— Arda, gel oğlum şu bavulları da al. Bak bakalım, arabanın arkasında yer varsa başka şeyler de vereceğim ona göre...
— Of anne ya, topu topu Ankara’da yurt bakmaya gidiyoruz, bu kadar eşyaya ne gerek var? Geri kalanları daha sonra gelip alırım. Kütahya’ya hiç gelmeyecekmişim gibi davranıyorsun. Ankara ile Kütahya kaç saatlik yol ki...
— Hadi hadi, ben ne diyorsam onu yap, senin aklın ermez böyle şeylere. Ana yüreği işte. Hiçbir şeye ihtiyacı olmasın, her şeyi tamam olsun, bir tanecik oğlum yaban ellerde kime söyler, kimden ister. İhtiyacın diye düşünüyoruz, yaranamıyoruz.
— Nebahat, yeter artık, haydi yola çıkalım bir an önce, daha bu işin geri dönüşü var. Ev taşıyoruz sanki, sabahın altısından beri araba yerleştiriyoruz yahu... Bu oğlanı hep sen şımarttın, sanki okumaya giden bir tek senin oğlun. Herkesin evladı var, kimse senin gibi yapmıyor. Gitsin bakalım da hayatın kolay olmadığını, ne zorluklar çekildiğini görsün küçük bey. Belki kıymetimizi anlar. Şımarta şımarta başımıza çıkardın oğlanı. Neymiş, bir tanecik evladımızmış, yahu söyleyince söyledi diyorlar, hepimiz devlet yurtlarında okuduk, ne gerek var da özel yurt bakmaya gidiyoruz. Yurt yurttur, sana verecekleri bir oda değil mi? Ha özel yurt vermiş, ha devlet vermiş, ne fark eder? Özeller verdikleri odalara gül mü serpiyorlar, dört yıl dişini sıkıp bitirip gelecek. İşte zaten kaç saat yurtta kalıyor ki? Sabah çıkacak okula, akşam gelecek yatacak hepsi bu!
— Tamam tamam söylenme, haydi gidelim artık!
— Nebahat yurtların adreslerini almayı unutmadın inşallah, akşam televizyonun üzerine koymuştum kâğıdı.
— Aldım aldım, merak etme!
— Bizim baldızın komşusunun oğlu mu diyordun? Onun yurdunu methediyor Melahat diyordun. Ne yaptın, aldın mı onun adresini?
— Melahat arayıp öğrenecekti, bir daha haber çıkmadı, neyse telefon edeyim de sorayım bari. Biraz zaman geçsin telefon eder sorarım.
*****
— Baba ya, ne zaman mola vereceğiz, ben yoruldum biraz da acıktım, duralım artık.
— Tabiî haşmetli evladım, ne de olsa araba kullanmak zor iştir, yorulmuşsunuzdur nerede emredersiniz sultanım.
— Mehmet ne dedi çocuk şimdi sana, heyecandan doğru dürüst kahvaltı yapamadı çocuk, acıkmıştır tabiî değil mi oğlum, dururuz birazdan.
— Doğru, haspam uykusunu açamadığı için az yemişti. Ne yedi ki çocuk, üç tane salamlı sandviç, 1 bardak süt, 2 dilim ballı ekmek bir de yolluk olarak yaptığın böreklerden. Hiçbir şey yiyemedi çocuk. Daha ne yesin be, beni mi yesin?
— Mehmet yine başlama, bak şurada bir tesis var, fena görünmüyor, ne dersin?
— Anne baksana ya, pek iyi bir yer değil galiba, dökük gibi.
— Sus Arda babanı kızdıracaksın yine!
— Ben ne dedim ki kızıyorsunuz. Siz benim gibi çocuğu çok ararsınız. Şimdiye kadar ne dediyseniz yaptım. Okula git gittim, dershaneye git gittim, okuldan eve evden okula. Siz ne dediyseniz yaptım hatta istediğiniz yeri de kazandım daha ne istiyorsunuz ki benden bilmiyorum.
— Adamın dediğine bak, sanki kendimiz için istedik üniversiteyi. (Kazan, oku da adam ol, sürünme hayatta) dedik. Fena mı ettik? Sana kalsaydı hâlâ yatıp yuvarlanıyordun, bir baltaya sap ol diye yaptık. Ben daha sana ne kadar bakacağım, kazık kadar oldun, elbette bir iş tutup yurt yuva kuracaksın, hayatta başka ne yapılır zaten.
— Tamam tamam, çıktığımızdan beri didişip durdunuz, hadi duralım şurada da biraz temiz hava alalım.
*****
— Herkes tamam mı bindiniz mi?
— Arda daha gelmedi Mehmet. Sakın söylediklerinden alınıp kaçmış olmasın.
— Nerdeeee, söylediklerimden alınsaydı kendine çekidüzen verirdi. Gelir şimdi, lavabo sefası bitmemiştir.
— Oğlum nerede kaldın, merak ettik?
— Aman anne ne var merak edecek, tabii ki lavabodaydım.
— Ben demedim mi…
— Mehmet bak son kez söylüyorum bir daha dalaşırsanız kesinlikle ilk otobüsle geri dönerim ona göre.
— Anne, ben biraz uyusam gelince kaldırırsınız.
— Uyu oğlum, ben kaldırırım seni.
*****
— Ara bakalım şu baldızı, öğrenmiş mi yurdun adresini.
— Aaa iyi söyledin, ben unuttuydum, akıl mı bıraktınız insanda. Oğlu bir türlü, babası bir türlü, hah çalıyor.
— Alo, merhaba Melahat, ben ablan. Komşundan oğlunun kaldığı yurdun adresini öğrenecektin, öğrendin mi?
— Öyle mi? Tamam. Kalem, dur bir dakika torpidoda. Hah, tamam söyle yazıyorum. Tamam yazdım, baksana vakıf yurdu mu dedin, ne vakfıymış bu? İhlas Vakfı Erkek Öğrenci Yurdu. İyi diyorsun buraya öyle mi? Sen demiyorsun, oğlanın annesi diyor, tamam. İnşallah biz de öyle söyleriz. Bir de buraya bakalım, tamam oldu canım sağol.
— İlk adresten başlayalım önce. Tayfur Erkek Öğrenci Yurdu’ndan başlayalım Nebahat. Şu cihaza yaz bakalım adresi, bize tarif etsin ona göre gidelim. Aklımı seveyim, iyi ki gelmeden önce almışım şu navigasyon cihazını. Bir kılavuz olmadan tanımadığın bilmediğin yerde şaşırıp kalırsın. Nereye gidersen git mutlaka bir kılavuz lazım adama. İşte, Tayfur Erkek Öğrenci Yurdu, hadi bakalım kaldır oğlanı da girip bakalım şu yurda...
— Arda, kalk yavrum geldik.
— Ne, geldik mi? Neden beni daha önce uyandırmadın anne?
— Ne fark eder? Kalk üstünü başını düzelt de içeri girelim, baban indi. Dışarıda seni bekliyor.
— Tamam, aynaya bir bakayım. Anne ya jöle aldın mı yanına?
— Hayır, yavrum, ama istersen ruj verebilirim. Saçmalama Arda, in aşağıya da babanı kızdırmayalım hadi!
— Uf ya, şu saça bak, ne yapayım ben şimdi?
— Jöleyle karıştıracağına tarakla taramayı denesen belki daha iyi olur, ha oğlum.
— Babama söylüyorsun ama sen de babamı geçtin anne.
— Ben babana benzemem, sadece söylenmekle kalmam, ona göre kızdırma beni.
— Tamam tamam, indim işte.
— Mehmet sen buranın yurt olduğundan emin misin? Şu tiplere bak, uzun saçlı, küpeli, gitar çalanlar, kız mı oğlan mı belli değil.
— Nebahat saçmalama! Sanki hiç böyle tipler görmedin. Ankara’da böyleleri çok. Şimdi gençlik hep böyle, bilmiyorsun sanki…
— Yaşa baba! Gençlik hep böyle artık, arkadaşlarımdan da saçlarını uzatan var, ben de saçlarımı uzatırım, belki küpe bile takarım.
— Hele bir yap, annen olmam. Ben seni zibidi ol diye okutmuyorum, efendi efendi okulunu bitir gel.
*****
— Merhaba buyurun, nasıl yardımcı olabilirim size?
— Şey merhaba beyefendi, biz oğlumuz için yurt bakıyorduk. İnternetten sizin yurt bilgilerinizi aldık, bir görmek istedik.
— Tabiî, hay hay, buyurun, içeri geçelim, buyurun oturun lütfen...Önce kendimi tanıtayım, ismim Tayfur. Ankara Üniversitesi mezunlarındanım. O zamanlar sadece devlet yurtları vardı biliyorsunuz. Bizler çok sıkıntılar çektik, mezun olduktan sonra arkadaşlarım yani gençler benim gibi sıkıntı çekmesin diye düşünerek bu özel yurdu açtım. Gençleri çok seviyorum, kendimi onlara çok yakın hissettiğim için, ara sıra onlarla takılıp bir yerlere gitmek, geziler düzenlemek benim hobim oldu artık. Neyse kendimden çok bahsettim, biraz da yurttan bahsedeyim, hem de size yurdumuzu gezdireyim. Bu salon, dinlenme, TV salonu. Dev ekranda maç izleriz hep birlikte. Burası masa tenisi, bilardo, mini bovling salonumuz. Buraya bilgisayar oyunlarının oynandığı bir salon düşünüyorum, ama henüz karar vermedim. Bu salon, yemek salonumuz, şimdi de üst kata çıkalım. Bu katta odalarımız var. Tek kişilik ve iki kişilik odalarımız var. Tek kişilik beş oda var, onların içinde tuvalet, banyo, minibar, TV, bazalı yatağımız, gardırobumuz ve komodinimiz, çalışma masası ve kitaplık mevcut. İki kişilik odalarımız karşı tarafta. Odalarımızda minibar, bazalı yataklarımız gördüğünüz gibi, gardırop ve komodin, çalışma masası ve kitaplık mevcut. Bu odalarımızda kalan arkadaşlar koridordaki tuvalet ve banyoyu kullanıyorlar.
— Şey ben çalışma odası ve bilgisayar odası göremedim. Oraları da bir görsek.
— Hahahah isim neydi arkadaşım?
— Arda.
— Ardacığım, tek kişilik oda zaten senin. Masan da var, niye bir de çalışma odasına ihtiyaç duyasın? Bir de ne vardı, ha bilgisayar odası… Herkesin artık dizüstü bilgisayarı var değil mi? Herkes odasında dilediği kadar dilediği zaman kullanabilir. Her yerde kablosuz internet var.
— Evet, güzel, otel gibi bir yurt, ama kantin göremedik.
— Aaa, söylemeyi unuttum, bizim yurt girişlerimiz en son 11. 00’de sona erer. Ben özgürlükçü biriyim. Arkadaş 11’e kadar ne zaman isterse gelsin. İşi vardır, arkadaşlarıyla takılıyordur, gençler başka nasıl sosyalleşecekler değil mi? Eeee zaten o saatte gelen arkadaş dışarıda ihtiyacını karşılamış olarak geldiği için kantine hiç gerek hissetmiyoruz, haksız mıyım hanımefendi?
— Çok haklısınız da bu çocuk gece 11’de geldiğine göre herhâlde ders çalışma ihtiyacını da dışarıda halletmiş olarak dönüyordur. Gelince de yatağa zor düşüyordur. Bari sabah okuldaki derslere yetişebilse.
— Biliyorsunuz artık oğlunuz büyüdü, lise değil üniversitede okuyacak ve üniversitede yoklama lisedeki gibi değil. O artık bir yetişkin olduğu için bu konuyu kendisi hâlledebilir. Bakın ebeveyn olarak şunu bilmeliyiz ki eğitim-öğretim zaten bir şekilde hâllediliyor. Ama gençlerin arkadaş, çevre ve dünyayı tanımaları gerek. Daha çok hayatın tadına varsınlar, dünyaya bir kere geliyoruz, her zaman da genç olmuyor ki insan, değil mi?
— Peki, bu hayatın farkına varmaları, günlerini gün edip gençliklerini yaşamalarının, daha doğrusu, sorumsuz hayatlarının bedelini kendileri mi yoksa aileleri mi ödüyor? Pek merak ettim, bütün bunlar için ne kadar ödeniyor?
— Takdir edersiniz ki kaliteli bir yerde kaliteli hizmetin birazcık fiyatı yüksek olabiliyor, yani tek kişilik odalarımız 700, çift kişilik odalarımız 500 lira, tabii her hizmetin bedeli var.
— Teşekkür ederiz.
*****
— Haydi, binin bakalım. Allah Allah, ne iş yahu, adamın söylediklerine bak! Çocuklar okumasın diye elinden geleni yapmış. Bir de hayatı yaşasınmış. Ne yaşayacak, baba parasıyla ekmek elden su gölden. Zaten sorumsuz yaşıyorlar, hayatın tadını çıkarsınlarmış, oldu olacak yurda birde bar açsaymış bari.
— Gerek yok, o saatte gelen içmeden gelir mi? Çöp kutularında bira şişeleri vardı zaten.
— Baba ya, tamamen haksız değil ama...
— Galiba bu yurttakiler, hayatında hiç para kazanmamış, parasının hesabını bilmeyen, baba parası yiyen, muhtemelen aileleri sorunlu, sırf ailesinden ayrı olarak üniversite bitirmek için gelmiş tipler. Çoğunun bir işte çalışıp para kazanmak gibi derdi bile yoktur. Çünkü adamın hesabını bilmeden harcamasına bakarsan zaten bir işi hazırdır bile. Ne yapsın da vatana, millete faydalı olma gibi bir amacın peşinden gitsin ki... Zaten yurdun bahçesinde gördük birkaçını. Hangisi aklı başında görünüyordu? Bak oğlum, biz böyle insanlarla birlikte olamayız. Yurt müdürünün söyledikleri hiç mantıklı şeyler değil. Özgür gençlikmiş, hayatın tadını çıkarmakmış, böyle şeyler bize göre değil. Bu, sorumsuz bir hayat tarzı. Oysa aklı başında bir gencin, hem ailesine hem de kendine ve çevresine karşı sorumlulukları var. İnan bana, bu adamın söyledikleri gibi yaşayan insanlar memleketimizde çok küçük bir yüzdeyi oluşturuyor, yani herkes böyle ekmek elden, su gölden, bolluk ve refah içinde değil. Ne zor şartlarda çalışan, para kazanan, evladını okutan, belki de hem çalışıp hem okuyan insanlar var. Hayatı tozpembe bir rüya gibi, vur patlasın çal oynasın, zevk sefa içinde yaşamak değil marifet, hayatın gerçeklerini yani her yönünü görerek yaşamak marifet. İşte o zaman gençler büyür ve olgunlaşırlar, işte asıl o zaman adam gibi adam olunur.
— Tamam baba.
— Şimdi ne yapıyoruz Mehmet?
— Sıradaki yurdun adresini yazıyorsun şu cihaza Nebahat.
— Doruk Erkek Öğrenci Yurdu, Şair Nedim Sokak...
— Haydi bakalım, şimdi istikamet Doruk Yurdu...
*****
— Mehmet baksana, köşe başındaki yer galiba.
— Baba baksana, polis arabası park ediyor önüne.
— Mehmet gitmeyelim, biraz geriye park et, bekleyelim bakalım, bir şeyler oluyor herhâlde.
— Baba bak bak, polisler birini yaka paça dışarı çıkarıyorlar, adama bak ne biçim bağırıp küfür ediyor.
— Allah Allah, ne iş ama! Haydi Nebahat, en iyisi şu son yurda gidip bakalım. Bakın, bu yurt son bakılacak yurt, ona göre. Bu yurt da olmazsa devlet yurdu olacak, hiç itiraz istemem. Bu son şansınız, ben ta başından söylüyorum zaten. Kimin umurundaki, senin çocuğun ne yaparsa yapsın, sen parasını öde yeter, ister serseri olsun, ister terörist, onlar sadece senin ödeyeceğin paraya bakar. O yüzden vereceksin devlet yurduna, hiç değilse okula yakın olur, giriş çıkışı sorun olmaz, idare eder gider diyorum, ama kime diyorum…
— Öyle söyleme Mehmet, devlet yurtlarında da kimlerle kaldığın belli değil, hırlısı hırsızı, sapığı, uyuşturucu kullananı, 72,5 millet var neler duyuyoruz.
— Sanki az önce gittiğimiz yurtlar çok iyiydi de. Hiç değilse üstüne para vermiyoruz.
— Ne yapalım insan evladını göz göre göre kötü insanların arasına atamıyor, hiç değilse belli bir düzeydeki insan gelir özel yurda diye düşündüm.
— Neyse, dediğim gibi bu son şansınız ona göre...
— Tamam tamam, haydi adresi yazayım şu cihaza da gidelim bir an önce.
— Baba, bak sağ tarafta bir yurt var, burası mı acaba?
— Evet, tam da söylediğin yer, karşı tarafa park edelim ve gidelim.
*****
— Faruk abi, bir aile yurdumuza doğru geliyor karşılayayım mı?
— Abdullah abi, ne iyi olur abim be, bir karşıla bakalım, hadi hayırlısı.
— Buyurunuz efendim, bir isteğiniz mi vardı?
— Biz oğlumuz için yurt araştırıyorduk da.
— İçeri buyurun efendim, sizi lobi kısmında biraz dinlendirelim, uzaktan mı geliyorsunuz?
— Pek uzak sayılmaz aslında. Kütahya’dan geliyoruz.
— Haklısınız uzak sayılmaz, burada Kütahya’dan gelen birkaç arkadaş var. Kardeşimizin adı nedir acaba?
— Oğlum sana diyor.
— Ne diyor, kim diyor?
— Kusura bakmayın yoldan geldik, sabah erken çıktık, gelir gelmez yurt araştırmaya başladık. Maceralı bir araştırma oldu bizim için, hepimiz biraz sersemledik.
— Çok haklısınız efendim, yorulmuşsunuzdur, size bir çay ikram edelim. Ben müdür beye geldiğinizi haber vereyim. Siz de burada biraz istirahat edip çaylarınızı için.
— Olur tabii.
— Efendim hoş geldiniz, buyurun çaylarınız. Soğuk bir şeyler istersiniz diye Osmanlı şerbeti de getirdim. Buyurun efendim...
— Nasıl yurdumuzu beğendiniz mi?
— Ay daha yeni geldik evladım, bir soluklanın dediler, bizi buraya oturttular. Sağ olasın, sen de çay getirdin bize, birazdan yurdu gezeriz herhâlde.
— Tabii efendim izninizle, ben arkadaşlara da çay vereyim.
— Baksana delikanlı!
— Buyurun efendim.
— Buradakilerin hepsi kayıt için mi gelmişler?
— Hayır efendim, bu arkadaşlarımız yurtta kalıyorlar, bazılarının okulu açıldı bile, kimi yurt dışından olduğu için benim gibi hiç gidemiyor evine.
— Ah evladım, sen nereden geldin?
— Ben Kazakistan’dan geldim efendim.
— Maşallah. Sen çok güzel Türkçe konuşuyorsun, nasıl oluyor?
— Yurt dışından gelen herkes, önce bir yıl Türkçe öğreniyor. Sonra sınava giriyor, nereyi kazanırsa orada okuyor. Bu benim üçüncü yılım, burada uluslararası ilişkilerde okuyorum. Neyse ben izninizi isteyeyim, çayları soğuttum, gidip yenisini getireyim arkadaşlara.
— Hayırdır efendim, bir şey mi oldu?
— Yoo, Kazakistan’dan gelen öğrenciyle konuşuyorduk.
— Evet, efendim. Yurdumuzda yurtdışından birçok öğrenci bulunuyor. Bu öğrencilere, vakfımız da elinden geldiği kadar yardımcı oluyor. Çaylarınızı içtiyseniz arkadaşlardan biri, size yurdu gezdirsin, sonra müdür beyle görüşelim olur mu efendim?
— Çok iyi olur.
— Selman abi.
— Aaaa, bu öğrenciniz nereden?
— Arkadaşımız Somali’den öğrencimizdir, size yurdumuzu gezdirsin.
— Ailemize yurdumuzu gezdirebilir misin?
— Tamam abi, buyurun efendim. Bulunduğumuz katta yemekhane, TV ve dinlenme salonu var, bu katta mescit, çamaşır ve ütü odalarımız var. Üst katımız idarenin, çalışma salonu ve bilgisayar odasının bulunduğu kattır. Yatakhaneler üst kattadır, buyurun odalara bakalım. İki, üç ve beş kişilik odalarımız vardır. Her katta tuvalet ve banyolarımız bulunmaktadır. Her arkadaşımıza bir dolap, bazalı bir yatak, yorgan, yastık ve nevresim takımı veriliyor. İsterseniz yurt müdürümüz Faruk abinin yanına inelim, görüşmek için sizi bekliyordur.
— Sağ ol delikanlı.
— Giriniz.
— Faruk abi, ben misafirlerimize yurdumuzu gezdirdim.
— Allahü teâlâ razı olsun abi.
— Hoş geldiniz efendim, buyurun oturun. Nasıl, yurdumuzu beğendiniz mi?
— Güzel, fena değil, yalnız bazı sorularımız var tabii.
— Elbette, önce bir tanışalım, benim ismim Faruk, yurdun yönetiminden sorumluyuz. Sizi ilk karşılayan arkadaşım Abdullah abi, müdür yardımcısı arkadaşımız, diğer arkadaşlar da yurdumuzda kalan öğrencilerimiz.
— Benim adım Mehmet, oğlum Arda. Ankara’da elektrik-elektronik bölümünü kazanınca ailece gelip hem memleketi bir görelim hem de bir yurt bulalım dedik. Ben devlet yurdu olsun dedim, ama annesi, ille de (Özel bir yurt olsun, devletinki kontrollü olmayabilir, her tür insan bulunur, bir tane evladımız) falan dedi, biz de çıktık geldik, sizden önce birkaç yurt daha gezdik. Bir tanesi yurt değil otel, kimin girip çıktığı belli değil, bir tanesine gittik, daha girmeden polisler geldi, yurttan birilerini götürdüler. Sizin adresinizi de bizim baldızın komşusundan aldık.
— Önce size yurdumuz hakkında genel bir bilgi verelim. Yurdumuz 150 kişilik yatak kapasiteli bir vakıf yurdudur. Üç öğün yemek, 24 saat sıcak su vardır. Odalarımız iki, üç, beş kişiliktir.
— Tek kişilik odalarınız yok mu?
— Biz tek kişilik odaları özellikle düzenlemiyoruz, çünkü herkes bu hayatta birileri ile yaşamak zorunda, birilerine sabretmek zorunda. Birlikte yaşamak, insanların birbirlerine katlanmaları, birbirlerini idare etmeleri, hayatın her aşamasında karşılarına çıkacak. Birlikte yaşamanın, insanların birbirleriyle iletişimi öğrenmeleri açısından da çok faydalı olduğunu tecrübelerimize dayanarak söyleyebiliriz. Yurt yönetimi, öğrencilerimizi memleketlerine, okudukları bölümlere, kişilik özelliklerine göre odalara yerleştiriyor. Bu yüzden siz ebeveynlerimiz, müsterih olun efendim.
— TV’niz küçük değil mi, şöyle dev ekranda maç izlemek daha zevkli olur gençler için, ama yanında bir projeksiyon ve beyaz perde gördüm. Herhâlde perdeye yansıtarak izliyorsunuz sinema ve maçları, öyle değil mi?
— Hayır, efendim. Öncelikle şunu belirtmek isteriz, sizin evlatlarınız buraya geldikten sonra bizim evlatlarımız olurlar. Kendi evladımızın nasıl olmasını istiyorsak, sizlerin evlatları için de, emin olun aynı şeyi istiyoruz. Bu vakfın kurucularının iki önemli düsturu var. Birincisi, “Sizin en hayırlınız başkasına faydalı olanınızdır.” Bu, bir hadis-i şeriftir. Herkes kendinden başkasını düşünseydi hayatta hiç kavgalar, savaşlar olur muydu? İkincisi, “En büyük yatırım insana yapılan yatırımdır.” Her şey yok olur, geride sizin bıraktığınız eserler sizi yaşatır. Bu eserler, öğrettiğiniz doğru bilgilerle yetiştirdiğiniz evlatlarınızdır. Bu emekler zayi olmaz, bu yatırım güzel gelecek için birer yatırımdır. Bizler burada otel hizmeti vermiyoruz, evlatlarımızı hâl hareket, davranış olarak, bilgi olarak, tam donanımlı şekilde hayata hazırlıyoruz. TV odasında gördüğünüz beyaz perde ve projeksiyon cihazı maç ya da sinema için değil. Evlatlarımızın okullarını bitirip hayata atıldıklarında, yani hayat okyanusunda yüzmeye çabaladıkları zaman boğulmamaları için değişik konularda uzmanlarından konferans ve toplantılarda kullanılmaktadır.
— Faruk abi, rahatsız ediyorum ama yemek vakti. Misafirlerimiz yemek isterler mi acaba?
— Mehmet Bey, nasıl arzu edersiniz? Benim Arda ile birebir görüşme yapmam gerekiyor, bu arada siz yemek yemek ister misiniz acaba?
— Şey, ben bilmem ki, kafam karıştı.
— Lütfen efendim, illa yurdumuzu seçeceksiniz diye bir şey yok. Gelen bir misafire ikramda bulunmak bir Müslüman için bulunmaz fırsattır. Lütfen kırmayın, haydi Abdullah abi, siz yardımcı olun abiciğim.
— Tabiî, buyurun efendim bu taraftan.
*****
— Nebahat, ne diyorsun? Adamın anlattıklarına bak! Ne dedi, neler dedi yahu, hayata hazırlamak falan, konferans falan, anlamadım, ne anlatıyorlar ki?
— Aman Mehmet iyice şüpheci oldun. Geldiğimizden beri bizi karşılamalarından, gezdirmelerinden tut da, konuşmalarına kadar, çok samimi olduklarından eminim. Kalbimde öyle bir his var ki burası bizim şikâyet ettiğimiz kendi çocuğumuzu bile eğitebilir. Karşılaştığımız öğrenci olsun, yönetici olsun birbirleriyle, bizimle konuşmalarına baksana. Son derece kibar, samimi, efendi. Doğrusu benim oğlum da şu vurdumduymaz tavırlarından kurtulup böyle kibar, duyarlı, edepli terbiyeli biri olsa neler vermezdim. Bir tane evlat. Biz ölüp gittiğimizde geriye ne bırakacağız? Müdür ne dedi, eser dedi, doğru söyledi. Bizim eserimiz evladımız, ama Arda’nın bu hâli hep devam ederse yani şikâyetçi olduğumuz tavır ve davranışları devam ederse, sence nasıl bir eser olur? Ben derim ki, Arda’yı ikna edelim bu yurtta kalsın.
— Aslında benim de aklıma yattı, içim ısındı, ama dur bakalım, Arda ne diyecek…
*****
— Evet Ardacığım. Bana biraz kendinden bahseder misin? Seni daha iyi tanımak isteriz.
— Neden beni tanımak istiyorsunuz anlamadım. Diğer yurtlarda hiç böyle bir şey istemediler, kayıt yaparsınız, ben işime bakarım, siz de işinize bakarsınız, beni tanıyıp ne yapacaksınız? Sonuçta ben sizin için bir müşteriyim, öyle değil mi?
— Arda, en çok kime güvenirsin?
— Anne ve babama. Niye sordunuz?
— Arkadaşlarına güvenmez misin?
— Benim öyle doğru dürüst arkadaşım olmadı ki, hepsi menfaatçi. İşleri bitince seni satarlar.
— Anlaşılan arkadaş konusunda bayağı şanssızsın. Benim çok arkadaşım var, hepsine güvenirim. 20-30 senelik arkadaşlarım var, hâlâ görüşürüz. Birimizin başına bir şey gelse, hepimiz onun için üzülür bir şeyler yapmaya çalışırız.
— Ne güzel?
— Efendim? Bir şey mi dedin?
— Hayır, kendi kendime öylesine konuştum.
— Eğer istersen sen de, benim gibi, güvenebileceğin gerçek dostlar, iyi insanlar bulabilirsin. Yurdumuzda herkes birbirini abi kardeş gibi sever ve sayar. Sen de istersen onlardan olabilirsin, bunu bir düşün. Gelelim şu müşteri meselesine. Babana da söyledim, burası otel değil. Biz de otel işletmiyoruz. Eğer otel olsaydı, emin ol para için her müşteriyi alırdık, ancak biz yatırım yapabileceğimiz, eser olabilecek cevherleri buraya alıyoruz. Müşteri olsaydın ilk önce seninle fiyat üzerine konuşurduk, belki pazarlık yapardık. Eğer sen müşteri olsaydın şimdiye kadar çoktan, defalarca, ücretiniz ne kadar diye sorardın, öyle değil mi? Aslında sen de güveneceğin insanların bulunduğu bir yurtta kalmak istiyorsun, biz de kendisine güveneceğimiz, hem kendisine hem başkasına zararı olmayacak, hatta faydası olacak hayırlı insan, iyi insan istiyoruz. Bu yüzden seninle burada konuşuyoruz. Ardacığım, hedefin nedir?
— Belli değil mi? Elektrik-elektronik okuyup güzel de bir işe girmek. Babam (KPSS’ye gir, devlette çalış) falan diyor, ama bilmiyorum.
— Hepsi bu mu? Tek hedefin bir iş sahibi olup para kazanmak mı?
— İnsanın başka ne hedefi olabilir ki?
— Bir insan önce kendine, sonra başkalarına faydalı olmalı, kendisine faydası olmayanın başkasına ne faydası olabilir ki? Her gün haberlerde, gazetelerde okuyoruz, inşaat mühendisi olmuş, eksik malzeme kullanmış, kendi menfaati için başkalarını zarara uğratmış, doktor olmuş gereksiz ameliyatlar yapmış, yani aslında iyi insan olamamış, iyi insan olamayınca da başkalarına zarar vermiş, sonra tutuklanıp hapse girmiş, kendisine de zarar vermiş. Kişinin kendisi iyi olmazsa, önce çevresi ve ailesi, daha sonra bu halka büyüyerek vatanı ve milleti zarar görür. İşte bizim yapmaya çalıştığımız bu! Herkesin iyileştirilmesi gereken yönleri olabilir. Hedefimiz, öğrencilerimizin iyi ahlaklı, vatanını, milletini, dinini seven ve kayıran insanlar olarak yetişmesine katkıda bulunmak, yetişen bu insanların güzellikleri yaşayarak, yaşatarak etrafına örnek insan olmalarını sağlamak. Eğer sen de bizimle aynı hedefi paylaşıyorsan, seni evladımız olarak burada görmekten çok mutlu oluruz, elbette karar senindir. Soracağın bir şey varsa seni dinliyorum, yoksa ikimiz de acıktık, haydi yemeğe gidelim.
— Teşekkür ederim sorum yok, ben bir annemlerin yanına gideyim.
— Sen bilirsin.
*****
— Anne baba.
— Evet, ne konuştunuz Arda, ne dediler?
— Okul okuyup para kazanmak tek hedefim olmamalı galiba, daha başka şeyler de olmalı, kendimde eksik olan bir şeyler hissettim, eğer bu yurtta kalırsam bu eksikliklerimi tamamlayacağımı ve çok şey kazanacağımı düşünüyorum.
— Biz de seninle aynı hissi ta kalbimizde hissettik oğlum.
— Ne bekliyoruz o zaman, kararımızı bildirip, kaydımızı yaptırıp, gönül huzuruyla evimize dönelim. Allah hayırlı etsin!