Sual: Adalet denilince, herkes bir şeyler söylüyor. Dinimizde adalet nasıl tarif edilmiştir?
Cevap: Adalet, bir amirin, bir hakimin, memleketi idare için koyduğu kanun, kaide, çizdiği hudut içinde hareket etmektir. Zulüm ise, bu kanunun, bu hududun, bu dairenin dışına çıkmaktır. Adaletin dinimizdeki esas tarifi ise; “Kendi mülkünde olanı kullanmak” demektir. Zulüm de, başkasının malına, mülküne tecavüzdür. Adaletin, dinimizdeki tarifi budur.
Bir kimsenin malı, zorla alınamaz
Sual: Mezhepleri inkâr eden bir din adamı; “devlet yalnız vergi yolu ile değil, şahsi mülkiyetten ihtiyacın gerektirdiği miktarı karşılıksız ve iade etmemek üzere alır. Toplumun umumi ihtiyaçlarına harcar” diyor. Dinimizde böyle bir şey var mıdır?
Cevap: Allahü teâlânın emirlerini, kanun şekline koymuş olan Cevdet Paşa, Mecellenin 95. maddesinde diyor ki:
“Başkasının mülkünü kullanmak için emir olunamaz.” Mesela, filanın şu malını, falanca kimseye ver diye birisine emir olunamaz. 96. maddesinde ve Dürr-ül-muhtârda;
“Bir kimsenin mülkü onun izni olmaksızın kullanılamaz” denilmektedir. Mülk, insanın malik olduğu şeydir. Resulullah efendimiz;
(Bir müminin malı, onun gönlü, rızası olmadan alınırsa helal olmaz) buyurdu. Bu hadis-i şerif imâm-ı Münâvînin Künûzüddekâık kitabında ve imâm-ı Ahmed'in Müsned'inde ve Ebû Dâvud'da yazılıdır. Buradan da anlaşılıyor ki, devlet milletten meşru olmayan ve meşru miktarı aşan bir şey alamaz. Meşru olmayan vergileri de millete yükleyemez. Alırsa, gasbetmiş, zulmetmiş olur. Gönül rızası olmadan, zorla aldığı bu malları sahiplerine geri vermesi lazım olur. Devletin millet malına el koyması, sosyalist memleketlerde olur. İslâmiyette sosyalist devlet olamaz. İslâmiyette kapitalist bir ekonomi sistemi de yoktur. Milleti kemiren bu iki zulüm ocağını, zekât farizası, kökünden temizlemektedir. İslâmiyette sosyal adalet vardır. Herkes çalışmasının, alın terinin karşılığına kavuşur. Kimsenin, başkasının malında gözü olmaz. Devlet de, milleti sömürmez. Devlet hazinesini de, yetkililer kendi keyiflerince kullanamazlar.
İnsan, önce kendine adalet etmelidir
Sual: Adil olabilmek için, bir insanın önce kendine adaletli olması gerekir deniyor. İnsanın kendisine adaletli olması nasıl olur, ne şekilde hareket ederse adil olur?
Cevap: İnsanın evvela kendine, hareketlerine, azasına adalet etmesi lazımdır. İkinci olarak, çoluk çocuğuna, komşularına, arkadaşlarına adalet yapması lazımdır. Adliyecilerin ve devlet adamlarının da, millete adalet yapması lazımdır. Demek ki, bir insanda adalet huyunun bulunabilmesi için, önce kendi hareketlerinde, azasında adalet bulunmalıdır. Her kuvvetini, her azasını, ne için yaratıldı ise, o yolda kullanmalıdır. Allahü teâlânın adetini değiştirip, onları aklın ve İslâmiyetin beğenmediği yerlerde kullanmamalıdır. Çoluk çocuğu varsa, onlara karşı da, akla ve dine uygun hareket etmeli, dinin gösterdiği güzel ahlaktan sapmamalıdır. Güzel ahlak ile huylanmalıdır. Herhangi bir amir ise, yine ibadetleri yaptırmalı ve yapmalıdır. Böyle olan kimse, bu dünyada, Allahü teâlânın halifesi olmuştur. Kıyamette de adiller için vadedilen nimetlere kavuşur. Böyle bir hayırlı kimsenin hayır ve bereketi, onun bulunduğu talihli zamana, mübarek yere ve orada bulunmakla bahtiyar olan insanlara, hayvanlara, hatta nebatlara ve rızıklara sirayet eder, yayılır. Fakat, Allah korusun, bir yerdeki amirler, şefkatli, iyi huylu, adaletli olmazsa, insan haklarına saldırırlar, zulüm, yağma, işkence yaparlarsa, bunlar adalet erbabı değil, şeytanların yoldaşlarıdırlar. Emri altında olanlara merhamet etmeyenler, kıyamet günü Allahü teâlânın merhametinden uzak kalacaklardır. “Men, lâ yerham, lâ yurham!” buyurulmuştur ki, acımayana acınmaz demektir.
Adalet üçe ayrılır
Sual: Adalet, sadece insanların kendi aralarındaki görüşmelerde, alışverişlerinde, birbiriyle olan muamelelerinde mi olur?
Cevap: Ahlâk-ı alâî kitabında, bu konuda deniyor ki:
“Adalet üçe ayrılır:
Birincisi, Allahü teâlâya kulluk etmektir. Allahü teâlânın merhameti, nimetleri, ihsanları, her mahluka yayılmıştır. Nimetlerinin en büyüğü, kullarına saadet yolunu göstermesidir. Hakları yok iken, hepsini en güzel şekilde yaratmıştır. Ebedi, sayısız nimetler, iyilikler vermiştir. Böyle bir sahibe, yaratana ibadet etmek, Onun ihsan ettiği nimetlere şükretmek elbette lazımdır. Adalet için sahibinin hakkını gözetmek icabeder. Her insanın yaratanına karşı borçlu olduğu bu kulluk hakkını eda etmesi, yerine getirmesi vacibdir.
Adaletin ikinci kısmı, insanların hakkını eda etmek, yerine getirmektir. Devlete, amirlere, kanunlara karşı gelmemek, âlimlere hürmet etmek, emanetlere vefalı olmak, alışveriş haklarını eda etmek ve vaatlerini ifa etmek, yerine getirmek lazımdır.
Üçüncüsü, geçmişlerin haklarını eda etmek, yerine getirmektir. Bu da, onların borçlarını ödemek, vasiyetlerini ifa etmek, vakıflarını muhafaza etmek, korumak ve bıraktığı hayrat ve hasenatı devam ettirmekle olur.”
Sual: İtikadı bozuk olanların, açıkça, aleni olarak büyük günah işleyenlerin, dinî konularda söylediklerine veya dinî konulardaki şahitliklerine itibar edilir mi, güvenilir mi?
Cevap: Mezhepsizlerin bir kısmı, Ehl-i sünnet olan Müslümanları, müşrik diyerek kötüledikleri için, diğer bir kısmı da Eshab-ı kiramın çoğunu ve üç halifeyi ve hazret-i Aişe'yi açıkça kötüledikleri için, şahitlikleri kabul olmaz.
Açıkça bir büyük günah işleyen veya küçük günah işlemekte ısrar eden, adil olmaz. Bunun şahitliği kabul edilmez. Günahı gizli olanın adaleti gitmez. Yetmişiki bidat fırkasının birinde olmak büyük günahtır. Dürr-ül-muhtârın Tahtâvî haşiyesinde deniyor ki:
“Yetmişiki bidat fırkasından, kâfir olmayanları, ehl-i kıbledir. Bu büyük günahları kalplerinde gizli olduğu için, şehadetleri kabul olunur. Fakat, bunlardan mâcin olanın, yani sapık itikadını başkalarına bulaştırmak çabasında olanın şehadeti kabul olmaz.”
Bir büyük günahı bir kere işleyen veya küçüklerini işlemekte ısrar, devam eden birinin okuduğu ezana güvenilmez. Dinde reformcuların, mezhepsizlerin bildirmeleri de, namaz vakitlerinin ve Ramazanın başlamasına delil olmaz.