Sual: Harika ne demektir? Fâsık ve kâfirlerde de harika görülür mü?
CEVAP
Harika, enbiyadan meydana gelirse mucize, evliyadan hasıl olursa keramet, müminlerde olursa firaset, fâsıklarda görülürse istidraç, kâfirlerde olana da sihir denir. Birer örnek verelim:
Sihir:
Iraklı bazı kimselerin ağızlarına ateş almalarına, avurtlarına şiş sokmalarına keramet diyenler çıkıyor. Allahü teâlâ, böyle kimselerin Hazret-i Musa zamanında da bulunduğunu, bunların sihir olduğunu bildiriyor. Böyle göz boyamak haramdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kişinin havada uçtuğunu, denizde yürüdüğünü veya ağzına ateş koyup yuttuğunu görseniz, fakat dine uymayan bir iş yapsa, keramet ehliyim dese de, onu büyücü, yalancı, sapık ve doğru yoldan saptırıcı bilin!) [El-Münire]
İstidraç:
İbrahim Edhem hazretlerine, vecde gelip kendinden geçen bir gençten bahsettiler. Gence üç gün misafir oldu. Gerçekten çok acayip haller gördü. Gencin yediğine baktı. Helal değildi. Onu evine davet edip yemek yedirdi. Gençteki eski aşk ve vecd kalmadı. Genç, (Sen bana ne yaptın?) deyince, o gence, “Sendeki haller şeytandandı, istidraçtı, helal yiyince şeytan giremedi ve esas halin meydana çıktı” buyurdu. (T. Evliya)
Firaset:
Hazret-i Osman, yanına gelen birine, (Gözünde zina eseri var. Bir kadına bakmışsın) buyurdu. O kimse (Nereden bildin?) dedi. Hazret-i Osman da, (Müminin firasetinden korkun, o Allah’ın nuru ile bakar) hadis-i şerifini bildirdi. (Buhari)
Keramet:
Hazret-i Ömer, Medine’de hutbe okurken, İran’a gönderdiği ordunun mağlup olmak üzere olduğunu görüp, camide herkesin yanında, (Ya Sariye arkanı dağa ver) diye seslendi. O da, dağa yanaştı ve zafere kavuştu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Geçmiş ümmetler içinde vukuundan önce bazı şeyleri haber veren keramet ehli zatlar var idi. Ümmetimden de Ömer onlardandır.) [Buhari, Müslim, Tirmizi]
Kâfir bir hükümdar, kendine ilah demeyen müminleri ateşe atardı. Sıra kucağı çocuklu bir kadına geldi. Kadın, ateşe girmek istemeyince, bebeği, (Anne sabret, sen hak din üzeresin) dedi. (Müslim)
Mucize:
Resulullah efendimiz, miracda, Cenneti, Cehennemi ve daha başka yerleri gördü. (Mevahib)
Dinimizi doğru kaynaktan öğrenmeli
Bir doktor yazar yazısında diyor ki:
1- Ovum hücrelerinin her biri itina ile yaratılmıştır.
2- Bir canlının doğması, insanın kendi biyolojik iradesinden alınarak tam manasıyla Allah’ın tasarrufuna verilmiş olmaktadır.
3- Asıl mucize babasız çocuk doğurmak değil, babalı çocuk doğurmaya mecbur olma olayıdır.
4- Hazret-i İsa’nın babasız doğumuna imkansız demek, “Ben biyoloji bilmiyorum” demektir.
5- Bir yumurta hücresinin insan meydana getirebilmesi için, mutlaka cenab-ı Hakkın özel bir müdahalesi gerekmektedir. Cebrail’in Meryem’i ışınlaması yahut ona bilmediğimiz manyetik bir tesir yapması bu gerçeği dile getirmektedir.
6- Erkek arılar, ana arının döllenmemiş yumurtalarından meydana geldiğine göre, Hazret-i İsa’nın babasız oluşunu aklına sığıştıramayanlar, babasız arıların meydana gelişini nasıl izah edeceklerdir?
CEVAP
1- Cenab-ı Hakkın her yarattığında çeşitli hikmetler bulunur. Bunu itina ile, şunu da itinasız yaratmış demek çok yanlış olur. İtina göstermek, bir işin iyi olması için gayret göstermek demektir. Allahü teala ol derse, istediği gibi oluverir.
2- Allahü teâlânın tasarrufu altında olmayan hiçbir şey yoktur. Kaza ve kader konusunu iyi bilmeyenlerin, böyle tehlikeli sözler etmeleri yadırganamaz.
3- (Asıl mucize babasız çocuk doğurmak değil) demek, mucizenin ne olduğunu bilmemek demektir. Mucize, Peygamberlerden âdet-i ilahiyye dışında meydana gelen harikalardır. Bunlar, evliyada görülürse keramet, kâfirlerde görülürse sihir denir. Mucize, âdet dışı olan şeydir. Mesela Hazret-i İsa’nın yeni doğunca konuşması böyledir. Çünkü yeni doğan çocuk hemen konuşmaz. Geyiğin Peygamber efendimizle konuşması böyledir. Çünkü geyik insan gibi konuşmaz. Fakat papağanın konuşması böyle değildir. Kuşun uçmasını, insanın yürümesini, balığın suda yüzmesini sağlayan da Allahü teâlâdır. Mucize âdet dışı olur. Taşın denizde yüzmesi gibi. Hazret-i İsa’nın doğması, âdet-i ilahiyye dışında bir harikadır. Bunu âdet-i ilahiyye içine sokup biyolojik hadiselere bağlamak, biyolojik olarak izaha kalkmak mucizeyi bilmemek veya inkâr etmek demektir.
4- Biyoloji bilen doktorun, âdet-i ilahi içinde babasız çocuk olabileceğini söylemesi, tıbben imkansızdır. Mümkün olsa idi, her zaman görülürdü.
5- Âdet-i ilahiyye içinde cenab-ı Hakkın özel bir müdahalesinden bahsetmek, Allahü teâlâ için acizlik olur. Allahü teâlâ, “Kün” yani “Ol” emri ile her şeyi yaratır. Özel müdahale demek, Allahü teâlânın sıfatlarını bilmemekten ileri gelen bir cehaletin mahsulüdür. Hazret-i Meryem’in ışınlanması tabiri de ilme ve edebe aykırıdır.
6- Erkek arıların döllenmemiş yumurtalardan meydana gelmesi, âdet-i ilahiyye içinde devam ede gelen bir hadisedir. Eşeysiz çoğalmalar da böyledir. Bunları İsa aleyhisselamın doğumu ile mukayeseye kalkışmak, mucizeyi bilmemek demektir.
Böyle zararlı kitapları okumamalıdır. Ölmüş bir müslümanın arkasından konuşmak, kötülüklerini açıklamak doğru mudur? Doğru değildir. Çünkü Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ölülerinizi hayırla anın, iyiliklerini söyleyin, kötülüklerini açıklamayın!) [Tirmizi]
Ölmüş de olsa, bid’at ehlinin ve Müslümanlığı yanlış anlatanların bu iftiralarını söylemek lazımdır, gıybet olmaz, emr-i maruf olur. (Redd-ül Muhtar) Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Fitne veya bid’at yayıldığı zamanda, hakkı bilen, bilgisini açıklasın! Hakkı yani doğruyu bildiği halde gizleyene lanet olsun!) [Hatib]
Evliyanın yardımı
Sual: Yaşayan veya vefat eden evliyadan nasıl yardım istenir?
CEVAP
Onun büyüklüğüne inanmak ve onun yolunda olmak lazımdır. Ruhuna Yasin-i şerif veya üç İhlas bir Fatiha okuyup hediye edilir. Sonra hiçbir şey düşünmeden saygı ve tevazu ile ismini söyleyerek tavassut etmesi için yalvarılır.
İyilerin duası
Evliyadan bazıları, (Şu şöyle olacak diye) yemin etse, Allahü teâlâ onu yalancı çıkarmaz, onun istediğini yaratırdı. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Öyle kimseler gelecek ki, elbiseleri eski, üstü başı tozludur. Fakat bir şey için yemin etseler, Allahü teâlâ onların yeminlerini doğru çıkarır.) [İbni Ebiddünya]
Ebu Ubeyde el-havas hazretleri, Basra’daki bir yangın içinde dolaşırken, Basra valisi, ona (Ateş içinde ne dolaşıyorsun, yanarsın) dedi. O da, (Rabbime beni ateşte yakmaması için yemin ettim) buyurdu. Vali, (O halde ateşi söndür) dedi. O da ateşi söndürdü.
Ebu Hafs hazretleri de, merkebini kaybeden bir köylüye rastladı. Köylü (Başka malım yok. Merkebimi bulmam gerekir) dedi. Ebu Hafs hazretleri, (Ya Rabbi bu köylünün merkebini buldurmadan bir adım atmam) diye yemin etti. Az sonra merkebi karşısına çıka geldi. (İhya)
Sual: Mürşid-i kâmiller, müridlerinin düşüncelerini nasıl anlarlar?
CEVAP
Mürşid-i kâmiller kalmadı. Onlara sorup öğrenmemiz imkansız oldu. Bazıları Hazret-i Ömer’in gördüğü gibi TVdeki gibi net görür, buna tayyi mekan denir. Bazıları da, tevilli olarak, yani alametlerini görüp anlarlar. Bazıları da, hiç görmeden kalblerine ilham olunur.
Sual: Şah-i Nakşibend, Abdülkadir-i Geylani ve Ahmed Rıfai hazretlerinden hangisi daha üstündür?
CEVAP
Bir ilkokul talebesi, bir profesörün bilgi derecesini ölçemez. Şu profesör, ötekinden üstündür dese, hiç kıymeti olmaz. Evliya olmayan kimse de (Şu veli, ötekinden üstündür) diyemez. Derse, hiç kıymeti olmaz. Bahsettiğiniz üç zatın da büyük evliyadan olduğunu, onlardan sonra gelen veliler bildirmişlerdir.
Sual: Hint Yogilerinde veya başka kâfirlerde görülen harikulâde hallere keramet denir mi?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Harikalar, kerametler ikiye ayrılır:
Birincisi Allahü teâlânın zatına ve sıfatlarına ve işlerine ait olan bilgiler ve marifetlerdir. Bunlar, akıl ile, düşünmekle elde edilemez. Allahü teâlâ, seçtiği kullarına ihsan eder.
İkincisi, madde âlemindeki gaybleri bilmektir. Bu harika seçilmiş kullara verildiği gibi, kâfirlere de verilir. Bunların birincisi kıymetlidir. Bunlar, doğru yolda bulunanlara, Allahü teâlânın sevdiklerine verilir. Cahiller ise, ikincisini kıymetli sanırlar. Keramet deyince, yalnız bunları anlarlar. Açlıkla ve insanlardan kaçarak, nefslerini temizleyen her insan, mahlukların gayblerini haber verir. İnsanların çoğu, hep dünyayı düşündükleri için, böyle haber verenleri Evliya sanır. Hakikatten haber verenlere kıymet vermezler. Bunlar Evliya olsalardı, bizim hallerimizden haber verirdi, derler. Bu bozuk ölçüleri ile, Allahü teâlânın sevdiği kullarını inkâr ederler. [c.1, m.293]
Harika, kâfirde görülürse sihir, evliyada görülürse keramet denir.
Harikaların mahiyeti
Sual: Mucize ve keramet ile istidraç ve sihir arasındaki fark nedir? Allahü teâlâ, kâfire bu kuvveti niçin verdi? Bunlar birbirinden nasıl ayırt edilir?
CEVAP
İslam âlimleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere, tabiat kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları diyoruz. Bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, bu işin sebeplerine yapışmamız lazımdır. Mesela, buğday hasıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lazımdır.
İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın bu âdeti içinde meydana gelmektedir. Allahü teâlâ, sevdiği insanlara, iyilik, ikram olmak için ve azılı düşmanlarını da aldatmak için, bunlara, âdetini bozarak, sebepsiz harika şeyler yaratıyor. [İslamiyet'e uyanların nefisleri temizlenir, düşmanlıkları kalmaz. Açlık çeken, sıkıntılı yaşayan kâfirlerin nefisleri ise zayıflar. Kötülük yapamaz. Bunun için, papazlarda da harikulade işler hasıl olur.]
1- Peygamberlerden, meydana gelen harikalara (Mucize) denir.
2- Evliyadan meydana gelen harikalara (Keramet) denir.
3- Evliya olmayan müminlerden meydana gelen harikalara (Firaset) denir.
4- Fâsıklardan, günahı çok olanlardan zuhur edenlere (İstidraç) denir. Allahü teâlânın aldatarak, nimet şeklinde gösterdiği musibetlerdir. Onları derece derece, yavaş yavaş Cehenneme götürür.
5- Kâfirlerden zuhur edenlere ise (Sihir), yani büyü denir.
İbni Hacer-i Hiytemi hazretleri diyor ki: Sihir ile, birinin kolunu kesip, sonra yapıştırmak, kendi ağzına, bedenine bıçak, kama sokup çıkarmak gibi gösteriler yapan tarikatçılar, bu gösterilerine keramet derse, Kadı tarafından öldürülür. Başka şekilde yapıyorsa, öldürülmez, ama, ağır cezalandırılır. (Fetava-yı hadisiyye)
İbni ebi Zeyd Kayrevani diyor ki: Sihrinde küfre sebep olacak şey yoksa, el çabukluğu yapıyorsa, ama buna keramet diyorsa cezalandırılır. (İsbat-ü keramatil- Evliya)
Allahü teâlânın, bir kulun bütün muradını yerine getirmesi, her istediğini vermesi, harikalar göstermesi, onun Allahü teâlâ katında makbul bir kul olduğunu göstermez. Bunlar, bazı kullarına iyilik ve ihsandır. Bazılarına da istidraçtır. Allahü teâlâ, mealen (Onları derece derece aşağı indiriyoruz, helake sürüklüyoruz; ama onlar bunu bilmiyorlar) buyurdu. (Araf 182) [Birbiri ardınca kendilerine nimetler gelir, onlar bunu bir lütuf sanırlar da şımarırlar. İşte o zaman üzerlerine Allah'ın azabı hak olur. (Beydavi) Onlar her günah işledikçe biz de nimetimizi yenileriz demektir. (Dahhak)]
Keramet ile istidraç arasındaki fark şöyledir:
Keramet sahibi olan kimse, keramet ile meşgul olmaz ve onunla öğünmez. Bilakis, kendisinden keramet zuhur edince, kendisinden meydana gelen bu hâlin istidraç olabileceği endişesi ile Allahü teâlâdan korkusu iyice artar. Fakat istidraç sahibi olan kimse, bu durum, güzel haller ve ameller ve bu amellerin neticeleridir diye zan eder. Bunların aldatma ve saptırma olduğunu anlamaz. Kendinde bir olgunluk ve üstünlük olduğu hayali ile insanlara hakaret nazarı ile bakar. Kendini azab-ı ilahiden emin bulur. Kötü akıbetten sakınmaz. [Firavun, atı ile giderken atının ön ayakları uzardı, yokuşa doğru giderken kısalırdı. Dişlerinin arası açık değildi, yemek kırıntıları girip rahatsız etmezdi. Ömründe bir kere başı ağrımamıştı. Bu halleri kendinden bilip tanrılık iddiasında bulundu ve ebedi azaba sürüklendi.]
Keramet ile istidracı birbiri ile karıştırmamalı. Keramet sahibi olmayı istemek, Allah’tan başkasını sevmek demektir. Velinin keramete ihtiyacı yoktur. Kalbin zikre alışması yanında, kerametin hiç kıymeti yoktur. Evliyanın keşfinde hata olabilir. Evliyanın keşfi, İslamiyet'e uygun olursa, ona güvenilir. Böyle değilse güvenilmez. Keramet sahibi olmak, derecenin yüksek olmasını bildirmez. Evliya büyük günahtan korunmuştur ama, küçük günahtan korunmuş değildir. Ama hemen gafletten uyandırılıp tevbe eder ve af dilerler.
Harikalar gösteren kimsede İslamiyet'e kıl ucu kadar aykırılık var ise, onunki keramet değil istidraçtır. Salih bir kimse, keramet ile istidracı ayırabilir. Harika gösteren biri ile konuşunca, kalbinde, dünya sevgisi azalıp, Allahü teâlâya bağlılığı artarsa onun, keramet sahibi bir Veli olduğunu anlar. Eğer böyle olmazsa, istidraç sahibi olduğu anlaşılır.
Evliyanın sözleri ile, kalbinde bir değişiklik duymayan kimse, hayvan gibi olan cahil bir kimsedir. Onun ruhu hasta, basireti, yani kalb gözü kördür, duygusuzdur.
Keramet ve istidrac
Sual: Olağanüstü hâlleri görülen her kimseye, mesela, deniz üstünde yürüyen bir şeyhe keramet sahibi denir mi?
CEVAP
Olağanüstü hâller bazılarında görülebilir. Deniz üstünde yürüyen kişi, eğer peygamberse, bu hâline mucize, evliya ise keramet, fâsık veya bid’at ehliyse istidrac, kâfirse sihir denir. Demek ki, her olağanüstü hâli görülen kimseye keramet sahibi demek yanlış olur. Çok kimse, istidraçla kerameti ayıramadığı için sapıkların kurbanı oluyor.
Tarikat şeyhi denilen kimse, Ehl-i sünnet değilse, denizde yürüse, havada uçsa, ağzına ateş alsa, böyle hâller, istidrac veya sihirdir. Onun için uçan herkesi evliya sanmamalı. Ehl-i sünnet olup olmadığına, dinimizi, fıkıh bilgilerini, helâli haramı bilip bilmediğine bakmalı. Bundan dolayı, ilk önce, Ehl-i sünnet itikadını ve ilmihâl bilgilerini iyi öğrenmeli. Bunları bilen kimse, bid’at ehli şeyhlerin tuzağına düşmekten kurtulur.
Telepati
Sual: Telepatinin mucize ile bir ilgisi var mıdır?
CEVAP
Yoktur. Telepati, Yunanca’dan gelen bir kelimedir. Uzakta meydana gelen bir olayın anında hissedilmesine veya düşüncelerin ve görüntülerin akıldan akıla, beyinden beyine transferine (Telepati) denilmektedir.
Mucize, keramet, firaset, istidrac
Sual: Peygamberlerin dışındaki insanlardan da zaman zaman olağanüstü denilen şeyler meydana gelmektedir. Bunlar nedir nasıl meydana gelmektedir?
Cevap: Bu konuda Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:
“Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere, tabiat kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları diyoruz. Bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, bu işin sebeplerine yapışmamız lazımdır. Mesela, buğday hasıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lazımdır. İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın bu âdeti içinde meydana gelmektedir. Allahü teâlâ, sevdiği insanlara, iyilik, ikram olmak için ve azılı düşmanlarını aldatmak için, bunlara, Hârikul'âde olarak, yani âdetini bozarak, sebepsiz şeyler yaratıyor.
Her insanda nefis vardır. Nefis, Allahın düşmanıdır. Hep kötülük yapmak ister. İslâmiyete uymak istemez. İslâmiyete uyanların nefisleri temizlenir, düşmanlıkları kalmaz. Açlık çeken, sıkıntılı yaşayan kâfirlerin nefisleri ise zayıflar. Kötülük yapamaz. Bunun için, evliyada ve papazlarda Hârikul'âde işler hasıl olur.
1- Peygamberlerden, tam temiz oldukları için âdet-i ilâhiyye dışında ve kudret-i ilâhiyye içinde şeyler meydana gelir. Buna Mucize denir. Peygamberlerin mucize göstermesi lazımdır.
2- Peygamberlerin ümmetlerinin evliyasında, nefislerinin kötülükleri kalmadığı için âdet dışı meydana gelen şeylere, Keramet denir. İbni Âbidînde deniyor ki:
“Mutezile ve Vehhabiler, keramete inanmadı. İmâm-ül-haremeyn ve îmâm-ı Ömer Nesefî hazretleri ve birçok âlimler, kerametin caiz olduğunu ispat etmişlerdir.” Evliyanın keramet göstermesi lazım değildir. Bunlar, keramet göstermek istemez. Allahü teâlâdan utanırlar.
3- Ümmet arasında, veli olmayanlardan meydana gelen âdet dışı şeylere, Firaset denir.
4- Fasıklardan, günahı çok olanlardan zuhur ederse İstidrac denir ki, derece derece, kıymetini indirmek demektir.
5- Kâfirlerden zuhur edenlere ise Sihir, yani büyü denir.”
Mucize, sadece peygamberlerde olur
Sual: Peygamberlerin dışında, olağanüstü şeyler yapıp gösterenlerin, bu gösterdikleri şeylere de mucize denebilir mi?
Cevap: Peygamberlerin, Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş olduklarını, hakikati söylediklerini gösteren harikulade, olağanüstü şeylere, Mucize denir. Peygamberin, mucize gösterirken; “inanmıyorsanız, siz de yapınız, fakat, yapamazsınız” demesi lazımdır. Mucize, fen kanunlarına aykırı olan şeylerdir. Bunun için, fen adamları mucize yapamaz. Böyle olağanüstü şeyler gösteren kimse, bunu önceden söylemez ve siz yapamazsınız demezse, bunun Peygamber olmayıp, veli olduğu anlaşılır ve yapılan şeye de Keramet denir. Evliya olmayanların yaptığı böyle olağanüstü şeylere de, büyü denir. Büyücülerin yaptıkları şeyler, Peygamberlerden ve evliyadan da hasıl olabilir. Firavunun sihirbazları, iplikleri yılan şekline sokunca, Mûsâ aleyhisselamın asasının, daha büyük bir yılan olup, onları yutması böyledir. Sihirlerinin bozulduğunu ve kendilerinin yapamayacağı mucizeyi görünce hepsi, Mûsâ aleyhisselamın dinini kabul ederek iman ettiler. Firavunun ölümle tehdidi ve zulümleri karşısında bunlar, imanlarından dönmediler.
Peygamberlerin mucizelerini ve evliyanın kerametlerini hep Allahü teâlâ yaratmaktadır. Tabiat hadiselerine uyan işleri, belli sebeplerin tesirleri ile yarattığı hâlde, mucizeleri böyle sebepler olmadan yaratmaktadır. Sihir, cisimlerin fizik özelliklerini, şekillerini değiştirir, maddenin yapısını değiştirmez. Mucize ve keramet ise, ikisini de değiştirebilir.
Kerametle istidrac arasındaki fark
Sual: Evliya olmayanlarda da olağanüstü hâller meydana gelmektedir. Bu olağanüstü hâllerin hangisinin doğru olduğu anlaşılabilir mi, anlaşılırsa nasıl anlaşılır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Seyyid Abdülhakîm bin Mustafa Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:
“Kerametle istidrac arasındaki fark şöyledir: Keramet sahibi olan kimse, keramet ile meşgul olmaz ve onunla övünmez. Bilakis, kendisinden bir keramet zuhur edince, bu hâlin istidrac olabileceği endişesi ile Allahü teâlâdan korkusu iyice artar. Onun kahrından sakınması son derece fazlalaşır. Yahut da, bu hâl, amellerinin dünyada cezası olabilir diye düşünür. Fakat istidrac sahibi olan kimse, bu durum, güzel hâller, ameller ve bu amellerin neticeleridir diye zanneder. Bunlar mekir, aldatma ve saptırma değildir diyebilir. Kendinde bir olgunluk ve üstünlük olduğu hayali ile insanlara hakaret nazarı ile bakar. Allahü teâlânın azabından emin olur, kötü akıbetten sakınmaz. Bu sebepten kamil ve derin âlimler buyurmuşlardır ki:
'Allahü teâlâdan uzaklaşanların, yani dalalete düşenlerin ekserisi, keramet gösterme makamında düşmüşlerdir.'
Şüphesiz, olağanüstü hallerin zuhurundan ve çeşitli belalardan sakınıp, korkanlar, Allahü teâlâdan başka şeylere bakmayanlar, mekre, aldatmaya düşmezler ve Allahü teâlâdan uzaklaşmazlar. Onlar âlemlerin Rabbinin makbulüdürler. Bel'am bin Bâura, Bersîsa ve bunlar gibi kimseler, zamanlarında çok ibadet ve ağır riyazetler yapmaları sebebi ile çeşitli harikalar ve keşif sahibi olmuşlardı. Lakin, bu hâllerin meydana gelmesinden mağrur oldular. Bu sebeple mekr-i ilâhîye uğradılar, köpek ve domuz mertebesine düştüler. İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında; harikaları, kerametleri ve veli olmak için bunlara ihtiyaç olmadığını, keramet ve istidrac sahiplerinin nasıl ayırt edileceğini bildirmektedir.
Rivayet olunur ki; Firavun bir zaman Nil Nehrinin yanına gider. O yürüdükçe Nil Nehri akar, durdukça da dururdu. Şüphesiz ki, bu gibi hâller, mekr-i ilâhîdir, aldatmadır. Sahibinin perişan olmasına, Haktan uzaklaşmasına ve mahrumiyetine sebep olur. Bakara suresinin 26. âyet-i kerimesinde mealen;
(...Birçoğunu şaşırtıp, saptırır ve yine onun ile birçoğunu hidayete erdirir... ) buyuruldu.”
Sual: İstidrac nedir ve insanı neye ve nereye sürüklemektedir?
Cevap: İstidrac; nefsi cilalanan kimsenin, bilinmeyen şeyler, kendisine keşif edilmesiyle dalalet uçurumuna düşmesidir İstidrac; Allahü teâlânın bir kimseye, isteklerini dünyada vermesidir ki, o kimsenin haddi aşması ve Allahü teâlâ katından uzaklaşarak, rahmetten mahrum kalmasına sebep olmasıdır. İslâmiyetten kıl ucu kadar bile ayrılan kimsede, çeşitli haller hasıl olursa, bunlara istidrâc denir ve onu dünyada ve ahirette rezil olmaya sürükler.