Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, çok sevdiği kullarına, Allah desin diye çok dert ve bela verir. Her Allah deyişte, ağaçtan yaprak dökülür gibi o kulun günahları dökülür. Sevmediği kullarına ise, genelde istedikleri her şeyi verir. Peygamber efendimiz, (Günahları affoluncaya kadar mümine, bela ve hastalık gelir) buyuruyor. Büyüklerimiz de, (Dert ve bela, günahların çok affedildiğini gösterir. Günahların çok olduğunu göstermez) diye bildiriyor.
Bir derviş, yıllarca hocasına hizmet ettiği hâlde, kendisine herhangi bir manevî makam verilmez. Bir gün abdest alırken, Allahü teâlâ zaman içinde zaman halk eder. Kendini yabancı bir ülkede görür. O ülkede bekâr insan bırakmazlar, zorla evlendirirlermiş. Buna, (Hanımın var mı?) diye soruyorlar. O da, (Memleketimde vardı, ama burada yok) diyor. (Seni evlendireceğiz. Eğer yalan söylersen, hırsızlık edersen, bir de gaybdan bahsedersen, biri ile bir talak olur, üçünü de yaparsan üç talakla hanımın boş olur. Hanımı boşayınca, şu gördüğün dağın tepesine çıkarıp, aşağı atılarak öldürülürsün. Ona göre hareket et!) derler.
Derviş mecburen evlenir. Havayı bulutlu görünce (Yağmur yağacak) der. Hanımı (Gaybdan haber verdin, talakın biri gitti) der. Kocası, bahçe kenarındaki elmayı alıp getirir. (Bu elma dereden akan suyun üstünde geliyordu, ben de aldım) der. Kadın elmayı tanır, (Bu şu komşunun elmasıdır, senin yalan söylemenle bir talak daha gitti, elmayı çaldığın için de üçüncü talak da gitti) der.
Olay mahkemeye intikal eder. Kanunların gereği, dervişin kayalardan atılarak öldürülmesine karar verilir. Görevliler, dervişi sallayıp kayalıklardan aşağı atarlar. Derviş, boşlukta uçarken öyle bir (Allah!) der ki, sanki kayalar sarsılır. Birden gözünü açınca kendisini şadırvanda abdest aldığı yerde bulur. Hocası da oradadır. Dervişe, (Evladım, ömründe bir kere böyle Allah deseydin sana evliyalık makamı verilirdi) buyurur. Derviş, layık olmadığı hâlde makam istemekte haklı olmadığını anlar.