Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Hiçbir şey devamlı değildir. Her şey bir gün biter. Bu dünya bir han, bir otel gibidir. Otele gidip, oradan ayrılırken, hiç kimse oradaki eşyaları mesela karyolayı, yatağı götüremez. Götürmeye kalksa da izin vermezler. Ölürken de, hiçbir malını kabre götüremez. Onun için büyük zatlar, (İnsan ölürken bir hiç olduğunu anlar) buyuruyor. Yani dünyalık olarak her ne varsa, o feci hastalık sırasında zaten hiçbir şeyi düşünemez.
Öyle bir köprü, öyle bir imtihan ki, hiç kimse bundan emin olamaz. Büyüklerimizin en çok korktuğu, bu son andır. Mesela çok büyük bir âlim olan Ahmed ibni Hanbel hazretleri, tam sekerat halindeyken, birden can havliyle üç defa (Olmaz, olmaz, olmaz) diye bağırıp, tekrar yatağa düşer. Oğlu yanına yaklaşıp, (Hayırdır baba, ne oldu? Olmaz diye bağırmanızın sebebi neydi?) diye sorunca, (Mel’un şeytan, “Müslümanlığı bırak, Hristiyan ol, Cennete gideceksin” dedi. Ben de olmaz dedim. O mel’un da defoldu gitti) der ve kelime-i şehadet getirip vefat eder.
Amr ibni As hazretleri, Eshab-ı kiramın büyüklerinden ve dört dâhiden biriydi. Vefat ederken hüngür hüngür ağlar. Oğlu, (Babacığım ölümden mi korkuyorsun?) der. (Hayır, ben başka bir şeye ağlıyorum. Önceleri Resulullah’a düşmandım, eğer o zaman ölseydim ebedî Cehennemlik olacaktım. Müslüman oldum, canımı ona fedaya hazır bekledim. O hayattayken ölseydim, hiç endişem olmazdı. Ondan sonraki hâlimi bilemediğim için ağlıyorum) der. Sonra kelime-i şehadet getirip vefat etti.
Nerede duracağı bilinmez
Cüneyd-i Bağdadi hazretleri de, ölümüne yakın ağlamaya başlar. Talebeleri, neden ağladığını sorunca, (Sonumdan korkuyorum. İnsanın ameli, ince bir iplikle tavana asılmış gibidir. Her zaman öyle gider ve gelir. Amelim yok demiyorum, ama sabit değil, nerede duracağı bilinmez. Allah korusun, sol tarafta durursa ne olur benim hâlim? Onu düşünüp ağlıyorum) dedi. Sonunda kelime-i şehadet getirip vefat etti. İşte her mümin de, bu büyük zatlar gibi son nefesinden korkup, Allah’ın rahmetinden de ümidini kesmemeli...