Sual: Şirketimizde genç bir delikanlı müdür oldu. Dini açıdan ona itaat etmemiz gerekir mi?
CEVAP
Bu çok yanlış bir düşünce. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Habeşli siyah bir köle de olsa, âmirinize itaat edin!) [Buhari]
Demek ki âmir, zenci de olsa, sakat da olsa, köle de olsa, cahil de olsa, kayıtsız şartsız itaat etmek gerekiyor. İsyan etmek ise kesinlikle yasaklanıyor. Yoksa, zahiren ona gösterilen itimatsızlık ve itaatsizlik, aslında onu vekil edene yapılmış olur. Bu işi beceremedi demenin, emaneti ehline veremedi demenin başka şeklidir.
Emir edepten üstündür
Sual: Kapıdan geçerken veya başka bir şey için, yaşça büyük olanlara, hatta arkadaşlarımıza öncelik vermek iyi değil midir?
CEVAP
Öncelik vermek elbette iyidir; fakat ısrar etmek kibirden ileri gelir. Mutlaka benim dediğim olsun demektir, hiç uygun olmaz. Hele yaşça büyük biriyse ve sen geç diyorsa, peki deyip geçmelidir. (El-emrü fevkal edeb) yani emre uymak, edebe riayetten önce gelir. Ayrıca, bize (Buyurun) diyene, (Siz buyurun) diye ısrar etmek, tevazu olmaz, emir vermek gibi olur.
Âmire itaat gerekir
Sual: Âmirlerimizden adaletsiz ve yanlış iş yapanlar oluyor. Uğraşmamıza rağmen hakkımızı alamazsak, yanlışlıkları düzeltemezsek âmirlerimizi bir üst makama şikayet etmemizde bir mahzur olur mu?
CEVAP
Âmirlerle münakaşa edilmez. Onların yaptığı işler ulu orta tenkit edilmez. Onlara itiraz, onları tayin eden âmire itiraz olur. Bizim yanlış sandığımız şey doğru olabilir. Hakkımız sandığımız şey, hakkımız olmayabilir. Hakkımız olsa bile, hakkı kendi elimizle almaya kalkmamız anarşiye sebep olur.
Âmirlere itaat gerekir. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Elleri kesik, sakat bir köle de olsa, âmirinize itaat edin!) [Müslim]
(Sırtına vurup malını alsa da, âmirine itaat et!) [Buhari]
Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Allah’a, Peygambere ve sizden olan âmirlere itaat edin!) [Nisa 59]
Ortada ihanet gibi bir durum varsa, uygun kimselerle istişare edilip durum, usul-i dairesinde bir üst makama bildirilebilir.
Eshab-ı kiramdan Avf bin Malik el-Eşca'i hazretleri anlatır:
Mûte gazasına çıkmıştım. Sadece bir kılıcı olan Yemenli bir asker de yanımdaydı. Orada kesilen bir devenin derisinden bir kalkan yaptı.
Giderken bir Rum birliğiyle karşılaştık. Silahı da, atının eğeri de altın işlemeli bir Rum, Müslümanlara şiddetle saldırıyordu. Yemenli de bir kayanın arkasında saklanıp onu takibe başladı. Rum yaklaşınca Yemenli kılıcıyla atın ayaklarını kırıp Rum’u yere düşürdü. Hemen üstüne atılıp kılıcı ile onu öldürdü. Atını da, silahını da aldı.
Allahü teâlâ Müslümanlara zafer müyesser edince, Emirleri Halid bin Velid, Yemenlinin öldürdüğü Rum’dan kalan eşyalardan bazısını aldı. Hâlid'e, Resulullahın, (Kim savaşta birini öldürürse, öldürdüğü kimsenin bütün malları öldürene verilir) hadis-i şerifini duymadın mı, diyerek aldığı ganimetleri geri vermesini söyledim. Halid, "Evet biliyorum. Ama bu kadar ganimet ona çok" dedi. Ben de "Bunu Yemenliye geri vermezsen, durumu Resulullaha iletirim" dedim. Buna rağmen Halid ganimetleri geri vermedi.
Ben de Medine’ye gelince durumu Resulullaha anlattım. Resulullah, Halide durumu sordu, o da dediklerimi doğruladı. Resulullah, (Aldıklarının hepsini geri ver) buyurdu. Ben de, "Ya Halid, ben sana dememiş miydim, Yemenlinin hakkını sende bırakmam” diye.
Resulullah bunu duyup işin aslını sordu. Ben olduğu gibi anlattım. O zaman öfkelenip, “Ya Halid, ganimetleri verme! Siz emirlerime [kumandanlarıma] nasıl itiraz edersiniz. İşlerin temizi size, bulanığı emirleredir” buyurup beni azarladı. (Müslim, Ebu Davud)
İmam Nevevi, son cümleyi şöyle açıklıyor:
İşlerin iyi yürümesi âmirlerden sorulur, memurlardan sorulmaz. Bu hadisten anlaşılıyor ki, Emir, mücahidden aldığı ganimeti, bir başka mücahide verebilir.
Sevgi ve emir dinlemek
Emre uymak üzerine bir konuşma:
- Büyükleri sevmek ne demektir? Yani seviyorum diyen asgari ne yapması gerekir? Sevmenin ölçüsü nedir?
- Sevmenin ölçüsü söz dinlemektir. Çok söz dinleyen çok seviyor demektir. Bir kimse, Allahü teâlânın emirlerine ne kadar çok uyarsa, o kimsenin Allah’ı o derece çok sevdiği anlaşılır. Allahü teâlânın hiçbir emrini yapmadan ben Allah’ı çok seviyorum demesi yalan olur. Sevginin derecesi, itaatteki sürat ile ölçülür.
- Emre itaat nasıl olur?
- Söylenileni, bildirilen zamanda ve istenilen miktarda yapmakla olur.
- Önemli olan işin olması değil mi, erken veya geç olması, az veya çok yapılması o kadar önemli midir? İstenilenden daha iyisini yapmanın mahzuru olur mu?
- Evet, verilen emri aynen uygulamak gerekir. Fazlası da noksanı da yanlış olabilir. Bazen işin bildirilen zamanda yapılması önemlidir. Daha önce veya daha sonra yapılması mahzurlu olabilir. Bize göre daha iyi sanılan şekil, emri verene göre yanlış olabilir. Bunu da ancak emri veren bilir. Bize düşen emre aynen itaat etmektir. Daha iyisini yapmak için geciktirmek veya bazı ilaveler yapmak yanlış olur.
- Size göre söz dinlemek, iş yapmaktan önce geliyor. Önemli olan işin yapılması değil mi? Mesela (Şifa eczanesinden bir aspirin al gel) dense, ben de, daha yakın olan Hayat eczanesine gidip, daha iyisi olan İngiliz aspirininden alıp gelsem, daha iyi iş yapmış olmaz mıyım? Hem daha yakın eczaneden aldım, hem de daha kaliteli aspirinden aldım, bu takdire layık değil mi?
- Şifa eczanesinden alıp getirmen, emri verenin isteğidir. Başka eczaneden alıp gelmen senin isteğindir. Sen kendi isteğini yapmış oldun. O eczaneden almamızda bilmediğimiz bir sebep, bir hikmet olabilir. Sadece (Aspirin getir) denseydi istediğiniz eczaneden alabilirdiniz. Ama isim vererek Şifa eczanesinden al denince, sizin emre itaat için o eczaneden alıp gelmeniz lazım. O da eczane, bu da eczane ne fark eder demekle verilen emri değiştirmiş olursunuz. Şifa eczanesi demesi lüzumsuzdu diyerek emri vereni bir nevi cahillikle suçlamış oluyorsunuz.
Bu durum, yani kraldan çok kralcı kesilmek bir hastalıktır. Bu hastalıktan kurtulmak lazımdır. Bugün aspirin alma işinde olur, basit diye geçersiniz, yarın önemli bir iş olur, onda da aynı şeyi yaparsınız. İkincisi kaliteli aspirin almanız da yanlıştır. Hangi firmanın ilacı ise onu almanız gerekirdi. Daha iyisini almak daha iyi değildir.
Neticede siz bir iş yapmış olursunuz, ama yaptığınız iş olsa da, hizmet olmaz. Hizmeti seven yapar, işi ise para karşılığı herkes yapar.
- Peki, Şifa eczanesi kapalı olsaydı, başka eczaneden alsaydım bir mahzuru olur muydu?
- Evet, bu da yanlıştır. O zaman, telefonla veya bizzat giderek hemen emri verene durumu anlatıp, ne yapacağınızı tekrar sormanız lazım olurdu. Bu husus çok önemlidir, emir yerine getirilemediği zaman veya emri yerine getirirken kusur veya zarar ziyan oluyorsa, hemen emri verene dönüp, durum anlatılmalı, yeni talimatına göre hareket edilmelidir.
- Yani aklımıza değil, verilen emre uymaya çalışmalı demek istiyorsunuz öyle mi?
- Evet.
Emîr seçerken
Sual: (Üç erkek sefere çıkınca, aralarında birini emîr [başkan] seçsinler) hadis-i şerifine göre, başkan seçerken neyi ölçü almak gerekir?
CEVAP
Takvası en fazla olanı, görüşü isabetli olanı, en iyi tedbir alanı, en mürüvvetli olanı, en cömerdi, en olgunu, en şefkatlisi ve en merhametlisi, başkanlığa daha layıktır. Bunlar eşitse kur’a çekilir. Emîr seçmek sünnet, emîre itaat vacibdir.
Emîr olmanın vasıfları
Sual: Emîr olmanın vasıfları nelerdir?
CEVAP
Emîr olan, kızmamalı, gücenmemeli, güler yüzlü, tatlı dilli olmalı. Sabırlı olmalı. Affedici olmalı. En çok çalışan, o olmalı. Emri altındakilerden zerre menfaati olmamalı. Kendisi yüzünden, arkadaşlarının Cehenneme gidecek fiiller işlememelerine çalışmalı. Dini konularda kendinden konuşmamalı, her konuşması, büyüklerimizin bahsettiklerinden veya kitaplarından olmalıdır.
Kraldan çok kralcı
Sual: Bir kurumun bazı yanlış işleri olsa, müdür veya patron buna göz yumsa, bizim müdahale edip bu durumun düzelmesi için müdüre baskı yapmamız uygun olur mu? Yoksa kraldan çok kralcı mı geçinmiş oluruz?
CEVAP
Evet, uygun olmaz. 30 sene kadar önce, bir arkadaş, çalışan bir personele kâğıt, kalem, bant gibi şeyler veriyor. Bakıyor, birkaç gün sonra bunlar yok oluyor. Yani o personel, bunları alıp evine götürüyor veya birilerine veriyor. Durmadan bundan malzeme istiyor. Bir gün kızıyor, (Sen çalıyorsun, sana bir tek malzeme yok) diyor. O da bu arkadaşı müdüre şikâyet ediyor, (Bana malzeme vermiyor) diyor. Müdür, arkadaşı çağırıyor. (Biz onun ne yaptığını biliyoruz. Sen karışma, nereye götürürse götürsün, sen vermeye devam et) diyor.
Eğer müdür, patron bir işi biliyorsa, onlara söylemek uygun olmaz. Bilmiyorlarsa, ortada bir hainlik varsa bir kere söylenir. Artık bundan sonra müdürün veya patronun işine karışılmaz. Israrcı olunmaz. Kraldan çok kralcı geçinmek, çok uygun bir deyim. Yöneticinin veya patronun yaptığı bize göre yanlış olsa, bizimki de, bize göre doğru olsa, yine de onların işine kesinlikle karışmamalı. Çünkü sorumluluk onlara aittir.
Emîre itaat vacibdir
Sual: Emîr, mubah bir şeyi, mesela sigarayı yasaklasa, buna uymak gerekir mi?
CEVAP
Berika’da, (Emîr [başkan, âmir], mubah olan bir şeyi emrederse veya yasaklarsa, buna itaat şarttır, çünkü emîrin İslamiyet’e uygun emirlerine itaat vacibdir) buyuruluyor. Buradaki vacib, farz demektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Günahı emretmedikçe, emîre itaat vacibdir.) [Beyhekî]
Nisa sûresinin (Allah’a, Peygambere ve sizden olan emîrlere itaat edin!) mealindeki âyette bildirilen itaat, Müslüman emîrin, dine uygun emir ve yasaklarına uymaktır. (Hadika)
Habeşî [zenci] cariye olan Ümmi Eymen’in oğlu Üsame bin Zeyd, 18 yaşında iken, bir birliğe kumandan olmuştu, Babası Zeyd bin Harise de, köleydi. Hicretin 8. yılında, Mûte’de Rum ordusuyla savaşırken İslam ordusuna kumandanıydı. Hazret-i Ebu Bekir halifeyken, (Resulullah, sizi Üsame’nin emrinde savaşa göndermişti. Yine aynı emîrle savaşa hazır olun!) dedi. O zaman Üsame 22 yaşındaydı. Bazıları, (Âsiler Medine’ye gelip halifeyi öldürebilirler. Üsame’yi değiştirseniz nasıl olur?) dediler. Hazret-i Ebu Bekir, (Resulullah'ın beğendiği komutanı değiştiremem) dedi. Üsame at üzerinde, halife ve Eshab yürüyerek, Medine’den dışarı çıktılar. Halife, Eshaba veda ederken, (Birinci nasihatim, emîriniz Üsame’ye itaat etmenizdir) buyurdu. Hazret-i Üsame, Huzaa kabilesine gidip, mürtedleri öldürdü. Kırk gün sonra, zaferle Medine’ye döndü. Demek ki, emîr genç ve köle de olsa, ona itaat şarttır. Ona itaat edilmezse, onu vekil eden zata itaat edilmemiş olur. Sultan IV. Murad han, tütün içmeyi yasak edince, İsmail Hakkı Bursevî hazretleri, (Tütün içmek haramdır) demiştir. Yine o zaman yaşayan Şernblali hazretleri de, (Halife mubahları yasak edince haram olur) buyurmuştur.
Sultan, umumun faydası için bir mubahı yasak edince, dinlemek vacib olur. (Berika)
Şâfiî âlimlerinden Necmeddin-i Gazzî, (Sultan yasak edince, sigara içmek haram olur. Devam edilirse, büyük günah olur) buyuruyor. (Dürr-ül-muhtar)
Demek ki, halife veya emîr umumun faydası için sigarayı yasak edince, sigara içmek haram oluyor.
Âmire itaatin önemi
Sual: Birkaç sualimiz var:
1- Dinimizin emîr diye bildirdiği âmire itaatin önemi nedir?
2- Bölge emîrinin yürüttüğü işleri, ondan izinsiz yürütmeye kalkmak, kendini âmire itaat etmekte değil de, o işleri yapmakta sorumlu sanmak uygun mudur? Mesela temsilcilikteki görevlilere, âmirden habersiz barınak temin edilebilir mi? Yemek verilebilir mi?
3- İzinsiz sohbet grupları kurulabilir mi?
4- İzinli kurulan sohbet gruplarında, grup başının yetkisi nedir? Şeyhlik yapabilir mi?
5- Âmirinden habersiz başka yerden konferansçı davet edip konferans organize edilebilir mi?
6- Gelen konferansçı, o bölgenin âmirinden habersiz konferans verebilir mi? Konferansçı, o bölgenin âmiri gibi davranabilir mi, izinsiz imamlığa geçebilir mi ve onu biz zorla imam yapabilir miyiz?
7- Konferansçı, kadınlara da vaaz ve nasihat verebilir mi? Kadınlar konferansçıya sual sorabilir mi? Kadınları da, namazda cemaate dâhil edebilir mi?
CEVAP
1- Dinimizde emîre yani âmire itaatin önemi büyüktür. Âmirlerle münakaşa edilmez. Onların yaptığı işler ulu orta tenkit edilmez. Onlara itiraz, onları tayin eden âmire itiraz olur. Bizim yanlış sandığımız şey doğru olabilir. Doğru sandığımız şey, yanlış olabilir. Âmirimize itaat gerekir. Birkaç hadis-i şerif:
(Emîre itaat vacibdir.) [Beyhekî] (Burada vacib, farz demektir.)
(Emîrin beğenmediğiniz işlerine sabredin! Çünkü itaat etmeyip, o topluluktan bir karış ayrılan, cahiliyet ölümü ile ölmüş olur.) [Buhârî]
(Bana itaat, Allahü teâlâya itaattir. Bana isyan, Allahü teâlâya isyandır. Başındaki emîre itaat, bana itaattir, ona isyan ise, bana isyandır.) [Buhârî]
(Başınızdaki emir, Habeşli siyah bir köle de olsa, ona mutlaka itaat edin!) [Buhârî]
(Bazı emîrler gelir, rızıklarınıza el atar, yalanlarla sizi avutmaya çalışır. Yine de emîrlik haklarını tanıyın.) [Taberânî]
(Hoşuna gitse de, gitmese de, emîrin sözünü dinle ve ona itaat et!) [Buhârî]
Hazret-i Huzeyfe diyor ki: Peygamber efendimiz, (Benim yoluma uymayan, insan kılıklı, şeytan huylu emîrler gelecektir) buyurunca, (Yâ Resulallah, bu zamana yetişirsem ne yapayım?) diye sual ettim. (Müslümanların cemaatine ve imamına uy! Sırtına vurup malını alsa da, emîrin sözünü dinle ve ona itaat et!) buyurdu. (Buhârî)
Dinimizde birlik ve beraberliğin sağlanması için âmire itaatin önemi büyüktür.
Âmirimiz kötü diye yakınmak doğru değildir. Önce kendimize bakmamız, kendi kusurlarımızı düzeltmemiz gerekir.
Kendimizi düzeltirsek, âmirlerimiz de düzelir. Nitekim hadis-i şerifte, (Siz nasılsanız, başınıza öyle âmirler geçer) buyuruluyor. (Deylemî)
Habeşî [zenci] cariye olan Ümmü Eymen’in oğlu Üsame bin Zeyd, 18 yaşında iken, bir birliğe kumandan olmuştu, babası Zeyd bin Harise de köleydi. Hicretin 8. yılında, Mûte’de Rum ordusuyla savaşırken İslam ordusunun kumandanıydı. Hazret-i Ebu Bekir halifeyken, (Resulullah, sizi Üsame’nin emrinde savaşa göndermişti. Yine aynı emîrle savaşa hazır olun!) dedi. O zaman Üsame 22 yaşındaydı. Bazıları, (Âsiler Medine’ye gelip halifeyi öldürebilirler. Üsame’yi değiştirseniz nasıl olur?) dediler. Hazret-i Ebu Bekir, (Resulullah'ın beğendiği komutanı değiştiremem) dedi. Üsame at üzerinde, Halife ve Eshab yürüyerek, Medine’den dışarı çıktılar. Halife, Eshab-ı kirama veda ederken, (Birinci nasihatim, emîriniz Üsame’ye itaat etmenizdir) buyurdu. Hazret-i Üsame, kırk gün sonra, zaferle Medine’ye döndü. Demek ki, emîr genç ve köle de olsa, ona itaat şarttır. Ona itaat edilmeseydi Resulullah'a itaatsizlik olurdu. Tayin edilen emîre itaat etmemek, onu tayin eden zata itaat etmemek olur. (Vekil asıl gibidir) buyuruluyor. Bir zat, birini emîr olarak tayin etmişse veya onu kendine vekil etmişse, vekile itiraz, vekil edene itiraz olur. Açıkça diyemese bile, “Sen bu işi beceremedin, sen bu kişiyi yanlış seçtin, işi ehline vermedin, haram işledin” demek olur. Böyle söylemenin ne kadar çirkin, ne kadar tehlikeli olduğunu iyi anlamalıdır. Merhum Enver abimiz, şunu anlatmıştı:
Peygamber efendimiz, “sallallahü aleyhi ve sellem” çok kalabalık bir evde Eshab-ı kiramla sohbet ederken, bir kabile reisi gelir. Oturacak yer olmadığı için kapının eşiğine oturur. Bunu gören Peygamber efendimiz, onu yanına çağırır, kendi hırkasını çıkarır, dörde katlar, (Bu hırkamın üzerine otur) buyurur. O mübarek kabile reisi, hırkayı öpüp başına koyar, (Yâ Resulallah, kusurumu affedin! Hırkanızı buyurun) der. Peygamber efendimiz, (Benim maksadım başkadır) diyerek Eshab-ı kirama döner, (İnsanların yükünü çeken bir âmir veya onlara hizmet eden biri gelirse, ayağa kalkın, ona hürmet gösterin! Size bunu öğretmek için böyle yaptım) buyurur. Beş kişi için ayağa kalkılır: Ana, baba, hoca, seyyid ve âmir.
2- Birinci maddede açıkça anlatıldığı üzere, emîre itaatsizlik suç olduğu gibi, onun işlerine müdahale etmek, ondan habersiz o işleri yürütmeye kalkmak daha büyük suçtur. Görevlilerin barınacakları yerden, yiyip içmelerinden emîr sorumlu olur. Başkalarının bu işe izinsiz müdahale etmeye kalkışması çok yanlış olur.
3- İzinsiz sohbet grubunun kurulması meşru olmaz. Korsan bir grup kurulmuş olur. O sohbetten feyiz ve bereket hâsıl olmaz. Sadece bu grubu kuranlar değil, izinsiz olduğunu bilerek oraya gidenler de bu işten sorumlu olur.
4- İzinli kurulan sohbet grubunda, ancak bildirilen konularda sohbet olur. Sadece bu kitaplar okunacak denmişse sadece o kitaplar okunur, başka konular konuşulmaz. (Şunu yapmak, şu kitapları okumak daha faydalı olur) denilerek başka iş yapılmaz. O grubun başı, bölge âmirine karşı sorumludur, ondan izinsiz gündemi değiştiremez. Hele şeyhlik falan yapamaz. (Önce Kur’an okuyalım, şu duayı ezberleyelim, şu konuyu işleyelim, şu hizmeti yapalım) deme yetkisinde değildir. Yetkisini aşıp öyle bir şey derse, o iş meşru olmaktan çıkar. Bu hususlar kadınlar için de aynen geçerlidir.
5- Âmirden habersiz konferansçı davet etmek de, çok büyük yanlışlıktır, gayrimeşru bir iştir. Bir arkadaş anlattı:
(Geçen sene beni bir yere misafir olarak davet ettiler. Ben oraya sadece misafir olarak gelmiştim. Bir de ne göreyim, 90-100 kişi toplamışlar. “Haydi, bunlara sohbet et” dendi. Bir emrivaki ile karşı karşıya kalmıştım, çok sıkıldım. Hiçbir hazırlığım falan da yoktu. Zaten benim sohbetlere konuşmacı olarak katılmışlığım olmadığı gibi öyle bir kabiliyetim de yoktu. Çok mahcup oldum, üzüldüm.)
Misafiri böyle emrivaki işlerle karşı karşıya bırakmak asla doğru olmaz.
6- Konferansçı, bölge âmirinden izinsiz ve habersiz birkaç kişinin, hattâ yüzlerce kişinin arzusu üzerine konferans veremez. Konferansçı, önce bulunduğu bölgenin âmirinden izin almak şartıyla, başka bir şehre gidebilir. İzin almadan hiçbir yere gitmesi meşru olmaz.
Bir arkadaş, Konya’dan başka şehre giderken yolda şehit oluyor. Bir de merhum Mehmet Darende abimiz vardı. Ehl-i sünneti yaymaktaki arzusu bir aşk derecesindeydi. Gözü hizmetten başka bir şey görmezdi. Kitap satışına giderken âmirinden izin almayı bile düşünecek durumda değildi. O da hizmet esnasında abdestli olarak şehit oluyor. Merhum hocamız, ikisi için de aynı şekilde, (İzinli mi gitmişti?) diye soruyorlar. (Hayır) dediklerinde, her ikisi için de aynı cevabı verip, (Eğer izinli çıkmış olsaydı, bu kaza başına gelmezdi) buyuruyorlar. İzinli gitmek bu kadar önemlidir. İzinli gittiği yerdeki bölge âmirine teslim olunur. O ne derse onun dediğini yapmak gerekir. Ne kadar bilgili olursa olsun, kendiliğinden imamlığa geçmesi asla caiz olmaz. Tersine oradaki birinin, onu zorla imam yapması da çok yanlış olur. Teklif edilebilir, kabul etmezse ısrar edilmez. Belki bir mazereti olabilir.
7- Konferansçı, pîr-i fâni de olsa, kadınlara vaaz ve nasihat veremez. Sohbete gelen kadınlar da sual soramaz. Kadınlar zaruret olmadıkça namahrem erkeklerle konuşamaz. Bir hadis-i şerif:
(Ey kadınlar, ancak mahreminiz olan erkeklerle konuşun, mahreminiz olmayanlarla konuşmayın!) [İbni Said]
İbni Abidin hazretleri de buyuruyor ki:
Kadının sesini erkeğin işitmesi doğru değildir. Kadın aşikâre telbiye yapamaz, çünkü sesi avrettir. Kadınların yabancı erkeklerle ihtiyaç hâlinde, ihtiyaç kadar konuşması caizdir. Seslerini yükseltmeleri caiz değildir. Bundan dolayı ezan okumaları caiz görülmemiştir. Kadınların namaz kılmak ve vaaz dinlemek için camiye gitmeleri de caiz değildir. (Redd-ül-muhtar)
Kadınların evde kıldıkları namaz, daha sevabdır. İki hadis-i şerif:
(Kadının en hayırlı namazı, evinin en dip köşesinde kıldığıdır.) [Taberânî]
(Kadının, evinin en dip köşesinde kıldığı namaz, salonda kıldığından, salonda kıldığı ise, camide kıldığından daha sevabdır.) [Ebu Davud]