Güzel bir cumartesi günüydü. Sibel pencereden dışarı bakıyor, bir taraftan da kahvaltı yapıyordu. (Ne güzel bir hava! Herkes dışarıda geziyor, çocuk sesleri sokağı dolduruyor, ben ise evde yalnızım. Allah’ım bana dinini bilen bir eş nasip eyle, kurtulayım bu hayattan, içinde bulunduğum bu koşuşturma bitirdi beni. Sen bana acı yarabbi!) diye dua etti. Duygulanmıştı Sibel. Gözleri nemlendi, elleriyle gözlerini sildi. Toparlamalıyım kendimi, Hicran teyzemi bir arayayım, evdeyse ona gideyim, biraz dertleşir açılırım diye düşündü. Telefon ederek ziyarete gelmek istediğini bildirdi.
Hicran hanım, çok eski bir aile dostlarıydı. İki aile memuriyet yıllarında aynı şehirde olmaları sebebiyle tanışmışlar, dost olmuşlardı. Emeklilik yıllarında da dostlukları devam etmiş, farklı şehirlerde olmalarına rağmen gidip gelmişlerdi. Hicran hanım, din kitapları okumayı seven, saliha bir hanımdı. Annesinin kapanmasına ve Kur’an-ı kerim öğrenmesine vesile olmuştu. Belki de bu sebeplerden dolayı, aileler arasında bir gönül bağı oluşmuş, muhabbetleri devam etmişti.
Sibel üniversiteden hemşire olarak mezun olunca, ilk ataması Tokat’a yapıldı. Hicran hanımların da aynı memlekette olmaları, ailesini daha bir cesaretlendirerek, kızlarını Tokat’a göndermeyi kabul ettiler. Sibel hastaneye gittiğinde başhekim, örtülü olamayacağını söyleyince ailesi, (Bu kadar okudun, buraya kadar geldin, geri dönemezsin artık, devam edeceksin) dediler. Bu olay üzerine, zaten eve dönmek istemeyen Sibel başını açarak çalışmaya başladı. Ailesi Sibel’i Hicran hanıma emanet ederek memleketlerine döndüler.
Sibel, kendine ait küçük bir ev tutup azdan çoktan biraz eşyayla evini döşedi. Ara sıra ailesi de gelerek yanında kalıyor, sonra tekrar memleketlerine geri dönüyorlardı. İşte Sibel ne zaman daralsa, Hicran teyzesine gider, içini döker, Hicran teyzesinin sohbet ve nasihatleriyle rahatlardı. Tokat’a geleli 3 yıl olmuş, Sibel hem şehre, hem de arkadaşlarına iyice alışmıştı. Hicran hanım, onu kendisi gibi çalışan birkaç genç kızla tanıştırmış, hep birlikte Hicran hanımda Cumartesileri toplanıp çay içiyorlar, sohbet ediyorlar, bir yandan da ilmihal bilgileri öğreniyorlardı. Bu toplantılar, diğer kızlar gibi, Sibel’in de iple çektiği günler oluyordu. Hem bir şeyler öğreniyor, hem de birbirlerinin sıkıntılarını paylaşıyorlardı. Bir araya geldiklerinde, hepsinin ortak sorunu, çalışmanın getirdiği zorluk, yorgunluk ve hayattan duyulan bıkkınlıktı. Dini bilgileri öğrendikçe, dinimizin emir ve yasaklarının insanlar için birer nimet olduğunu, bu dini bilgileri bilen ve uyan beylerle evlilik hayatının ne kadar güzel ve kolay olacağını söyleyerek, böyle beylerle evlenmek istediklerini her fırsatta ifade ediyorlardı.
Sibel çabucak hazırlandı, Hicran teyzesiyle sohbet harika oluyordu. Gidene kadar, (Şu Hicran teyzem olmasa ben kime giderdim) diye düşünüp dualar etti içinden. Zile bastı, beklemeye başladı, bir müddet sonra kapı açıldı.
— Aman benim güzel kızım gelmiş, hoş geldin.
— Selamün aleyküm Hicran teyzeciğim.
— Ve aleyküm selam güzelim, geç bakalım içeriye!
— Şey, bir şeyler getirmiştim yeriz diye.
— Ne zahmet ettin be yavrum, ben yapmıştım bir şeyler. Eee, anlat bakalım, nasılsın iyi misin, annenlerden haberin var mı, onlar nasıllar?
— Hepimiz iyiyiz çok şükür. Size gelmeden önce, annemle konuştum çok selamları var.
— Ve aleyküm selam. Konuştuğunda benimde selamlarımı ilet, olur mu? Gelmiyorlar mı buraya?
— Şimdilik gelme niyetleri yok. Belki daha sonra gelirler. Zaten şimdi gelmesinler. Bu aralar nöbetlerim çok sıkışık, ayrılan hemşireler oldu, sayı azalınca nöbetler sıklaştı.
— Eh ne diyelim, darısı sana. İnşallah sen de bu yorucu hayattan bir an önce elini eteğini çekersin. Şu haline bak koşturmaktan, uykusuzluktan gözlerinin önü çökmüş. Bir deri bir kemik kaldın be yavrum, çok üzülüyorum senin için.
— İnşallah Hicran teyzeciğim. İnanın, ben de çok arzu ediyorum; ancak durumumu biliyorsunuz. Dinini doğru olarak bilen bir talip çıksa hiç tereddüt etmeyeceğim. Hemen işten ayrılıp kapanacağım, evimin hanımı olacağım, siz de benim için dua edin ne olur?
— Ah yavrum, hiç etmez olur muyum, ediyorum. Hem de diğer kızlara da beş vakit. Ancak seninle de daha önce konuşmuştuk bu konuyu. Örtünmek için, evlenmeyi beklemek yanlıştır. Ayrıca biliyorsun, senin şu içinde bulunduğun görüntü karşısında, sana salih bir talibin çıkması imkânsızdır. Hadi çıktı diyelim, sen onun, istediğin gibi biri olacağını mı düşünüyorsun? Dinin emirlerini bilen biri, hanımının başının açık olması günahının kendine de yazılacağını bilmez mi? Bunu göze alamaz elbette. Demek ki… Ah, kapı çaldı. Ben kapıya bakayım, sonra devam ederiz.
— Ben bakayım mı Hicran teyze?
— Yok, yavrum sağ ol! Ben bakarım, hem sürprizi bozulmasın.
— Ben geldim Hicran teyze.
— Hoş geldin, ne güzel, ne güzel! İki sevdiğim insanla güzel bir gün geçireceğim inşallah, geç içeri de anlat, neler oldu?
— Aaa, Sibel de buradaymış hoş geldin.
— Sen de hoş geldin Zeliha.
* * *
— Nasıl, güzel bir sürpriz oldu değil mi Sibelciğim?
— Haklısın Hicran teyze, galiba tek sıkılıp bunalan ben değilmişim.
— Şey, aslında Zeliha onun için gelmedi. Ne dersin Sibel’e de söyleyelim mi Zelihacığım?
— Tabii ki, ben her şeyi paylaşırım Sibel’le zaten. Sizden sonra Sibel’e giderek ona da anlatacaktım. Mademki hepimiz buradayız…
* * *
— Ay şimdi bayılacağım, anlatın artık neler oluyor? Kız, yoksa evleniyor musun?
— Eee, tabii ki seni mi bekleyecektim? 30 yaşındayım artık olsun o kadar.
— Siz ciddi misiniz, yoksa benimle eğleniyor musunuz?
* * *
— Anlat artık Zeliha kızım, görüştün mü oğlanla neler oldu.
— Görüştüm Hicran teyzeciğim görüştüm ama…
— Aması ne? Olmadı mı yoksa?
— Maalesef olmadı.
— Neden beğenmedin mi?
— 30 yaşımı doldurdum. Bu yaştan sonra insan, beklentilerini ve kıstaslarını düşürüyor. Ben sadece dinini bilen ve yaşayıp yaşatacak olan biri olmasını istiyordum, benim tek ölçüm buydu. Olacağını zaten düşünmüyordum; ama ailem namazını kılan biri diye çok ısrar ettiği için görüşmeyi kabul ettim. Karşı taraf öyle bir şey söyledi ki elim kolum bağlandı.
— Ne söyledi peki?
— Önce bana evlilik adına ne beklediğimi sordu. Ben de, (Ben namazlarımı kılıyor, dinimi öğrenerek uygulamaya çalışıyorum. Evleneceğim kişinin de dinini bilen, yaşayan, bana da yaşatacak biri olmasını isterim. Sonra hemen işten ayrılıp kapanacağım ve evimin hanımı olacağım) dedim. Bana ne dedi biliyor musunuz? (Eğer bu söyledikleriniz ve istedikleriniz doğruysa, neden şimdi yapmıyorsunuz) dedi. Bu sözler karşısında ne diyeceğimi şaşırdım. Nasıl söylenir böyle bir şey Hicran teyze? Ben kendim söylüyorum, kapanıp evimin hanımı olmak istediğimi, yani kendim istiyorum, neden yalan söyleyeyim ki?
— Peki, sonra ne oldu kızım?
— Sonra, (Madem böyle düşünüyorsunuz, o zaman samimi olduğunuzu gösterin ve hemen icraata geçin) dedi.
— Çok güzel söylemiş. Niye tamam diye cevap vermedin?
Daha önce de size söylemiştim Hicran teyze, ben dediklerimi bir başkası için değil, Allahü teâlânın emri olduğu için yapmak isterim. O yüzden hemen olmuyor. Hiç umudum kalmadı Hicran teyze. Ehl-i sünnet bir bey gelse de, beni şu keşmekeş hayattan çekip kurtarsa diye beklemek, ne bileyim...
— Elindeki nasibi kaçırıyorsun. Benim başka diyeceğim bir şey yok.
* * *
— Bakın güzellerim. İkiniz de aynı dertten muzdaripsiniz. Sizi birlikte yapan, birbirinizi bu kadar sevmenize sebep olan şey, aynı büyükleri sevmeniz, aynı dili konuşmanız, sıkıntılarınızın aynı olması ve aynı şeyleri istemeniz yani ortak yönlerinizin çok olması, öyle değil mi? Eğer evlilikte de bu aynılar çok olursa mutlu olursunuz. Aslında konuştuğun kişi doğru söylemiş. Neden bozuluyorsun ki? Görüntünle düşündüklerin aynı olsaydı o zaman tamamdı. Böyle düşünüyorum ama böyle görünüyorum dersen samimi olmaz, doğru olmaz. Ben Rabbimi seviyorum deyip de, onun sevmediği şeyleri yapmak, nasıl sevgi olarak kabul edilir? Şimdi diyorsunuz ki, biz sizi çok seviyoruz. İyi güzel. Söylenilen şey size zor gelse de yapıyorsanız, gerçekten sevdiğiniz anlaşılır. İkinizden bir şey istenecek olsa, kim daha çabuk yapmak için hareket ederse, işte o ötekinden daha çok seviyor demektir. İslam âlimleri diyorlar ki, sevmek itaat etmektir, sevgide de itaatteki çabukluğa yani sürate bakılır. Demek ki sevgi itaattir, itaatteki süratle ölçülür. Peki, ne yapmak gerekir?
Kızlarını ikisi birden,
— Evet, ne yapmak gerekir Hicran teyze? dediler
— Sevgimizi göstermek gerekir. Sevgi fedakârlık ister. Neden fedakârlık yapacağız? Nefsimizden yani kendimizden vereceğiz. Şimdi sizler çalışıyorsunuz. Amirleriniz size, şu işi çok güzel yapmışsın dese, aferin dese ne kadar mutlu olursunuz, öyle değil mi? Peki, geçici olan şu dünyada aferin dense ne kazanırız, belki de en fazla bir maaş ikramiye. Onu da harcarız, biter, gider. Her şeyin yaratıcısına her an muhtaç olduğumuzu bildiğimiz halde, neden onun sevgisini tercih etmeyiz, onun sevgisini kazanmaya uğraşmayız? Oysa onun sevgisi geçici değil. Onun verdiği mükâfat geçici değil. Harcanıp bitecek bir şey değil, sonsuz. Sadece ahirette bize kulum dese yetmez m?
Yine kızlar,
— Elbette en büyük nimete kavuşmuş oluruz, dediler.
— Bir talebe hocasına gitmiş, efendim benim kemale erebilmem yani olgunlaşabilmem için bir himmet etseniz demiş, hocası (Evladım önce gayret, sonra himmet) demiş. Demek ki, önce biz gayret edeceğiz, sebeplere yapışacağız, sevgimizi göstereceğiz, sonra İslam âlimlerinden himmet isteyeceğiz. Göreceksiniz, Efendimiz, Eshab-ı kiram ve İslam âlimleri vesile edilerek yapılan duaları Rabbim kabul eder. Yeter ki biz samimi olalım. Ayrıca, ben insanlar için yapmıyorum, Rabbim için yapıyorum, bunun için hemen olmuyor demek de uygun olmaz. Elbette Allah için yapacağız; ama buna insanlar da vesile olabilir. Bu, insanlar için yapmak demek değildir. Yani neticede, sebep ne olursa olsun, hiç beklememek, Rabbimizin emirlerini hemen yerine getirmek gerekir. Aaa, hadi hiç kimse bir şey yememiş, hadi bakalım çaylarınızı tazeleyeyim.
— Bizi mahcup ediyorsunuz Hicran teyze lütfen siz oturun biz hizmet ederiz.
— Eh, peki o zaman. Hadi bakalım, Müslüman ümitsiz olmamalıymış. Ümitli olacağız, duaya devam edeceğiz, tamam mı güzellerim?
— Tamam Hicran teyze.
— Bir şey sormak istiyorum. Ben öğretmenim, etrafımdakiler bana, (Sen başarılı bir öğretmensin, bu şekilde hizmet etmiş oluyorsun. Neden ille de ayrılacağım diyorsun. Hem evli barklı çocuk sahibi birçok hanım var. Onlar her ikisini bir arada götürüyor, sen de götürürsün, ne olacak ki... Çocuğuna kreş zamanına kadar annen bakar, sonra kreşe verirsin. Kimse sana namazını kılma demiyor. Pekâlâ, hem dinini hem de dünyanı birlikte götürürsün) diyorlar. Siz ne dersiniz?
— Bakın etrafımızdakilerin anlayamadıkları bir husus var. İslamiyet kadınların günah işlemeden çalışmasını yasaklamamış, buraya dikkat edin. Harama bulaşarak çalışılmaz.
— Ama Hicran teyze, harama bulaşmadan çalışmak mümkün değil ki... Hiç olmazsa müdür erkek, okulun hizmetlisi erkek, hadi o da olmadı veliler, hadi o da olmadı gidip gelirken karşılaşılanlar. Kısaca harama bulaşmadan para kazanmak mümkün değil, ne yapacağız o zaman?
— Dinimizde çalışıp ailesini geçindirmek vazifesi erkeğe aittir. Dinimiz kadını çalıştırmaya mecbur bırakmamıştır; ama kadın günah işlemeden istediği işte çalışabilir. Evde oturarak yapılan işler de var. Dantel ör, sat, dikiş dik, yazma oyası yap. Zaten senin rızkını Rabbim baban eliyle gönderiyor, evlenince de beyinin eliyle gelecek. Allahü teâlâ rızka kefil ve bu rızklar ezelde takdir ve taksim edilmiş. Eksilmez çoğalmaz. Ancak insanlar rızklarına kavuşabilmek için tercihte bulunuyorlar. Şimdi sen evinde otursaydın bu rızkın sana gelmeyecek miydi? Kitaplarda geleceği söyleniyor, vaat ediliyor. Ama sen rızkına bu yolla kavuşmayı tercih ediyorsun. Bir başkası farklı yoldan kavuşuyor. Kimisi sıkıntı ve meşakkatlerle kimisi rahat bir şekilde rızkına kavuşuyor. Her şeyin yaratıcısı ve tek hâkimi olan Allahü teâlânın, yapmamızı emrettiği farz olan işleri yaparken bile haram işlenecekse o farzı tehir ediyoruz. Demek ki haramdan kaçmak her şeyden önce geliyor. Dinimiz para kazanarak evini geçindirme yükünü erkeğin omuzlarına yüklemiş. Kadının böyle bir mecburiyeti yok. Kadın beyinin getirdiklerine razı olur, beyine itaat eder, çocuklarını dine uygun yetiştirir, kendi de dinin emirlerini yaparsa, istediği her şeyi Allahü teâlâ onun ayağına gönderir. İslam âlimleri böyle bildiriyor kitaplarda. Yeter ki kanaat edelim, israf etmeyelim, yeter ki dine uyalım, yeter ki samimi olalım, hem ömrümüz, hem malımız bereketlensin.
Kızlar, lafa daldık ikindi vakti çoktan girmiş haydi namazlarımızı kılalım.
— Kıldıktan sonra ben hemen çıkayım annemler merak ederler.
— Sen bilirsin Zelihacığım.
* * *
Namazlar kılınmış dualar edilmişti. Kızlar çoktan namazı bitirmişler Hicran hanımın duasının bitmesini bekliyorlardı. Hicran hanım kızları için uzun uzun dua etti. Arkasını döndüğünde, kızlar giyinmiş kendisini bekliyorlardı.
— Demek hazırlandınız, sen nereye Sibel?
— Ben de Zeliha’yla çıkayım Hicran teyze. Hava kararmadan evde olmalıyız. Yolda Zeliha’yla konuşa konuşa gideriz.
— Çok haklısın. Hadi bakalım selametle gidin, konuştuklarımızı salim kafayla evde tekrar düşünün! Bir gün doğru kararı verip ona göre hareket edeceğine inanıyorum. Ancak o “bir gün” hep geciktikçe, yarın ahirette siz zararlı çıkacaksınız. Allahü teâlâ sizi doğru yolda bulundursun, ahir ve akıbetimizi hayreylesin…
Zeliha, (Yarın yaparım diyenler helak olmuştur) hadis-i şerifi düşünerek, bugünden tezi yok dedi ve hemen, yolda rastladığı bir dükkândan bir eşarp alarak başını kapattı. Sibel, evlenmen için mi kapandın diye sorunca, (Hayır, Allah rızası için kapandım, evlenme olur olmaz, o önemli değil) dedi. Onlar böyle konuşurken karşıdan, talip olan gençle karşılaştılar. Genç delikanlı dikkatlice Zeliha’ya baktı ve onu tanıdı. (Samimi olduğunu gösterdin Zeliha) dedi. O da, (Ben Allah rızası için kapandım, evlilik olsun olmasın fark etmez, önemli olan dinimi yaşamamdır) dedi.
Genç delikanlı, Zeliha’nın hiç açılmadığını görünce, samimi olduğuna kanaat getirip yeniden evlenme teklifinde bulundu. Çok geçmeden evlendiler. Çok mutlu bir hayat sürdüler.
Sibel ise, çalışmazsam perişan olurum endişesiyle başını kapatmaya cesaret edemedi. Hayatı maddi ve manevi sıkıntılar içinde geçti.
Z. Alkan