götüren bozuk bir inanç mıdır?
(Ümmetimin ihtilafı rahmettir) hadis-i şerifine de uydurma diyor. Bu hadis-i şerifi İmam-ı Beyhekî, İmam-ı Münâvî, İmam-ı İbni Nasr ve İmam-ı Deylemî gibi sözleri dinde senet olan hadis imamları bildirmiştir. (Ümmetimin ihtilafı rahmettir) demek, (Müctehidlerin farklı ictihadları rahmettir) demektir. Müctehid farklı ictihadında hata etse de, sevab alacağı için rahmettir. Bir hadis-i şerif daha:
(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse, iki sevab alır.) [Buhârî, Ebu Davud, İbni Mace, İ. Ahmed]
Büyük fıkıh âlimi İbni Âbidin hazretleri, Redd-ül muhtar kitabının önsözünde buyuruyor ki:
(Ümmetimin ihtilafı rahmettir) hadis-i şerifi meşhurdur. Mekasıd-ı hasene’de yazılıdır. İbni Hacib de Muhtasar’da sahih olduğunu yazmaktadır. Nasrul-mukaddesi’nin Hucce kitabında ve Beyhekî’nin Risalet-ül-eşariyye’sinde sahih hadis olarak bildirildiğini, İmam-ı Süyûtî yazmaktadır. Hâlimî, Kadı Hüseyin ve İmam-ül-Haremeyn de sahih olarak bildirmişlerdir. Mevahib-i ledünniyye’de de yazılıdır.
Farklı ictihad, peygamberlerin farklı şeriatları gibi rahmettir. Bir âlim, öteki âlimin ictihadının yanlış olduğunu söylemez. Çünkü Mecelle’de (İctihad ictihadla nakzedilemez) buyuruluyor. (Madde 16)
Resulullah efendimiz de, rahmet olması için farklı hadisler bildirmiştir. Hak mezheplerin, farklı oluş sebeplerinden biri de, bu farklı hadislerdir. Mesela üç hadis âlimi, şu hadis-i şerifleri ittifakla bildirmişlerdir:
(Ön avretine dokunan erkeğin abdesti bozulur.) [Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî]
(Ön avretine dokunan erkeğin abdesti bozulmaz.) [Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî]
Bu iki hadis-i şerifi, aynı hadis âlimleri bildiriyor. Suali soranın durumuna ve birçok şartlara göre farklı cevaplar verilmiştir. Hiçbir hadis âlimi bunlara uydurma dememiştir. Bu farklılığın rahmet olduğunu bildikleri için kitaplarına almışlardır. Bu büyük hadis âlimlerine dil uzatanın dili kurur. Müctehidin ihtilafı rahmet olduğu gibi, her biri cennetlik ve müctehid olan Eshab-ı kiramın farklı ictihadları da rahmettir. Bir hadis-i şerif:
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir.) [Taberanî, Beyhekî, İbni Asakir, Hatîb, Deylemî, Darimî, İ. Münâvî, İbni Adiy]
Görüldüğü gibi bu hadis-i şerifi sekiz muhaddis rivayet etmiştir.
Eshab-ı kiramdan Ebu Said-i Hüdri rivayet ediyor:
Seferde iki kişi, su bulamadıkları için teyemmüm ederek namazlarını kılıyorlar. Sonra vaktin içinde suyu bulunca, biri kendi ictihadına göre abdest alıp namazını iade ediyor, diğeri de kendi ictihadına göre iade etmiyor. Durum Resulullah'a arz edilince, her ikisini de uygun bulup şöyle buyuruyor:
(Namazı iade etmeyen, sünnete uymakla isabet etti. Abdest alıp iade eden de, iki sevab aldı.) [Nesaî, Ebu Davud]
Bu hadis-i şerif de farklı ictihadın rahmet olduğunu gösteriyor. İbni Âbidin hazretlerinin şerhini yaptığı (Dürr-ül muhtar) kitabında, (İhtilaf ne kadar çok olursa, rahmet de o kadar bol olur) buyuruluyor.
(Bütün hadis âlimleri bu hadislere uydurma demiştir) demek yalandır. Hadis âlimi denince Kütüb-i sitte denilen altı kitabı telif eden hadis âlimleri veya İ. Ahmed, İ. Mâlik, İ. Şâfiî, Taberanî, Deylemî, Dâre Kutnî, İ. Nuaym, İ. Sünnî, İbni Ebu Şeybe, Darimî, Ebu Ya’la, İbni Ebid-dünya, İbni Hibban, Beyhekî, Hâkim, İbni Abdilber, İbni Nasr, İbni Asakir, İbni Adiy, Begavî gibi hadis âlimleri anlaşılır. Bu hadislere uydurma diyen âlimler hangileridir? (Bütün hadis âlimleri) diyor. Eğer yalan söylemiyorsa, bunlardan kaçının bu hadislere uydurma dediğini ispat etmelidir.
Şevkânî, Kardâvî, Elbânî gibi kimseler, hadis âlimi değil, sahih hadisleri beğenmeyen mezhepsiz kimselerdir. Aliyy-ül-kârî’nin hadislere bakış açısı da muteber değildir. Bunların sözleriyle sahih hadislere uydurma demek çok yanlıştır. Çünkü Şevkânî, Şiîlerin Zeydî kolundan olup taklidi ve bir mezhebe girmeyi haram sayan, önceleri Zeydî iken onu da bırakıp tam mezhepsiz olan biridir.
Aliyy-ül-kârî ise, Peygamber efendimizin mübarek ana babasına kâfir diyecek kadar ileri giden biridir. Kardâvî, Elbânî gibilerin ise mezhepsiz oldukları meşhurdur.
Yukarıda bildirilen hadis âlimlerinden kaynak gösterilmediği sürece, iftira ettiği anlaşılır. Hattâ yetkili bir hadis âlimi mesela İmam-ı Buhârî, İmam-ı Süyûtî gibi bir hadis âlimi, (Bu hadis bana göre uydurmadır) dese de, o hadis sadece bu iki zatın ictihadına göre uydurma olur, onu nakleden hadis âlimine göre uydurma olmaz.
(Niye Kur’andan değil de fıkıh, tefsir, akaid gibi kitaplardan kaynak veriliyor? Allah'ın kitabından verilmelidir) diyor. Biz Kur’andan kendi anladığımıza güvenemeyiz. Onun için İmam-ı a'zamın, İmam-ı Gazâlî’nin ve İmam-ı Rabbânî gibi âlimlerin anladıklarını esas almak lazımdır.
72 dalalet fırkası Kur’an-ı kerimi yanlış anladıkları için sapıtmışlardır. Kur’an-ı kerimden anladığımıza uyarsak, biz de başka bir fırka meydana getiririz. Mesela, Maide sûresinin (Kadınlara dokununca gusledin) mealindeki altıncı âyet-i kerimesini okuyunca, (Demek kadına dokununca insan cünüp oluyor) diye anlarız. Hâlbuki kadına dokununca, hattâ öpünce, Hanefî'de abdest bile bozulmuş olmaz, Şâfiî'de ise, abdest bozulur, ama cünüp olunmaz. Burada dokunmaktan maksadın, ne olduğunu müctehid âlimler bildirmiştir. Biz, bunları Kur’andan nasıl anlayacağız?
Namazların kaç rekât olduğunu, hattâ vakitlerini bile Kur’andan anlamamız mümkün olmaz. Namazın farzlarını, namazı bozan şeyleri de Kur’andan anlayamayız.
Kur’ana bakan Şia ve Mutezile, En’am sûresinin, (Gözler onu göremez, ama O, gözleri görür) mealindeki âyetini delil getirerek (Allah dünya ve âhirette görülmez) diyorlar. Ehl-i sünnet âlimleri, Kıyamet sûresindeki (Kıyamette ışıl ışıl parlayan yüzler, Rablerine bakacaklardır) mealindeki 22. ve 23. âyetlerle diğer âyetleri ve hadisleri delil getirerek âhirette Allahü teâlânın görüleceğini bildirmişlerdir. Biz bu âyetlerden nasıl hüküm çıkartırız? Çıkardığımız hükmün doğru olduğunu nasıl söyleyebiliriz?
Yine Maide sûresinin abdest için, (Yüz ve elleri yıkamak, başı mesh etmek ve ayakları yıkamak) ifadesini Şiîler, ayakları da mesh etmek olarak alıyorlar. Fıkıh kitaplarına bakıyoruz, ayakları yıkamanın farz olduğu yazılıdır. Ama Vehhabiler, (Fıkıh kitaplarına bakmayın, Kur’ana bakın!) diyorlar. İmam-ı a’zam ve diğer Ehl-i sünnet âlimleri, Kur’andan doğru anlayamamışsa, biz nasıl anlayacağız? İşte Vehhabiler, (Fıkıh kitaplarına değil, Kur’ana bak!) diyerek bizim, kendileri gibi Kur’andan yanlış anlamamızı istiyorlar.
Kendilerine Selefî diyen Vehhabi gençler, Kur’andan kendi anladıklarına uyarak birçok yerde küfre girmişlerdir. Mesela, (Allah, Arş’a istiva etti) âyetini, (Allah, Arşt’a oturuyor) şeklinde anlayarak küfre girmişlerdir. Kur’anda deyim olarak kullanılan el kelimesini yanlış anlayıp hâşâ (Allah'ın eli var) diyerek Allah'ı yaratık olan insanlara benzettikleri için küfre girmişlerdir. Kendimiz anlamaya kalkarsak ya Mutezile gibi anlarız, ya Vehhabi gibi veya Şiî gibi anlarız. Yahut daha başka türlü anlarız. Onun için İmam-ı a'zam, İmam-ı Gazâlî ve İmam-ı Rabbânî gibi Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymalıyız.
Yukarıdaki misal ve delillerden açıkça anlaşıldığı gibi, Köylüoğlu ilmî bir tenkitte bulunmuyor, sadece (Çamur at, izi kalsın!) mantığıyla kitabı karalamaya çalışıyor. Unutulmamalı, Güneş balçıkla [çamurla] sıvanmaz.