Sual: Fâni olmak ve fenâ ne demektir?
CEVAP
Fenâ; fâni olmak yani yok olmak demektir. Yani kendisinde hiçbir varlık görmemesi, yok olduğu zatın emrini, isteğini kendisine tercih etmesi demektir. Yani (Ben yokum, sadece o var) diyebilmek ve buna göre yaşayabilmektir.
Fenâ-fil-ihvan: Doğru yoldaki mümin kardeşlerinde fâni olmaktır. Onları çok sever. Her hususta onları kendine tercih eder, malını ve canını ondan esirgemez. Maddî bir ihtiyacı olduğunda kendi ihtiyacını hiç düşünmeden yardım eder. Özür dileyince, kendisi haklı olsa bile özrünü kabul eder. Onlara karşı vefalı olur, kusuru var diye terk etmez, kesinlikle bir menfaat veya hizmet beklemez, aksine onlara hizmet etmek için arkadaşlık yapar. Din kardeşlerinde fâni olmadan, fena-fiş-şeyhe kavuşulmaz.
Fenâ-fiş-şeyh: İnsanın, dinini öğrendiği hocasını çok severek onda fâni olmasıdır. Bunun için de, her hususta onun arzu ve isteklerine tâbi olması, iradesini, isteğini onun eline bırakması, ölü yıkayıcının elindeki ölü gibi olması, aklına zıt gelse de, ona muhalefet etmemesi gerekir. Bu olmadan, fena-fir-resule kavuşulamaz.
Fenâ-fir-resul: Resulullah'ı çok sevmek ve onda fâni olmaktır. Malından ve canından daha çok sevmesi gerekir. Bu sevgisinin alameti, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmaktır. Bir mümin, bütün bunlara tâbi olduktan sonra, mubahlarda da ne kadar Ona uyarsa, o derece kâmil ve olgun bir Müslüman olur. Allahü teâlâya, o derece yakın, yani sevgili olur. Bu olmadan, fena-fillah makamına kavuşulmaz.
Fenâ-fillah: Allahü teâlâyı her şeyden, canından, malından çok sevmektir, kalbden mâsivâyı yani Allahü teâlâdan başka her şeyi çıkarmak, tek arzusunun Allahü teâlânın rızasını kazanmak olmasıdır. Kalbden mâsivâ çıkınca, oraya marifetullah girer. Marifetullah, Allahü teâlâyı tanımaktır. İnsan bu dereceye kavuşunca, ömrü boyunca, kalbi Allahü teâlâdan başka şeyleri hatırlamak istese bile hatırlayamaz.
Bekâ-billah: Allahü teâlânın kulunu sevmesi demektir.
Fenâ-yı kalb: Yaratılmışların varlığını, sevgisini kalbden çıkarmak, kalbin Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi bilmemesi ve sevmemesi, unutmasıdır.
Fenâ-yı nefs: İnsanın kendine ve başkalarına bağlılığının kalmaması, benliğini unutup, bırakması, yani Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi sevmemesidir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kâmil ve mükemmil [yetişmiş ve yetiştirebilen] bir zat ele geçerse, bütün arzuları, istekleri, onun eline bırakmalı, ölü yıkayıcının elinde, teneşirdeki ölü gibi olmalıdır. Önce fena-fiş-şeyh’dir. Bu, sonra fena-fillah haline döner. [Yani tasavvuf yolunun sonuna ermiş ve başkalarını da erdirmek için geri dönüp, herkes gibi görünen kâmil zata teslim olmalı. Önce, kendini onda yok etmeli, yani kendine değil, ona uymalı. Böyle olan kimse, yavaş yavaş, Allahü teâlâda yok olur. Yani kendi arzuları aradan kalkıp, Allahü teâlânın iradesiyle hareket eder. Kendi iradesi kalmaz.] (1/61)
Bir kimseyi seviyorum deyince, ona karşı mecazi muhabbeti olduğu anlaşılır. Cahil ve bid’at sahibi, salih ve sadık her müslüman, Resulullahı böyle sevmektedir. Müslüman olmak için de, bu kadar muhabbet kâfidir. Feyz getiren hakiki sevginin hâsıl olması için, onun sözlerini, işlerini, hallerini ve ahlakını öğrenmesi ve bunları sevmesi lazımdır. Sevilene itaat edilir. Her şeyde ona tabi olunur. Hakiki sevgi pek çok olursa, sevdiğinden başka her şeyi unutur. Bu unutmaya fena-yı kalb denir. Hatta kendini de unutur. Kendini de unutmaya fena-yı nefs denir. Böylece, fena hâsıl olunca, yani bir Ârif böyle çok sevilince, onun kalbine Resulullah efendimizden gelmiş olan feyzler, ilahi marifetler, nurlar, sevenin kalbine akarak, hakiki ihlâsa kavuşur. Böylece hakiki ibadet yapmak nasip olarak, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşur. Bundan sonra fena-fir-resul hâsıl olur. Yani Resulullahı hakiki muhabbetle severek, feyzleri doğruca Onun mübarek kalbinden alır. Artık, vesileye ihtiyaç kalmaz. (Seadet-i Ebediyye)
Fena-yı kalb hâsıl olunca, kalbde mahlûklara ait düşünce kalmaz; fakat beyinden gitmez. Fena-yı nefs olunca, beyinden de gider. Bunu ancak tasavvuf ehli anlar. (Mekatib-i şerife)