Aradığınız kelime sarı renk ile işaretlenir.
Yazı boyutu     
 
Mezhep ve mezhepsizlikle ilgili çeşitli sorular

Sual: Mezhepsiz, bid’at ehline mi deniyor?
CEVAP
Evet. Dört mezhepten birine uymayana dendiği gibi, doğru yolda olmayana da mezhepsiz denir. Şu üç sınıf, bid’at ehli yani mezhepsizdir:
1- Dört mezhebden hiçbirine uymayan,
2- Dört mezhebi karıştırıp, kolayına gelen mezhebe göre hareket eden, yani mezhepleri telfik eden,
3- Dört mezhebi hak bildiği hâlde, bir inanışı, Ehl-i sünnet itikadına uymayan.

Sual: Mezhepsizlik konusuna niye fazla önem veriyorsunuz?
CEVAP
Mezhepsizlik konusuna fazla yer vermemiz itikad meselesi olduğundandır. İtikadı bozuk olanın ibadetleri boşa gider. Onun için önce doğru bir imana sahip olmak gerekir.

Sual: İctihad ve mezhep nedir?
CEVAP
İctihad etmek, dinimizin emridir. Resulullah efendimiz, Hazret-i Muaz’ı Yemene hakim olarak gönderirken, (Orada nasıl hükmedeceksin?) buyurunca, (Allah’ın kitabı) ile dedi. (Allah’ın kitabında bulamazsan?) buyurdu. (Resulullahın sünneti) ile dedi. (Onda da bulamazsan?) buyurunca, (ictihad ederek) dedi. Resulullah efendimiz, (Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına uygun eyledi) buyurdu. (Tirmizi)

Allah ve Resulü, müminlere merhamet ettikleri için, bazı işlerin nasıl yapılacağı, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmedi. Açıkça bildirilse idi, öylece yapmak gerekirdi. Farzı yapmayanlar günaha girer, kıymet vermeyenler de kâfir olurdu. Müminlerin hâli güç olurdu. Böylece mezhepler meydana geldi.

Eshab-ı kiramın tamamı müctehid ve mezhep sahibi idi. Bunun için Peygamber efendimiz, (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete kavuşursunuz) buyurdu. (Taberani, Beyheki, İbni Asakir, Hatib, Deylemi, Darimi, İ. Münavi, İbni Adiy) Mezheplerinin tamamı kitaplara geçmediği için, bugün hiç kimse, mesela (Ben Hazret-i Ömer’in mezhebindeyim) diyemez.

Mezheplere bağlı hiçbir âlim, ictihad derecesine yükselse bile, mezhebinin imamının üsul ve kaidelerine, hiçbir zaman muhalefet etmez. Mezhepsiz olan hiçbir İslam âlimi yoktur.

Müctehid kime denir?
Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmeyen hususları, açıkça bildirilenlere benzeterek, hüküm çıkaran derin âlimlere (Müctehid) denir. Eshab-ı kiramın hepsi müctehid idi. Sünnette kapalı kalan yerleri, müctehid âlimler açıklamış, mezhepler meydana çıkmıştır. Bu mezheplerden yalnız dördü kitaplara geçmiş, diğerleri unutulmuştur.

Bu mezheplerin imanları, Eshab-ı kiramın ortak imanıdır. İmanda ayrılık caiz olmaz. Bu dört hak mezhebe, (Ehl-i sünnet) denir. Bu dört mezhepten hiçbirine uymayana mezhepsiz denir.

Sual: Annemle beyim Şafii mezhebindedir. Babam ise Hanefi mezhebindedir. Benim, beyimin mezhebine mi, yoksa babamın mezhebine mi girmem gerekir?
CEVAP
Bir kimse, hangi mezhebin hükümlerini iyi biliyorsa, o mezhebe göre amel eder. Babasının veya beyinin mezhebine göre amel etmesi gerekmez.

Türkiye’de Hanefi mezhebi daha yaygın olduğu ve Hanefi mezhebine ait Türkçe kitaplar daha çok olduğu için, Hanefi mezhebine göre amel etmeniz daha uygun olur.

Bazen Hanefi, bazen Şafii mezhebine göre hareket edilmez. Sadece, yapılması emredilen bir işi kendi mezhebine göre yapmak imkanı yoksa, o zaman diğer üç mezhepten birini taklit ederek o işi yapmak caiz ve gerekir. Sıkışık durum ortadan kalkınca taklit işine son verilir. (Hadika)

Sual: Biz Hanefiyiz, Şafii imama uyarken niyetimizde bir değişiklik oluyor mu? Müezzin ikameti kendi mezhebine göre mi okur? İmam kendi mezhebine göre mi imamlık yapar, yoksa Hanefi cemaatin mezhebine göre mi?
CEVAP
Ne niyette, ne de diğerlerinde bir değişiklik yoktur. Müezzin kendi mezhebine göre ikamet okur, imam kendi mezhebine göre namaz kıldırır.

Sual: "İslam’da zekat", "İslam’da namaz", "İslam fıkhında tasavvuf", "İslam’da şu", "İslam’da bu" diyorlar. "İslam’da zekat" denince, dört mezhepten birine göre zekat anlatılmış olmadığına göre, "İslam’da" diye kitap yazmak uygun mudur?
CEVAP
Bildirdiğiniz gibi, "İslam’da zekat" denince, hangi mezhebe göre söylenildiği bilinmiyor. "Hanefi’de zekat", "Maliki’de zekat" denilmelidir. "İslam fıkhı" tabiri de böyledir. Hanefilerin fıkıh usulleri, Şafiilerin fıkıh usullerinden farklıdır. Tasavvuf ve fıkıh iki ayrı ilim dalıdır. "İslam tasavvufunda fıkıh" veya "İslam fıkhında tasavvuf" demek, ilimleri, mefhumları birbirine karıştırmak olur.

"İslam da şu", "İslam’da bu" demek, mezhebi bilmemek veya kabul etmemektir. Bir kimse, İslam’a göre namaz kılamaz. Dört mezhepten birine göre kılması gerekir. Mesela imam arkasında Fatiha okuyan kimse, Hanefi’de vacibi terk etmiş olur. İmam arkasında Fatiha okumazsa, Şafii’de farzı terk etmiş olur. Onun için İslam’a göre namaz kılmak mümkün değildir. Diğer İslam’a görelerin de çoğu böyledir. Bunlar ince bilgidir, elbette mezhepsizler bunları bilmez. Farklı ictihad rahmettir, müslümanların işini kolaylaştırmaktadır.

Davudoğlu hoca ile sohbet
Sual:
Din tahripçileri hakkında kitap yazan Ahmed Davudoğlu hoca nasıl bir kimsedir?
CEVAP
Rahmetli, (Din Tahripçileri) kitabını neşredince, kendisini ziyarete gittim. Kendimi tanıttım. Uzun uzun sohbet ettik. Bir ara kendisine sordum:
- Hocam, Ezher’in durumu nasıldır?
- Maalesef iyi değildir. İbni Teymiye’nin, Abduh’un fikirleri hakimdir.

- Peki siz orada nasıl Ehl-i sünnet olarak kalabildiniz?
- Şeyhül-islam Mustafa Sabri efendi ile tanıştım. O bana, Mezhepsizliğin tehlikesini anlattı. Efgani’nin ve Abduh’un mason olduğunu, bunların İslamiyet’i içeriden yıkmak için çalıştıklarını belirtti.

- Ezher’in mezhepsizlik çamuru olduğunu bildirdiniz. Siz burada senelerce kaldığınıza göre, üzerinize hiç çamur bulaşmadı mı?
- Benim ölçüm vardı. Mezhepsizliği kabul etmezdim. Üzerime çamur bulaştırmadım.

Hocanın bazı tercümeleri, mezhepsiz yazarların kitaplarına önsöz yazması bizi rahatsız etmişti. Doğrudan doğruya bunu söylemeyip dedim ki:
- Hocam, bilirsiniz (Kıratın yanında duran ya huyundan ya suyundan) ve (Üzüm üzüme baka baka kararır) gibi ata sözlerimiz vardır. Hani az da olsa, Ezher çamuru bulaşmamış mıdır?
- Kesinlikle bulaşmamıştır.

- Hocam, Selamet Yolları isimli tercümenize bakabilir miyiz?
Hoca, kitabı getirdi. Önsözden birkaç parça okumaya başladım:
- İsmail Sanani, Zeydiyye mezhebine salik, kimseyi taklit etmez, serbest müctehid gibi biridir. Sübülüs-selamın bazı mahrem yerlerinde fikrini sızdırmış, Ehl-i sünnet olmayan kimseleri Ehl-i sünnet imamları ile zikretmiştir. Sübülüs-selam Ezherde ders kitabı olarak okutuluyor. Ehl-i sünnet harici kavillerle dolu olduğu için, sırf Sübülüs-selamı tercüme edemezdim. Fethül-allam eserinde ise, Ehl-i sünnet harici sözler bir dereceye kadar kaldırılmış idi. Bu iki eserden bilhassa Sübülüs-selamdan azami derecede istifade ettim. Onun için onun bir tercümesi kabul edilen eserime Selamet Yolları adını verdim.
- Evet ne var bunda?

- Hocam, daha ne olacak, binlerce Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları var iken, gidiyor bir mezhepsizin Ezher’de okunan kitabını tercüme ediyorsunuz. İkinci olarak hadis kitabı tercüme ediyorsunuz. Üçüncü olarak Kur'an meali de neşrettiniz. Dört hak mezhepten birine mensup olan kimse, dinini mealden ve hadis kitabından öğrenebilir mi?
- Öğrenemez.

- Dine hizmet için, bir fıkıh kitabını, mesela İbni Âbidin’i tercüme edebilirdiniz!
Hoca, hakkı kabul eden bir zattı. Bu teklifimi gayet normal buldu. Başını sallayarak dedi ki:
- İnşallah o da nasip olur.

Hoca sözünde samimi idi. Allah razı olsun nihayet İbni Âbidin’i tercüme etmeye başladı. Fakat ne yazık ki ömrü kâfi gelmedi.

Bir insanın hocaları mezhepsiz olsun da, ona az da olsa mezhepsizlik zehri, telfîk çamuru bulaşmamış olsun, imkanı var mı? Bunun en bariz örneği rahmetli Davudoğlu hocadır. Bilhassa son senelerdeki gayretlerinden dolayı, Ahmed Davudoğlu hocamıza Allahü teâlânın bol bol rahmet etmesini niyaz ediyoruz.

Sual: Bazıları, "Zaman sana uymazsa, sen zamana uy" sözünün yanlış olduğunu söylüyor. Zamana uymak gerekir mi?
CEVAP
Zamana uymak gerekir. Zamana uymak demek, zamanın icap ettirdiği hususlara uymak demektir. Zamanın değişmesiyle, örf ve adete ait hükümler değişebilir. Nassa [Kur'an-ı kerime, hadis-i şeriflere], delile dayanan hükümlerin zamanla değişmeyeceğini yukarıda bildirmiştik.

Şu halde, dine aykırı olmayan örf ve âdete ait hükümler değişirse, bunlara uymakta mahzur yoktur. Herkes traktörle, kamyonla, uçakla giderken, kağnı ile gidilmesi gerekir diye ısrar edilmez. Fakat günah olan bir şey, herkes tarafından yapılsa, buna uyulmaz. Zamana ait işlerin değişmesine kısaca zamanın değişmesi denmiştir. Böyle misaller Kur'an-ı kerimde de vardır. Mesela, (köy halkına sor) yerine, kısaca (köye sor) ifadesi kullanılmıştır. (Yusüf 82)
Zalim köylüler manasına (zalim köy) ifadesi kullanılmıştır. (Nisa 75)

Buna benzer ifadeler Türkçede de vardır. Mesela, (Şu sınıf tembel, şu sınıf çalışkandır) gibi. Elbette burada anlatılanlar, sınıfın kendisi değil, orada okuyan talebelerdir. İşte, zamana uymakla da, zamanın icabı olan faydalı işlere uymak gerektiği bildirilmektedir. Zararlı, günah olan şeylere uyulmaz.

Sual: Allah’ın emirlerini yapmamak için mezheplerin kolaylıklarını araştırmak veya hile-i şeriyye yapmak caiz midir? Böyle hareket etmek ruhsatla amel etmek değil midir?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ kullarına kolaylık gösterilmesini istiyor. Güçlük çekmelerini istemiyor.) [Bekara 185]

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ azimetlerin yapılmasını sevdiği gibi, ruhsatların yapılmasını da sever.) [Beyheki]
Yani, izin verdiği kolaylıkları yapmayı da sever. Bunu yanlış anlamamalıdır. Mezheplerin kolaylıklarını toplayıp, bir kolaylıklar mezhebi yapmak caiz değildir. Böyle yapmak, İslamiyet’ten ayrılmak olur. (Elcamius sagir şerhi)

İmam-ı Sübki hazretleri de buyurdu ki:
İhtiyaç ve zaruret olduğu zaman, kolayına gelen mezhebe geçmek caizdir. Fakat, zaruret olmadan geçmek caiz olmaz. Çünkü, dinini kayırmak için değil, kendini kayırmak için olur. Sık sık mezhep değiştirmek de caiz değildir.

Allahü teâlânın sevdiği ruhsat, kendi emirlerini yaparken zaruret haline düşenler için, bildirmiş olduğu kolaylıkları yapmaktır. Yoksa, emirleri yapmaktan kurtulmak ve aklına, görüşüne göre kolaylık aramak caiz değildir.

Necmüddin-i Gazzi hazretleri Hüsn-üt-tenebbüh kitabında, (Şeytan, insana, Allahü teâlânın bildirdiği kolaylıkları yaptırmaz. Mesela mest üzerine mesh ettirmez. Ayaklarını yıkattırır.
Ruhsat ile amel etmeli, fakat hiçbir zaman mezheplerin kolaylıklarını aramamalıdır. Çünkü, mezheplerin kolaylıklarını toplamak haramdır. Şeytan yoludur) buyurmaktadır.

Sual: Küfründe icma bulunan zünnar, haç ve benzeri küfür alametleri için Abduh kullandı diye, mezhepsiz yazar nasıl olur da "isteyen kullanır" şeklinde fetva verebiliyor?
CEVAP
Böyle söze işkembeden atılmış denir. Dr. M. Reşad bey ise, (bağırsaktan çıkmış) diyor. Efgani veya çömezi Abduhu temize çıkarabilmek için, dini değiştirmekten çekinmeyip küfür alametine cevaz veriyorlar.

Sual: Dünyadaki bütün müslümanlar farklı görüşlere sahip. Nasıl itikadları olursa olsun birleşmek mümkün olmaz mı?
CEVAP
Müslümanlar içinde tek kurtuluş fırkası, (Ehl-i sünnet ve cemaat) fırkasıdır.

Müslümanlarla, sapık fırkaları birleştirmeye çalışmak çok abes olur. Mesela süt ile sirke ve idrar birleşirse meydana gelen karışım ne süttür, ne sirkedir, ne de idrardır. Hiçbir işe yaramaz. Fakat koyun sütü ile inek sütü, keçi sütü ve eti yenen hayvanların sütü karışabilir. İhtiyaç olduğu zaman karıştırılabilir. Domuz sütü de süttür. Fakat diğer sütlerle karışırsa hepsi necis olur.

Ehl-i sünnet itikadında olmayanlarla, yani bid'at ehli ile birleşmekten söz edilemez. Sünnet ehli ile bid'at ehli, hak ile bâtıl birleşemez. Birleşme yalnız hakta olur. Hak ise tektir.

Sual: Allah’ın sevdiği bir veliyi çok sevmek, onu rehber edinmek caiz midir?
CEVAP
Her veli rehber olamaz. Ona bağlanılamaz. Rehberin, ilimde ictihad derecesine yükselmiş olması ve marifette vilayet-i hassa-i Muhammediyye mertebesinde bulunması gerekir. Rehberin her hareketi, her duruşu, her sözü, İslamiyet’e uygundur. Yani, her şeyde Resulullaha uymaktadır. Bunlar için, Allahü teâlâ onu çok sever. Müslümanlar, Allahü teâlâyı çok sevdikleri için, Allahü teâlânın çok sevdiğini de çok severler. Rehberi sevmek, Allahü teâlâyı ve Resulullahı "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" sevmekten ileri gelmektedir. Bu sevgiye Hubb-i fillah denir. İbadetlerin en kıymetlisinin hubb-i fillah olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. Rehberin emirlerini yapmak, İslamiyet’e uymak demektir. Çünkü, rehberin her sözü ve her işi İslamiyet’i bildirmektedir. Hayatta, yani dünyada hakiki ilim sunucusu Mürşid-i kâmildir. Din düşmanlarının, müslümanlar için (Allah’ı bırakıp kulu seviyorlar. İslamiyet’i bırakıp insana tapınıyorlar) sözlerinin, cahilce iftira olduğu, buradan anlaşılmaktadır.
Mezhep imamlarımız ve silsile-i aliyye büyükleri en kıymetli rehberlerdir.

Sual: Her harika gösteren evliya mıdır?
CEVAP
İmam-ı Rabbani
hazretleri buyuruyor ki: Harikalar, kerametler ikiye ayrılır:
Birincisi, Allahü teâlânın zatına ve sıfatlarına ve işlerine ait olan bilgiler ve marifetlerdir. Bunlar, akıl ile, düşünmekle elde edilemez. Allahü teâlâ, seçtiği kullarına ihsan eder.

İkincisi, madde âlemindeki gaybleri bilmektir. Bu harika seçilmiş kullara verildiği gibi, kâfirlere de verilir. Bunların birincisi kıymetlidir. Bunlar, doğru yolda bulunanlara, Allahü teâlânın sevdiklerine verilir. Cahiller ise, ikincisini kıymetli sanır. Keramet denince, yalnız bunları anlarlar. Açlıkla ve uzletle, nefslerini temizleyen her insan, mahlukların gayblerini haber verir. İnsanların çoğu, dünyayı düşündükleri için, böyle haber verenleri evliya sanır. Hakikatten haber verenlere kıymet vermezler. Bunlar Evliya olsalardı, bizim hallerimizden haber verirdi, derler. Bu bozuk ölçüleri ile, Allahü teâlânın sevdiği kullarını inkâr ederler. [c.1, m.293]

Sual: İtikatta ve amelde mezhebimiz nedir? İtikatta mezhebi üçe ayırıyorlar. Selefiye, Eşariye ve Matüridiye diye. Bu doğru mudur? Doğru ise biz hangi mezhepteyiz?
CEVAP
İman ve itikat aynıdır. Bunları anlatan derin ilme İlm-i kelam denir. Kelam ilmi, Kelime-i şehadeti ve buna bağlı olan, imanın altı temel bilgisini öğreten ilimdir. Kelam ilmi âlimleri, çok büyük insanlardır ve kelam kitapları pek çoktur. Bu kitaplara, Akaid kitabı da denir. Kelam ilmini, Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimlerinin bildirdikleri itikadı öğrenecek ve bunları akıl ile nakil ile ispat edecek ve sapıklara, dinsizlere anlatacak kadar okumak farz-ı ayn olup, bundan fazlasını öğrenmek, ancak din âlimlerine lazımdır.

Sünnilerin itikatta mezhebi, Ehl-i sünnet vel cemaattir. Amelde mezhebi ise, dört hak mezhepten biridir. İtikatta ayrılık olmaz. İtikatta mezhep üçe ayrılmaz. Her müctehidin kendine göre bir mezhebi bulunur. Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Her müctehidin ictihadı, başka müctehidin ictihadından farklı olabilir. Birine hak, ötekine bâtıl denmez.

Mesela İmam-ı Ebu Yusuf’un mezhebi, İmam-ı Züfer’in mezhebi şudur denir. Ama bunlar Hanefi mezheplerinden ayrı sayılmaz. Bunun gibi İmam-ı Eşari ve İmam-ı Matüridi’nin de mezhepleri vardır. Fakat bunlar Ehl-i sünnetten ayrı değildir. İkisi de, Ehl-i sünnetin imamıdır. Ehl-i sünnetin imamı iki tane değildir, çoktur. İmam-ı a’zam, sadece fıkıhta değil, itikatta da Ehl-i sünnetin imamlarından biridir. İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazali ve Abdülhakim-i Siyalkuti birer kelam âlimi ve akaid imamıdır.

Netice, itikatta mezhebimiz Ehl-i sünnettir. Amelde mezhebimiz ise Hanefi veya diğer üç mezhepten biridir. Her âlimin mezhebi vardır. Mezhepsiz âlim olmaz. Mezhepsizlik dalalettir. Mezheplerden farklı hükümler alarak yeni bir mezhep oluşturmak mezhepsizliktir, haramdır. Mason Abduh ve çömezleri bu mezhepsizlik yolunu tercih etmişlerdir.

Sual: Dünyada bâtıl ve bid’at ehli olanlar daha çoktur, sesleri de daha yüksek çıkıyor. Bunun sebebi nedir?
CEVAP
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bir ümmet Peygamberinden sonra ihtilafa düşer, gruplara ayrılırlarsa, bâtıl ehli olanlar hak ehline galip gelir.) [Taberani]

İmam-ı Ahmed Rabbani hazretleri 47. mektubunda buyuruyor ki:
İslam âlimi, milletin yanında, bedendeki kalb gibidir. Kalb, temiz, iyi olunca, beden iyi işler yapar. Kalb bozuk olunca bütün uzuvlar, hep kötü iş yapar. Bunun gibi, âlimler iyi ise, millet de iyi olur. İleriye gider. Onlar, bozuk olursa, millet de bozulur. Felâkete gider. Ekber şahın hükümeti zamanında, müslümanların başına ne sıkıntılar, ne felâketler gelmişti, hepimiz biliyoruz. Bin yıl önce, müslümanlar kendi dinlerinde olacak, kâfirler de kendi yollarında kalacaktı. Nitekim, Kâfirûn sûresi, bu hali haber vermektedir. Bundan birkaç sene önce ise, din düşmanları, müslümanların önünde, dinsizliklerini açıkça yapıyor, bu mübarek islam memleketinde yani Hindistan'da, müslümanlar, ahkâm-ı islâmiyyeyi yapamıyorlardı. Yerlerin, göklerin, her çeşit enerjinin sahibi olan, Allahü teâlânın sevgilisi Muhammed aleyhisselâma inananların, onun ışıklı yolunda ilerleyenlerin aşağılanması, hırpalanması, ona inanmayanların, ona düşman olanların el üstünde tutulması, beğenilmesi, ne kadar acı ve korkunç bir alçaklık idi. Müslümanlar, yaralı kalbleri ile, sabr ediyorlardı. İslam düşmanları [yazıları ile, kalemleri ile, sözleri ile, mevki kuvveti ile ve her vasıta ile], alay ederek, taşkınca, azgınca saldırarak, yaralara tuz serpiyordu. Hidayet, saadet güneşi, dalalet ve irtidâd bulutları ile örtülmüş, hak, fazilet ışıkları, haksızlık, ahlaksızlık perdeleri altına çekilmişti.

Din düşmanı olanların ölmesi, bunların yerine gelenlerin, müslümanlara da hak ve hürriyet tanımaları haberi işitildiği anda müslümanlar, bunlara her türlü yardım ve hizmeti kendilerine borç bildi. Kavuşulan hürriyetten faydalanarak, bu temiz mayalı, asil kanlı milletin, İslamiyet'e yapışmasına, dinin, imanın kuvvetlenmesine çalışmayı en mukaddes vazife bildi. Bütün müslümanların, devlete, hükümete sözleri ile, yazıları ile ve elleri ile, işleri ile yardım etmesi zaten vacibdir. İslamiyet'e yardımın en kıymetlisi ve ehemmiyetlisi, Ehl-i sünnet itikadını ve ahkâm-ı islâmiyyeyi  meydana çıkarmak, [Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadını bozmak için çıkarılan kitaplara, mecmua ve gazetelere cevap yazarak, komünistlerin, masonların, mezhepsizlerin devletimize karşı körükledikleri] fitne ve fesâd ateşini söndürmektir. [Böylece, din hırsızlarının, yahudi, hristiyan ve mürtedlerin, müslüman yavrularını aldatmalarını önlemektir. İslamiyet'e, hükümete ve millete, bu imdâdı yapacak olan, ancak, doğru yolda olan âlimlerdir. Böyle âlimler siyasetle uğraşmaz. Dîni, siyasete, mal, sandalye ve şöhret kazanmaya alet etmez. Kendilerine din adamı ismini verip Kur'an tercümeleri, din kitapları yazan, mal ve makam aşıkları, ahıret âlimi değil, dünyalık toplayıcılarıdır. Bunların kitapları, mecmuaları, sözleri zehirdir. Dîni, îmânı bozar ve millet arasına fitne, fesâd sokar.

Fârisî beyit tercümesi:
Din adamı görünüp, dünyaya tapan kimse,
kendi yoldan sapmıştır, gayra nasıl göstere?


Ekber şah zamanında, müslümanların başına gelen belalara hep böyle, din adamı şekline giren, dinsizler sebep olmuştu. Milleti hep bunların kitapları, gazeteleri kışkırtmıştı. Müslüman ismi altında, yanlış yolda gidenlerin başları, hep bu kötü din adamları olmuştur. Din âlimi tanınmayan bir kimse, yoldan çıkarsa, bu sapıklığı, başkalarına bulaşmaz veya nadiren bulaşır. Zamanımızın tarikatçıları da, müslümanları doğru yoldan çıkarıyor. Bunlar da, sahte din adamlarının [kitapları, mecmuaları ve gazetelerdeki] yazıları gibi, gençlerin dininin, imanının bozulmasına sebep oluyor. İşte bugün, her müslüman, elinden gelen yardımı yapmayıp islamiyet yine bozulur, hakaret altına düşerse, hükümete yardımı esirgeyen her müslüman ahırette mesul olacaktır. Bunun için, bu fakir [yani İmam-ı Rabbani “rahmetullahi aleyh”] gücüm, kuvvetim olmadığı halde, yardıma koşmaya özeniyorum. Güçlükleri yenerek, İslamiyet'e ufacık bir hizmet edebilmek yolunu arıyorum. İyilerin çoğalmasını isteyen de, onlardan sayılır buyurmuşlardır. Belki, bu zavallıya da, müslümanlara serbestlik veren, onların hakkını koruyan, âdil hükümet adamlarına nasip olan, büyük sevapların damlaları bulaşır diye ümitleniyorum. Kendimi, Yusuf aleyhisselamı, birkaç iplikle satın almak için, pazara çıkan kocakarıya benzetiyorum.

Bu günlerde huzurunuzla şereflenmek ümidindeyim. Allahü teâlâ, size din üzerinde konuşmak fırsatını ihsan buyurmuştur. Her konuşmanızda, müslümanların, dinlerini rahatça ve kolayca öğrenmeleri ve ibadet edebilmeleri için [ve mürtedlerin müslümanlara saldırmalarını önlemek için] gayret buyurmanızı candan diliyoruz. Geçici ve sonsuz devletlere kavuşmanız için dua ederim.

[İslamiyet, Allahü teâlânın emirleridir. Hâkim, Allahü teâlâdır. Emri de, Kur'an-ı kerimdir. İslamiyet, dünyadan kalktı. Hiçbir yerde kalmadı. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimi yalnız okumak için göndermedi. Amel için, din âlimlerinin, anlayıp fıkıh kitaplarında bildirdiklerini yapmak için gönderdi. Bunları yapacak, yaptıracak da hakiki din âlimleridir. Bunlara (Ehl-i sünnet âlimi) denir. Mısır, Suriye ve Irak çoktan bozuldu. Fransızlar, İngilizler, birinci cihan harbinden sonra buraları işgal ettiler. İslam düşmanlığını, ahlâksızlığı, merhametsizliği getirdiler. Fikir hürriyeti getiriyoruz diyerek, çeşitli fırkalar, partiler kurdular. Her partili, diğerlerine düşman oldu. Milleti parçaladılar. İkinci cihan harbinden sonra, çekilip giderlerken de, din cahili, zalim kimseleri müslümanların başında bıraktılar. Bu dinsiz hükümetler, zindanları ve idamları ile, hakiki islam âlimlerini imha ettiler. Muhammed Abduh, Reşit Rıza ve Seyyit Kutub ve Mevdudi ve teblîg-ı cemâ’atcılar gibi mezhepsiz, reformcu, sahte din adamları da, kitapları, mecmuaları ve gazeteleri ile hakiki din bilgilerini, Ehl-i sünnet ilimlerini yok ettiler. Müslümanlık, ilim üzerine kurulduğundan, ilim ve âlim kalmayınca, islamiyet bozuldu. Bulut olmayınca, yağmur beklemek, mucize istemek olur. Allahü teâlâ, bunu yapabilir. Fakat, âdeti böyle değildir.

İslam âlimi yetişebilmesi için, islam ilimleri meydana çıkıp, yayılıp, yüz sene geçmesi lazımdır.

Müslüman, yaşadığı memleketin hükümetine, isyan etmez. Bölücülük yapmaz. Fitne, anarşi çıkaranlardan uzak olur. Kendi imanını, ibadetlerini, ahlakını, hareketlerini düzeltmeye çalışır. Mezhepsizlerin, münafıkların kitaplarını, gazetelerini okumaz. Ehl-i sünnet bilgilerini öğrenmeye ve yapmaya çalışır. Kimseye fenalık etmez. Kimsenin canına, malına, hakkına, ırzına, namusuna saldırmaz. İslamiyet'e ve kanunlara uygun yaşar. Yukarıda bildirilenlerin hepsi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı hakiki din kitaplarında mevcuttur.]

Sual: Müceddid ne demektir?
CEVAP
Dinde yenileyici, bid’atleri çıkarıp dini eski hâline getiren âlim demektir. Mesela imam-ı Rabbani hazretleri (kuddise sirruh) ikinci binin müceddidir.

Sual: Tam İlmihal’de, bana göre, bize göre demek, nakli esas almadan yazmak, konuşmak caiz değil deniyor. Fakat, âlimlerin bana göre, bize göre, bu fakire göre dedikleri de naklediliyor. Bu bir çelişki değil mi?
CEVAP
Hayır çelişki yok. Bana göre demek, kendini müctehid sanmak, yetkili âlim bilmek demektir. Ama bir müctehid ise, yani yetkili âlim ise, elbette bana göre demesi gerekir. Müctehidin bana göre demesi, benim ictihadıma göre demektir. Mesela İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Evliyanın kabirleri üzerine, sanduka, örtü, sarık sarmak bize göre, ölüye tazime sebep olmak, hakaret edilmemek, gafillerin edepli olmaları içindir, caizdir. (Redd-ül-muhtar)

İmam-ı Şafii hazretleri buyuruyor ki:
Sahabe, ilim, ictihad, vera ve akıl bakımından bizden üstündür. Onların reylerini çok beğeniriz. Bize göre, bizim reylerimizden evladır. (Risale-i kadime)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberlerden sonra, insanların en üstünü, Ebu Bekri Sıddık’tır. Ondan sonra, Ömer-ül-Faruk’tur. Üstünlük, bu fakire göre fazileti, meziyeti, iyi sıfatları çok olmak değildir. Önce imana gelmek, din için herkesten çok mal vermek ve canını tehlikelere atmaktır. Yani dinde, sonra gelenlere, üstad olmaktır. Sonra gelenler, her şeyi, öncekilerden öğrenir. Bu üç şartın hepsi, Sıddık’ta toplanmıştır. Herkesten önce imana gelmiş, malını ve canını din için feda etmiştir. Bu nimet, bu ümmette, ondan başkasına nasip olmamıştı. (3/17)

Bu fakire göre, dağda yetişip, hiçbir din duymayıp, puta tapan müşrikler, Cennete ve Cehenneme girmeyecekler, hesap yapılırken, zulümleri kadar azap çekeceklerdir. Sonra hayvanlar gibi, yok edileceklerdir. Küçük iken ölen kâfir çocukları ve Peygamberlerden haberi olmayanlar da böyle olacaklardır. (1/259)

Resulullahın en kıymetli zamanları, bu fakire göre, namazdaki zamanıdır. (1/206)

Bu fakire göre, her gece yatarken, (Sübhânallahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallahü vallâhü ekber) yüz defa okuyan, tesbih ve tahmid ve tekbir eylemiş olur. Böylece, muhasebe yapmış olur. Kendini hesaba çekmiş sayılır. (1/309)

İmam-ı Sevri ve Evzai
Sual:
İmam-ı Sevri ve İmam-ı Evzai, dört mezhebin imamı gibi, her ilimde imam mıdır?
CEVAP
İmam-ı Sevri, hadiste imam, sünnette imam değildir. İmam-ı Evzai, sünnette imam, hadiste imam değildir. İmam-ı Malik, hadiste de, sünnette de imamdır. (Eşedd-ül-cihad)

Yolcuya bakıp yolu tanımak ne demek?
Sual:
Mezhepsiz biri, (Yolcuya bakıp yolu tanıma, yola bak yolcuyu tanı) diyor. Başka bir mezhepsiz de, (Adama göre yolu değil, yola göre adamı tanı) diyor. Ne demek istiyorlar?
CEVAP
Bunlar art niyetli kimselerdir. Daha başka mezhepsizler de, (Hakkı adama göre değil, adamı hakka göre ölç) derler. Hepsi aynı kapıya çıkar. Hepsi de, (Mezhep imamlarının ve diğer İslam âlimlerinin yolundan gitmeyin, onlara göre yolunuzu tayin etmeyin. Kendiniz Kur’an ve Sünnet'ten doğru yolu bulun! Bu âlimlerin bildirdikleri, sizin bulduğunuza uygun değilse kabul etmeyin!) demek istiyorlar. Mezhepsizler bu yüzden, (İmam-ı a’zam) demezler, onun büyüklüğünü kabul etmeyip hep (Ebu Hanife) derler. İmam-ı a’zam, büyük imam demektir. İmam-ı a’zam hazretlerinin bildirdiklerini kendi bilgileri ve akıllarıyla ölçmeye çalışırlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerini değil, kendilerini ölçü kabul ederler.

Onların dediğinin tersini söylemek, yani (Ehl-i sünnet âlimlerine bakarak yolunu tayin et! Kendi görüşüne itibar etme, hakkı Ehl-i sünnet âlimlerine göre ölç!) demek gerekir.

Zaten dinimizdeki dört delil, Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas’tır. İmam-ı a’zam hazretleri, bir âyet-i kerimeden, bir hadis-i şeriften ne anlamışsa, ona uymamız lazımdır. Neyin icma olduğunu da, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğine göre anlarız.

Edepsiz şair
Sual:
Bir şair, (Ey Müslüman sen çalışma! Öyle yâ Mevla ücretle tutulmuş işçindir senin. Sen kahveye git! Bütün işleri Rabbin görür, çünkü vazifesidir onun. Daralınca başın, "Hızır'ı gönder" dersin. Evdeki hastana da Mevla bakacak. Demek Allah senin her şeyin, yanaşman, ırgadın o. Aile doktorun, eczacın o. Ey Müslüman! Böyle tevekkül olmaz. Huda'yı kul yaptın, kendin Huda oldun) diyor. Hangi Müslüman böyle tevekkül eder ki? Diyelim ki, böyle tevekkül eden cahiller var. Bunları kötüleyeceğim diye, Allahü teâlâ için böyle çirkin benzetmeler yapılır mı?
CEVAP
Hâşâ hiçbir Müslüman Huda'yı kul yapmaz, kendisi de Huda yani ilah olmaz. Şakayla da bunlar söylenmez. Onun saçma sözleri çoktur, çünkü o, mason Abduh'un çömezi ve onun gibi reform isteyen biridir. Yadırgamamak lazımdır.

Abduhçuların iftirası
Sual:
Mezhepsiz biri, (Dini tamir davasında din tahripçileri) kitabının yazarı merhum Ahmed Davudoğlu hocaya iftira ediyor. (Kendinden başka herkese mezhepsiz diyor) diye saldırıyor. Hoca öyle bir şey söylemiş midir?
CEVAP
Hocanın kitabı meydanda, öyle bir ifade yoktur. Mason Efganî ve Mason Abduh gibi birkaç soysuzu tenkit etmesinden gocunanların, hocayı gözden düşürmek için yaptıkları bir iftiradır.

Siyasî mezhepsiz ne demektir?
Sual:
Bir haberde, siyâsî mezhepsiz diye bir ifade kullanıldı. Bunun dînî yönü var mıdır?
CEVAP
Mezhep, gidilen, tutulan yol demektir. Gittiği belli bir yolu yani belli bir hak mezhebi olmayana mezhepsiz denir. Hattâ dört hak mezhebin dışında, bâtıl bir mezhebe uyana da mezhepsiz denir. Halk arasında böyle kimselere beşinci mezhepten de deniyor. Mezhepsiz kelimesini bazı yerlerde, dinsiz anlamında da kullanıyorlar.

Siyâsî yönden, belli bir yol izlemeyen, dün başka, bugün başka konuşan, menfaatine göre çark eden, siyâsî rüzgâra göre yön değiştiren, belli ve meşru bir yolu bulunmayan siyasetçiye de, siyâsî mezhepsiz denir.

Dini yıkanlar
Sual:
Bir hoca, (İlahiyatçılar, din adı altında dini yıkmaya çalışıyorlar) diyor. İlahiyatçıların genelde profesör olanları, her nedense daha bozuk oluyorlar, mezhepleri, hadis-i şerifleri kabul etmiyorlar. Sanki akademik kariyerleri yükseldikçe bozulmaları da artıyor. Ama bütün ilahiyatçılar için böyle söylemek doğru olur mu?
CEVAP
Söyleyiş tarzından bütün ilahiyatçılar anlaşılıyorsa da, hepsini kastetmiyordur. Her toplumda, her meslek grubunda, iyiler de, kötüler de çıkabilir. Bu hoca da, kötüleri kastediyordur. Evet, ilahiyatçılarda mezhepleri kabul etmeyenler çoktur, ihtiyatlı olmak gerekir, ama hepsi bozuk diye genelleme yapmak yanlış olur. Ehl-i sünnet itikadında olan, kafadan yorum yapmayıp nakli esas alan ilahiyatçıların varlığını inkâr etmek yanlış olur.

İki mezhepli olmak
Sual: İki dinli olan gibi, iki mezhepli olan da kâfir midir?
CEVAP
Mezheplerin hak ve bâtıl olanı vardır. İtikadı küfür olan, bid’at, dalalet ve bâtıl mezheplerden birinin, bu küfür itikadlarına uyan kimse elbette kâfir olur. Böyle iki bâtıl mezhebe veya biri hak öteki bâtıl mezhebe uyan da kâfir olur. Ama iki hak mezhebe uyan kâfir olmaz, ancak aynı anda uyulmaz. Mesela Şâfiî’de imam arkasında Fâtiha okumak farzdır. Okunmazsa namaz bozulmuş olur. Hanefî'de harama yakın mekruhtur. İkisine birden uyulamaz. Ama dört hak mezhepten uyabildiklerine uymaya çalışmak çok iyidir. Mesela, Hanefî bir Müslüman, yabancı kadına dokununca, Şâfiî'de abdesti bozduğu için, yeniden abdest alması iyi olur. Bir Şâfiî’nin de, Hanefî'de kan çıkınca abdest bozulduğu için, bir yeri kanayınca, yeniden abdest alması iyi olur. Bunun gibi, diğer hususlarda da dört hak mezhebe de uymaya çalışmak iyidir. Fakat diğer mezheplerin birinin veya hepsinin kolay hükümlerini almak telfîktır, haramdır.

Mezhepsizlik işte budur
Sual: Mezhepsiz bir hoca, (Dört mezhep de hak olduğuna göre, hangisinin hükmü kolay gelirse ona uyarız. Elimiz kanarsa Şâfiî'ye, kadına dokununca Hanefî'ye uyarız. Hayızlı kadın, Mâlikî'ye uyarak Kur'an okuyabilir) diyor. Böyle yapmak, mezhepsizlik olmuyor mu?
CEVAP
Evet, mezhepsizlik işte budur. Bir zaruret veya ihtiyaç olmadan ve şartlarına uymadan, başka mezhebe uymaya (Telfîk) denir, haramdır, asla caiz değildir. (Hadîka, Seyf-ül-ebrar)

Telfîk yapanın ibadeti sahih olmaz, bâtıl olur. (Hülasat-üt-tahkik fi-beyan-i hükm-it-taklid vet-telfik)

Dört mezhepten hiçbirine uymayan kimse, mezhepsizdir. Dört mezhebi telfîk eden, yani dört mezhebi karıştıran da, mezhepsizdir. Dört mezhepten yalnız birine uyan, fakat bir inanışı, Ehl-i sünnet itikadına aykırıysa, o da mezhepsizdir. Bu üç kimse, Ehl-i sünnet değil, bid’at ve dalalet ehlidir. (Faideli Bilgiler Kitabı)

Hadîka kitabında diyor ki: Dört mezhep, tam bilindiği ve kitapları her yere yayılmış olduğu için, her Müslümanın yalnız bunlardan birine uyması lazımdır. Dört mezhebin kolaylıklarını araştırıp, bunları bir araya toplayarak, yeni bir kolaylıklar mezhebi uydurmaya (Telfîk-ı mezahib) denir, caiz değildir. (Seadet-i Ebediyye)

(Dürr-ül-muhtar)’da, (Zaruret olduğu zaman başka mezhep taklit edilir. Fakat o mezhebin şartlarını yerine getirmek de lazımdır. Mezhepleri telfîk etmenin bâtıl olduğu söz birliği ile bildirildi) diyor. İbni Âbidin hazretleri bunu açıklarken, (Zaruret olmasa da, bir harac varsa, mezhep taklit edilir) diyor. (İslam Ahlâkı)

Demek ki bir ihtiyaç olunca, diğer üç hak mezhepten birindeki bir hükmü, ihtiyaç kadar taklit etmek caiz oluyor. İhtiyaç yoksa, daha kolay diye taklit etmek caiz olmuyor.

İtikadı bozuk olana mezhepsiz denir
Sual: Âyet ve hadisleri kendi anladığına göre yorumlayan bir kimsenin imanı tehlikeye girer mi?
Cevap:
Ehl-i sünnet itikadına uymayan bir inanış sahibine Mezhepsiz denir. Mezhepsiz, eğer Kur’ân-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan bir şeye inanmamış veya şüphe etmiş ise, Küfür olur. Açık olarak bildirilmemiş şüpheli olan delilleri tevil ederek yanlış mana vermiş ise, Bidat olur. Dünyanın yaratıldığına inanmamak, böyle gelmiş, böyle gider demek, küfürdür. Cennette, müminlerin Allahü teâlâyı göreceğine inanmamak bidattir. Âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri yanlış anladığı için inanmamak bidat olur. “Böyle şey olmaz. Aklım kabul etmez” diyerek tahkir ederse, yine kâfir olur. Bidat hakkındaki hadis-i şerifler, Hadîka, Berîka ve Eşi'at-ül-leme'ât’da mevcuttur.

Küfre sebep olan bir şey söylemedikçe ve yapmadıkça Ehl-i kıbleye, yani namaz kılana Kâfir denmez. Fakat, Kur’ân-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilen ve Müslümanların asırlar boyunca inandığı bir şeye uymayan söz ve işte bulunan bir kimse, bütün ömrünce namaz kılsa, her ibadeti yapsa da, buna Kâfir denir. Mesela bir kimse, Allahü teâlâ zerreleri, yaprak sayısını, gizlileri bilmez dese, kâfir olur. Hazret-i Ebû Bekir ile hazret-i Ömer’den başka sahabiyi, dinî bir sebeple kötüleyen, bidat sahibi olur. Bir harama mubah, helal diyen kimse, bunu, bir âyete veya hadis-i şerife dayanarak söylüyorsa, kâfir olmaz. Âyet ve hadise dayanmadan, kendi görüşü, keyfi için söylüyorsa, kâfir olur. Hazret-i Ebû Bekir ve hazret-i Ömer’in hilafete seçilmeleri haklı değildi demek, bidattir. Hilafete hakları yok idi demek ise küfürdür.

Sual: Bir Müslümanın, kendi mezhebini daha üstün bilmesinde mahzur var mıdır?
Cevap:
Bir Müslüman, dört mezhepten dilediğine uyar. Fakat, bir işi bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebin, bu işin sahih olması için şart ettiği şeylerin hepsini yapması lazımdır. Bu şartlardan birini yapmazsa, bu işi sahih olmaz. Bu işin batıl olacağı söz birliği ile bildirilmiştir. Bir mezhebin daha üstün olduğuna inanması şart değil ise de, herkesin, kendi mezhebinin üstün olduğuna inanması iyi olur.

 
Geri dön
 
 
Dini Konularda Ara:


detay.asp?Aid=4787
detay.asp?Aid=4787
İhlas Vakfı
Dünya İçin Paylaşma Vakti
Online Bağış Yapmak İçin
Güncelleme Tarihi
21 Kasım 2024 Perşembe
Sitemizdeki bilgiler, bütün insanların istifadesi için hazırlanmıştır.
Orijinaline sadık kalmak şartıyla, izin almaya gerek kalmadan,
herkes istediği gibi alıp istifade edebilir.
AnaSayfam Yap   |    Favorilere Ekle   |    RSS
Ziyaretçi Sayısı

Hosted by İhlas Net