Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Evliya bir zata, (Zeynel Âbidin hazretleri, “Bir talebe, hocasının karşısında, kor ateşin üstünde, kıyamete kadar hiç kıpırdamadan, saygıyla, edebini muhafaza ederek otursa, yine de onun hakkını ödeyemez” buyuruyor. Bunun hikmeti nedir?) diye sorarlar. O zat buyurur ki:
Peygamber efendimiz, (Ümmeti arasında Peygamber neyse, talebenin arasında mürşidi de odur) buyuruyor.
Bu mübarek zatlar öğretmeseydi, biz asırlar sonra Ehl-i sünnet itikadını nereden bilecektik? Nereden Ehl-i beyti ve mezhep imamlarımızı tanıyacaktık?
Ben namaz kılardım, ama din, Peygamber nedir, Ehl-i sünnet nedir, mezhep imamı nedir, hiç bilmezdim. İman nasıl korunur, küfre düşmemek için ne yapılır, bilmiyordum. Hattâ niye namaz kıldığımı da bilmiyordum. Babamla beraber camiye gider, namazı kılar çıkardım. Ne zaman mübarek hocamı tanıdım, hepsini onların sohbetinde öğrendim. İmam-ı Rabbani hazretlerinden Mektubat’ı okudular. Büyükleri tanıttılar. Allahü teâlânın emir buyurduğu şekilde iman ettim. Çünkü Rabbimizin razı olduğu iman, imandır. Yoksa herkesin kendi arzu ettiği şekilde inanmak iman değildir. Kur’an-ı kerimde, (Ey iman edenler, Allah’a ve Resulüne iman ediniz!) buyuruluyor. (Bir Ehl-i sünnet âlimine veya onun kitaplarına tâbi olun ve imanınızı tazeleyin! Doğru iman sahibi olun! Emir ve yasakları doğru öğrenin! Emirleri yapıp, yasaklardan sakının!) demektir.
Bize dinimizi öğretti
Biz, ümmeti olarak, Peygamber efendimizin hakkını ödeyemeyiz. Çünkü bizdeki iman dâhil, her nimetin asıl sebebi, asıl vesilesi Peygamber efendimizdir. Peygamber efendimizi bize tanıtan da mübarek hocamızdır. Ona kavuşturanları yani Onun kıymetli vârisleri Silsile-i aliyye büyüklerini tanıttı ve sevdirdi. Dinimizi öğretti. Doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü, hakkı bâtılı öğretti. Şimdi, bütün bu nimetlere kavuşmamıza sebep olan hocamızın hakkını nasıl ödeyebiliriz?
Ateş, düştüğü yeri yakar. Yani bunu ancak, hocası vesilesiyle kavuştuğu nimetleri bilen, hocasının onu ne felaketlerden kurtardığını bilen anlar.