Reformcu diyor ki:
(İmanın şartı altı olmadığı gibi, üstat Mevdudi’nin dediği gibi, kadere inanmak imanın şartlarından da değildir. Kadere inanmak, Emevilerin Cebriye itikadıdır.)
CEVAP
Yine Mutezile itikadında olduğunu gizlememiş. Kaderi inkâr edici çok söz ederek, (Halkımız muhtaçları düşünmüyor, onları kaderleriyle baş başa bırakıyor. Gerçek Müslüman yoksulları kaderine terk etmez) diyor. Allahü teâlânın takdirini kim değiştirebilir ki?
Kaza ve kader bilgileri çok ince ve anlaması güçtür. Bunları konuşmak ve tartışmak, hadis-i şeriflerle yasak edilmiştir. Müslümanların vazifesi, Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını öğrenmek ve bunlara uygun yaşamaktır. Kaza ve kaderi incelemek emrolunmadı. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği kadar öğrenmek ve inanmak yeterlidir. Bu hakiki âlimler buyuruyor ki:
Allahü teâlâ insanların, hayır ve şer, bütün yapacaklarını ezelde biliyordu. Vakitleri gelince, bunların yaratılmasını irade etmekte ve yaratmaktadır. Onun yaratmasına takdir denir. Ezeldeki ilme kader denir. Kader, ilm-i ezelidir. Emr-i ezeli değildir. Mutezile ve Kaderiyye denilen cahil ve ahmaklar, kaza ve kadere inanmadılar. İnsan, dilediğini kendi gücüyle yaratmaktadır dediler. Böyle kâfirler, zamanımızda çoktur. (Diya-ül kulüb)
İnsanın her işi Allah’ın takdiri ve iradesiyle olmaktadır. Mutezile ve Kaderiyye, kaza ve kaderi inkâr etti. (İnsan kendi kuvveti ve ihtiyarıyla, işlerini yaratıyor) dedi. İnsan bir şey yapmak ister. Sonra bunu Allahü teâlâ yaratır. İnsanın iradesine, istemesine kesb denir. Cebriyye fırkası, irade ve ihtiyarı inkâr etti. İnsanları mecbur sandı. Bu sözleri küfürdür. İnsan mecbur olsaydı, Allahü teâlâ zalimlere zalim, kâfirlere kâfir demezdi. Allahü teâlâ kerimdir. İnsana yapamayacağını emretmemiştir. Kaderiyye fırkası kaza ve kaderi, Cebriyye fırkası da irade ve ihtiyarı inkâr etti. Her ikisi de bid’at ehlidir. İrade başkadır, razı olmak başkadır. Allahü teâlâ küfrü ve günahları irade ediyor, fakat razı değildir. Ezeldeki takdir, insanın kendi irade ve ihtiyarıyla yapacağını gösteriyor. Ezeldeki takdir, irade ve ihtiyarı göstermeseydi, Hak teâlâ dilediğini yaratmakta serbest olmaz, mecbur olurdu. (Mektubat-ı Masumiyye 1/83)
Kader, yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde bilip dilemesidir.
Allahü teâlâ, bir şeyi yaratacağını ezelde irade ettiyse [dilediyse], az veya daha çok olmaksızın, dilediği gibi var olur. Olmasını dilediği şeylerin var olmaması ve yokluğunu dilediği eşyanın var olması imkânsızdır. (İtikatname)
İnsanın işlerini Allahü teâlânın ezelde takdir etmesi demek, insanın neleri irade edeceğini bilmesi ve dilemesi demektir. (İslam Ahlakı)
Kader, Allahü teâlânın ileride olacak her şeyi ezelde bilmesidir. Kaza, bu bildiklerini Levh-il mahfuz’da göstermesidir. (Emali şerhi, Seyyid Ahmed Asım Efendi)
Kalble veya bedenle yapılan işleri, canlılarda ve cansızlarda meydana gelen her işi, Allahü teâlânın ezelde bilmesine, dilemesine ve yaratmasına kader ve takdir denir. İnsan bir şeyi yapmayı veya terk etmeyi ihtiyar ve irade eder yani kuvvetini kullanır. Sonra, Allahü teâlâ da, bunu irade eder, kudretini kullanırsa, bu şey meydana gelir. Kulun ihtiyar ve iradesine kesb, Allahü teâlânın irade ve kudretini kullanmasına halk etmek, yaratmak denir. (Dürr-i yekta şerhi)
Takdir: Halk etme, yaratma, İhtiyar: Seçme, tercih, Kesb: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarf etmesidir.
İşler takdir yönünden üç kısma ayrılır:
1- Hikmetin gereği yaratılanlar: Yerin, göğün, Cennet ve Cehennemin, meleklerin, cinlerin, hayvanların, bitkilerin ve cansız şeylerin yaratılması gibi.
2- İnsanın irade ve kudretiyle olmadan yaratılanlar: Güzel veya çirkin, sağlam veya sakat, erkek veya kadın yaratılması gibi.
3- İnsanın irade ve kudretini sarf edip çalışması ve kesbiyle meydana gelenler: İlim öğrenmek, iyi veya kötü amel işlemek gibi.
Kader hakkındaki iki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34]
(Bir canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.) [Fatır 11]
Kadere inanmak, imanın altı şartından biridir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kadere inanmayan imanın gerçeğine erişmez.) [Nesai]
(Ahir zamanda şerli kimseler kader hakkında konuşur.) [Hâkim]
(Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.) [Taberani]
Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. İki hadis-i şerif meali:
(Bütün işler Allahü teâlâdandır, hayır olanı da şer olanı da.) [Taberani]
(Denge, Rahman olan Allahü teâlânın elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır.) [Bezzar]
Kadere boyun eğilmez mi?
Reformcu (Akıllı insan, kadere boyun eğmeyen kişidir) diyor.
CEVAP
Reformcu da, Mutezile kafalı diğer yamuklar gibi kaderi bilmiyor. Kadere boyun eğmeyen insan olur mu? Kader, Allahü teâlânın takdir ettiği şeylerdir. Bunu kim önleyebilir ki? İnsan kaderini kendi çizemez. Bu konuda çok âyet-i kerime var. Birinin meali şöyle:
(Yeryüzünde hiçbir olay ve başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [Levh-i mahfuzda] yazmış olmayalım. Bu ise, Allah’a göre kolaydır.) [Hadid 22]
Resulullah efendimiz, kaderle ilgili âyet-i kerimeleri açıklayarak buyuruyor ki:
(Allah, ilk önce Kalem’i yaratıp, “Sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizi]
(Her şey ezelde yazıldı. Allah’ın ilmine göre, kalem kurudu.) [Tirmizi] (Yani takdir son buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.)
Bir kimse, hem Müslümanım der, hem de kaderi nasıl inkâr eder?
Ömür değişir mi?
Reformcu diyor ki: (Kader, Cebriye inancıdır. Müslümanlar, kader yani ömür değişmez diyerek sağlığa hiç önem vermiyorlar, hasta olsalar tedaviye yanaşmıyorlar. Kaderim buymuş diyerek hiç çalışmıyorlar. Hâlbuki insan kaderini kendi çizer. Cebriye’den kurtulup kaderimizi kendimiz çizmeliyiz.)
CEVAP
Mutezile itikadında olduğunu yine gizlememiştir. Cebriye nasıl bozuksa, Mutezile de o kadar bozuktur. Mutezile, (Allah, yaptığımız işlere karışmaz) diyerek kaderi inkâr edip, insanı hâşâ kendi işinin yaratıcısı zanneden çok sapık bir fırkadır. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali:
(Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62]
(Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
(Rabbin, kendi istediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların seçim hakkı yoktur.) [Kasas 68]
Ömrün değişmeyeceğini söyleyen Allahü teâlâdır. Bir âyet-i kerime meali:
(Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf 34]
Hiçbir Müslüman, kader değişmez diyerek sağlığını hiçe saymaz. Sağlığa, temizliğe dikkat etmenin, hastalanınca tedavi olmanın dinin emri olduğunu bilir.
Şunları da iyi bilir: Vücudumuz, bize emanettir. Dinimiz onu iyi korumayı emrediyor. Hastayı tedavi ettirmek gerekir. Tecrübeyle etkileri kesin olan, aşı, serum ve mikrop öldürücü ilaçları kullanmak, gıda almak gibi farzdır. Yani Allahü teâlânın emridir. Tesiri kesin olan ilaçlar, gıda gibi olup, ilaç almayıp ölmek günahtır. Resulullah üç türlü ilaç kullanmıştır. Kur’an-ı kerim veya dua okurdu. İlaç kullanırdı. Her ikisini karışık da kullanırdı. Müslüman, (İlaç kullanmak da kaderdendir, Allah’ın izniyle fayda verir) hadis-i şerifini de bilir. Yani Müslüman dinin emri olduğu için çalışır, sağlığını gözetir. Müslüman iyilikle, dua ile ömrün uzayacağını bilir, kötülükle de ömrün kısalacağını bilir. Müslüman şunları da bilir:
Kader değişmez. Kaza, kadere uygun olarak meydana gelir. Kaza, her gün çok değişip, sonunda kadere uygun olunca yaratılır. Kaza-i muallak şeklinde yaratılacağı yazılmış olan bir şey, kulun iyi ameliyle değişip yaratılmaz. İmam-ı Gazali hazretleri, (Kaza-i muallak, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duası kabul olursa, o kaza değişir) buyurdu. Hadis-i şerifte, (Kader, tedbirle, sakınmakla değişmez, fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur) buyuruldu. (Taberani)
Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Kalkan, atılan oka; şemsiye de yağan yağmura siper olduğu gibi, dua da, gelen belaya siper olur. Bir hadis-i şerifte, (Kaza-i muallakı hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü yalnız ihsan, iyilik arttırır) buyuruldu. [Hâkim]
Kaderin, Levh-i mahfuz’da yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, yani onun dua etmesi de takdir edilmişse dua eder, kabul olunca belayı önler. Ecel-i kaza’yı da, iyilik etmek geciktirir, fakat ecel-i müsemma değişmez.
Ecel-i kazaya bir misal verelim: Birinin ömrü, (Eğer iyi iş yapar yahut sadaka verir, hac ederse 60 yıl, bunları yapmazsa 40 yıl) diye takdir edilmişse, vakit tamam olunca, eceli bir an gecikmez. Birinin 3 gün ömrü kalmışken, akrabasını Allah rızası için ziyaret etmesiyle, ömrü 30 yıla uzar. 30 yıl ömrü olanın ömrü de, akrabasını terk ettiği için, 3 güne iner. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Sıla-i rahim [salih akrabayı ziyaret], ömrü uzatır.) [Taberani]
Takdir, ezelde Levh-i mahfuz’da yazılmıştır. Yani, Levh-i mahfuz’da olacak değişiklikler ve ömürlerin artması ve kısalması da ezelde yazılmıştır ki, buna kaza-i muallak denir. (Lübab-üt-te’vil)
Davud aleyhisselamın yanına iki kişi gelip birbirinden şikâyette bulundular. Azrail aleyhisselam da gelip, (Bu iki kişiden birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti, fakat ölmedi) dedi. Davud aleyhisselam hayret edip sebebini sordu. Azrail aleyhisselam, (İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargındı. Gidip onun gönlünü aldı. Bundan dolayı Allahü teâlâ buna 20 yıl daha ömür takdir buyurdu) dedi. Allahü teâlânın kaderi [ezeldeki ilmi] nasıl ise, Levh-i mahfuz’daki değişiklikler, ona uygun olur. Hazret-i Ömer yaralanınca Ka’bül-ahbar, (Ömer daha yaşamak isteseydi dua ederdi, çünkü onun duası elbette kabul olur) buyurdu. İşitip şaşıranlar, (Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez) mealindeki âyet-i kerimeye ne dersin denilince buyurdu ki: Evet, ecel hazır olunca gecikmez, fakat ecel hâsıl olmadan önce, sadaka ve dua ile, iyi amelle ömür uzar. Fâtır suresinde, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması yazılıdır) buyuruluyor. (Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-Kitab risalesi)
Bunları bilen bir Müslüman elbette çalışır, sağlığına dikkat eder. Reformcunun dediği gibi, (Zaten rızkım, ecelim ve hastalıklarım önceden yazılmış) diyerek tedaviyi, sebeplere yapışmayı terk etmez.