Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, (Ben kullarımı hasta yarattım, kalbleri hastadır) buyuruyor. Bedendeki hastalığın çaresini aradığımız, doktora, ilaca koştuğumuz gibi, niye kalbimizdeki bu mânevî hastalığın çaresini de aramıyoruz? Neden bu işin doktoruna [Ehl-i sünnet âlimlerine] gitmiyoruz? Hâlbuki hem dünya hem de âhiret saadetimiz buna bağlı.
Hastanelerin, ilaçların çoğaldığı, fakat gönül doktorlarının kalmadığı bir asırdayız. Yürek doktorları var, ama gönül doktorları yok. Büyükler, (Dünyanın tadı, kokusu, evliya zatlarla, medreselerle, dergâhlarla, Allahü teâlânın zikredildiği yerlerle, yani mânevî bir havayla olur) buyuruyor. Şimdi her tarafta çok sayıda cami var, ama koku yok, yani örnek insan yok. Fakat yine de elimizde, büyüklerin kitapları mevcut. Bunlar da kalb hastalığına ilaç olur. O kitapları okuyarak, o büyüklerin ruhaniyetlerinden istifade etmek zorundayız.
Silsile-i aliyye büyüklerinden Yâkub-i Çerhî hazretleri, (Bir gün gelecek, insanlar, bu sohbetlerden mahrum kalacaklar) buyurur. Bunun üzerine talebeleri, (O zamanda gelecek olan Müslümanların hâli ne olacak? Onlar ne yapsın?) diye sorunca da, (Sekiz sayfa kadar, o büyüklerin hayatını, sözlerini ve yazılarını okusunlar) buyurur. Bunları okuyanlar, o büyüklerin ruhaniyetleriyle sohbet etmiş olurlar. Çünkü onların isimleri nerede anılırsa, orada hazır olurlar. Biz görmesek ve bilmesek de, muhakkak feyz verirler. Çünkü o büyükler, Allah’ın sıfatlarıyla sıfatlanmışlardır. Onun bir sıfatı da cömertliktir. O büyükler de cömerttir. Fakat onlardan gelen feyzi almak için, inanmak ve sevmek şarttır. Sevmenin asgarisi, büyüklüğünü inkâr etmemektir. O da sevmenin başlangıcıdır. Yani o zatın büyük olduğunu kabul etmek, istifade için ilk basamaktır. Konuştukça, sohbet ettikçe, tanıştıkça, kitaplarını okudukça, muhabbet artar.
Eskiden, hocasına karşı bir kusur işlemek korkusuyla, saçlarını ağartan talebeler vardı. Büyüklerden istifade etmek isteyen hakiki bir talebe, hocasına ve bütün Müslümanlara karşı, mutlak bir şekilde saygılı ve edepli olmalıdır. Saygı ve edeb, karşısındakini üzmemektir. Şah-ı Nakşibend hazretleri, (Bu yolun başı, ortası ve sonu edebdir) buyurmuştur.