Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Büyüklerden bir zat, bazı talebelerin, bütün ikazlarına rağmen yine nefislerine uyduklarını, oyun, eğlence peşinde koştuklarını görünce der ki:
(Her müslüman, kendini boğulmak üzere olan biri gibi göremiyorsa, imdat diyemiyorsa, kendini iflas etmiş saymıyorsa, sıkıntıdan kurtulamaz. Oyun, eğlence nefse hoş gelir. Nefsini Allah’ın düşmanı bilmeyen, onun her arzusuna peki diyen, onun tuzağına yakalanmıştır.)
Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri, anneden seyyid, babadan şeriftir. Daha kundaktayken ramazan-ı şerifte gündüzleri emmez, iftardan sonra emermiş. Hattâ o yıl ramazan ayının sonunda hava bulutlu geçmiş. Ramazanın çıkıp çıkmadığında tereddüt hâsıl olmuş. Annesine çocuğun süt emip emmediği sorulmuş. Emmediği öğrenilince, ramazanın devam ettiği anlaşılıp oruca devam edilmiş. Çocukluğunda, yolda giderken meleklerle konuşur, çok kalabalık olduğu için, melekler, (Yol verin, yol verin!) derlermiş. Doğuştan böyle mübarek bir zatmış. Hattâ daha doğmadan, Peygamber efendimiz, rüyasında babasına, (Ey Ebu Salih, Allahü teâlâ bu gece sana kâmil, olgun ve derecesi yüksek bir evlat ihsan etti. O benim sevgili oğlumdur. Evliya arasında onun derecesi yüksek olacaktır) buyurmuştur.
Abdülkadir Geylani hazretleri, daha genç yaşta meşhur âlimlerin, tasavvuf ehli zatların elinde, ilim tahsilini bitirmiş, çok iyi yetişmiş. Sonra vaaz ve ders vermeye başlamış. Gelenler medreseye sığmaz, sokaklara taşarmış. Hâl böyle iken, bunları bırakıp tam 25 yıl nefsinin ıslahı için sahralarda, dağlarda dolaşmış. Ne hiç kimse onu tanımış, ne de o kimseyi tanıyabilmiş. 25 yıl yalnız ot ve ağaç yaprağı yemiş. Nefsi için buyuruyor ki:
(Nefsim, bana gelir, kendine dost olmam için yalvarırdı. Yüz vermeyince zor kullanmaya çalışırdı. Bir kere onu, bütün manevî hastalıkları üzerinde, arzuları dipdiri, şeytanları emrine hazır olarak gördüm. Bir yıl daha mücadele ettim. Allahü teâlânın izniyle hastalıklarını iyileştirdim, arzularını, isteklerini kırdım, şeytanlarını kovdum.)
Abdülkadir Geylani hazretleri o mübarek hâline rağmen, tam 25 yıl nefsinin ıslahı için çalıştığı hâlde, bizim nefsin peşinden koşmamızın sebebi nedir? Bu gaflet ve cesaret nereden geliyor? Bu gafletten kurtulmaya çalışmalıdır.