Sual: (Hazret-i Süleyman’ın, cin ve hayvanlardan meydana gelen ordusu, kuşların dilinden anlaması, hüdhüd ile konuşması, Belkıs’ın tahtının bir anda getirilmesi gibi şeyler birer efsane olup, akla, mantığa aykırıdır) diyenler çıkıyor. Bu hususta açıklama yapar mısınız?
CEVAP
Söyledikleri hususlar âyet-i kerime ile bildirilmiştir. Mucizeler, kerametler akılla, mantıkla izah edilemez. Edilse, zaten mucize ve keramet denmez.
Hazret-i Musa’nın bastonunun yılan olması, Hazret-i Hızır’ın elinde pişmiş balığın canlanması, Hazret-i İsa’nın beşikte konuşması, çamurdan yaptığı şekle üfürünce kuş olup uçması, Hazret-i Yunus’un kırk gün balığın karnında ölmeden kalması, Eshab-ı kehf’in 309 yıl ölmeden uyumaları, hayvanların konuşması, Peygamber efendimizin bir anda Cennete, Cehenneme ve daha başka yerlere gidip gelmesi, mübarek parmakları arasından bir orduya yetecek temiz su akması, Hazret-i Ömer, Medine’den seslenince İran’daki ordu komutanının duyması, Hazret-i Habib-i Acemi’nin deniz üzerinde yürümesi, öldükten sonra herkesin dirilmesi gibi olaylar akılla mantıkla izah edilemez. Bunlara sadece inanılır. İnanmayıp masal, efsane diyenler ise kâfir olur.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onlardan seni [okuduğun Kur'anı] dinleyenler vardır. Onu anlamalarına engel olmak için kalblerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Onlar her türlü mucize görseler de, yine inanmazlar, nihayet gelip seninle çekişirler. İnkâr edenler "Bu, öncekilerin masallarından [efsanelerinden] başka bir şey değildir" derler.) [Enam 25]
(Öncekiler, "Sahiden biz ölüp de, bir toprak, bir kemik yığını haline gelmişken yeniden mi diriltileceğiz? Şimdi bize yapıldığı gibi, daha önce de babalarımız tehdit edilmişti [Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir] demişlerdi.) [Müminun 82, 83]
(İnkâr edenler, "Biz ve atalarımız, toprak olduktan sonra gerçekten dirilecek miyiz? Andolsun ki, bu tehdit, bize olduğu gibi, daha önce atalarımıza da yapılmıştı. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir" dediler.) [Neml 67, 68]
[Bazı müfessirler, âyet-i kerimenin aslında geçen vaad kelimesini tehdit diye tefsir etmişlerdir.]
Hazret-i Süleyman’la ilgili Neml suresinin 16-44. âyet-i kerimelerinde özetle şöyle bildiriliyor:
Hazret-i Süleyman’ın ordusu
Süleyman aleyhisselam, Davud aleyhisselama vâris oldu. (Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden bol nasip verildi. Bu apaçık bir lütuftur) dedi. Hazret-i Süleyman’ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu, hizmet için toplandı. Hepsi toplu, düzenli olarak gidiyorlardı. Sonunda, karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir karınca, (Ey karıncalar, yuvalarınıza girin, Hazret-i Süleyman’ın ordusu farkına varmadan sizi ezmesin) dedi. Hazret-i Süleyman, onun sözüne tebessüm edip (Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına koy!) dedi.
Hüdhüd kuşunun cevabı
Hazret-i Süleyman, kuşları araştırarak (Hüdhüdü [İbibik kuşunu] niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Bana [mazeretini gösteren] apaçık bir delil getirmeli; yoksa onu şiddetli bir azaba uğratır yahut keserim) dedi. Çok geçmeden Hüdhüd gelip Hazret-i Süleyman’a (Senin bilmediğin [önemi] bir şeyi öğrendim. Sebe’den doğru bir haber getirdim. Onlara hükümdarlık eden, her türlü imkana [askeri techizata] sahip ve büyük bir tahtı olan [Belkıs adında] bir kadınla karşılaştım. Onun ve milletinin Allah’ı bırakıp Güneşe secde ettiklerini gördüm) dedi. Hazret-i Süleyman (Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız) dedi. [Sonra Hüdhüde] (Şu mektubu götür, onlara verip bir yana çekil, varacakları sonuca bak) buyurdu. (Neml 16-28)
Sebe melikesi, [mektubu aldıktan sonra] (Ey ileri gelenler! Bana, Süleyman’dan gelen Bismillahirrahmanirrahim diye başlayan ve "Sakın bana karşı baş kaldırmayın ve teslim olarak gelin!" diyen önemli bir mektup bırakıldı) dedi. (Ey ileri gelenler! Vereceğim emir hakkında bana fikrinizi söyleyin; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş hakkında kesin bir hüküm vermem) dedi. (Biz güçlü kimseler ve zorlu savaş adamlarıyız, emir senindir, sen ne istiyorsan emret) dediler. Melike (Hükümdarlar bir şehre girince, orayı perişan, halkın ileri gelenlerini de zelil ederler. Onlar da böyle yapacaklar. Ben onlara bir hediye göndereyim de, elçilerin ne ile döneceklerine bakayım) dedi. [Elçiler hediyelerle] gelince Hazret-i Süleyman (Bana mal ile yardım etmek mi istiyorsunuz? [Ey elçi git!] söyle! And olsun ki, karşı koyamayacakları bir ordu ile gelir onları oradan hor ve hakir olarak çıkarırız) dedi.
Hazret-i Süleyman [müşavirlerine] (Bana teslim olmalarından önce, hanginiz onun tahtını yanıma getirebilir?) dedi. Cinlerden bir ifrit, (Sen yerinden kalkmadan önce onu getiririm, bunu yapabilecek bir güce sahibim) dedi. Kitabı bilen biri, (Gözünü açıp kapamadan onu getiririm) dedi. Hazret-i Süleyman, tahtı yanına gelmiş görünce (Şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin bir lütfudur bu) dedi.
Hazret-i Süleyman (Tahtını tanımayacağı hale getirin, bakalım tanıyabilecek mi?) dedi. Melike geldiğinde (Senin tahtın böyle miydi?) denildi. O da (Sanki tıpkı o, zaten daha önce bize bilgi verilmiş ve teslimiyet göstermiştik) dedi.
Belkıs iman etti
Melikeye (Köşke gir) dendi; salonu görünce, onu derin bir su zannedip, eteğini çekti. Hazret-i Süleyman (Bu billurdan yapılmış şeffaf bir zemindir) dedi. Melike (Rabbim, [Güneşe tapmakla] kendime yazık etmişim. Hazret-i Süleyman’la beraber, âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum) dedi. (Neml 16-44)